DANİŞMENTLİLER (1080-1178)
c Emir Gazi dönemi Danişmentlilerin en parlak devri oldu. Emir Gazi'nin Haçlılara karşı kazandığı başarılar, İslam dünyasında büyük ün kazanmasına neden oldu. Büyük Selçuklu Devleti hükümdarı Sencer tarafından kendisine "meliklik" unvanı verildi. Kendi adına para bastıran Anadolu da ilk hükümdar.Haçlılarla mücadele etti.
c Danişmendilerin Selçuklulara karşı Bizans'la iş birliği yapmaları üzerine II. Kılıç Arslan 1178'de bu beyliğe son verdi. Tokat ve Niksar, Yağıbasan medreselerini yaptırarak eğitim ve öğretime önem verdiklerini gösterdiler. Ayrıca; Emir Gazi Kümbeti Kayseri Ulu Camii gibi mimari eserler meydana getirdiler.
DANİŞMENDLİLER BEYLİĞİ TARİHİ
Hânedanın kurucusu, Azerbaycan’da yaşamış bir Türkmen âilesine mensup olan ve 456’da (1064) Sultan Alparslan’ın hizmetine girerek onun en gözde emîrleri arasında yer alan Dânişmend Gazi’dir. Malazgirt Savaşı’na katılan Dânişmend Gazi, zaferden sonra kendisine iktâ edilen Sivas’ı fethederek Dânişmendli hânedanının ilk çekirdeğini teşkil etmiş (464/1071), daha sonra burayı bir merkez olarak kullanıp maiyetindeki emîrlerle Amasya, Tokat, Niksar, Kayseri, Zamantı, Elbistan, Develi ve Çorum’u zaptederek Anadolu’da kurulan ilk Türkmen beyliklerinden birinin temellerini atmıştır.
Dânişmend Gazi’nin ölümünden sonra yerine geçen oğlu Gümüştegin döneminde hânedan giderek daha da güçlendi. Anadolu ve Suriye Selçukluları arasındaki mücadelelerden faydalanarak hâkimiyet sahasını genişleten Gümüştegin, Bizans ve özellikle Haçlılar ile yapılan savaşlarda Anadolu Selçuklu sultanının müttefiki olarak önemli rol oynadı. Haçlılar’ın İznik’i kuşatması (Mayıs 1097) sırasında Dânişmendliler’in de ele geçirmek istediği Malatya’nın muhasarası ile uğraşan Anadolu Selçuklu Sultanı I. Kılıcarslan’ın kuşatmayı kaldırıp İznik’e hareketi ve güçlü Haçlı ordusu karşısında tutunamaması üzerine ona yardıma koştu. Kayseri Emîri Hasan’ın da katıldığı müttefik Türk kuvvetleri 17 Receb 490 (30 Haziran 1097) günü Eskişehir ovasında Haçlılar’la çarpıştılarsa da zırhlı birliklerden oluşan Haçlı ordusu karşısında geri çekilmeye mecbur oldular. Haçlılar’la mücadeleden sonra, öteden beri en büyük hedefi Malatya’yı ele geçirmek olan Gümüştegin burayı kuşatma altına aldı. Üç yıl süren kuşatma sırasında yardıma gelen Antakya Prinkepsi Bohemund’un kuvvetlerini pusuya düşürüp yendi ve kendisini esir alarak önce Sivas’a, daha sonra da Niksar’a götürüp hapsetti (Ramazan 493 / Temmuz 1100). Ancak Urfa Kontu I. Baudouin’in yaklaşması üzerine muhasarayı kaldırıp Sivas’a çekildi.
I. Haçlı Seferi’nin başarıya ulaşması, Urfa Haçlı Kontluğu (1098), Antakya Prinkepsliği (1098) ve nihayet Kudüs Krallığı’nın kurulması (15 Temmuz 1099) Avrupa’da heyecan uyandırmış ve Lombardlar, Fransızlar ve Almanlar’ın katıldığı yeni bir Haçlı seferi düzenlenmişti (1101). Lombardlar İstanbul’a geldiklerinde İtalya Normanları’nın reisi ve Antakya Prinkepsliği’nin kurucusu Bohemund’un Gümüştegin tarafından esir alındığını öğrenince onu esaretten kurtarmak üzere harekete geçtiler. 3 Haziran 1101’de İzmit yakınlarındaki Kivetot’tan hareket ederek Anadolu Selçukluları’nın hâkimiyetindeki Ankara’yı ele geçirdikten sonra Amasya ve Niksar’a gitmek üzere Çankırı istikametine yöneldilerse de Gümüştegin, I. Kılıcarslan, Halep Selçuklu Meliki Rıdvan ve Harran Emîri Karaca’nın kumandasındaki 20.000 kişilik Türk kuvveti karşısında Ağustos 1101’de Merzifon yakınlarında bozguna uğradılar.
Gümüştegin Gazi ile Kılıcarslan, bu zaferin hemen ardından ikinci bir Haçlı ordusunun Anadolu’ya geldiğini ve Konya istikametinde ilerlediğini haber aldılar. Bütün Türk kuvvetleriyle beraber tepe ve ovalardan geçen yolları takip ederek bu orduyu Konya’ya varmadan yakalayıp ağır bir şekilde hırpaladılar. Haçlılar Konya’ya ulaşıp şehri kuşatmışlar, fakat sonuç alamadan Ereğli’ye doğru yola koyulmuşlardı. Ancak susuzluktan perişan olan bu ordu da Konya’ya yakın bir yerde birleşik Türk kuvvetlerinin saldırısına uğramış ve sefalet içinde Antakya’ya ulaşabilmişti. I. Kılıcarslan, Gümüştegin Gazi, Karaca ve diğer Türk beyleri aynı yıl Ereğli yakınında üçüncü bir Haçlı ordusunu daha bozguna uğrattılar.
Dânişmendliler, Haçlılar karşısında kazanılan zaferden sonra Malatya’yı yeniden muhasara altına aldılar. Ermeni asıllı Malatya hâkimi Gabriel’in şehir halkına karşı sert davranması ve özellikle Süryânî ileri gelenlerini öldürtmesi, muhasara dolayısıyla kıtlık çeken halkın tepkisine yol açtı. Süryânî askerler kapıları açarak şehri Gümüştegin’e teslim ettiler (18 Eylül 1102). Halka gıda yardımı yapan ve çiftçilere tohumluk ve öküz dağıtan Gümüştegin Malatya’nın huzur ve emniyetini sağladı. Ancak çok geçmeden Antakya Prinkepsi Bohemund ile kuzeni Richard de Salerno’nun esir alınmasından sonra meydana gelen gelişmeler, Haçlılar’a karşı birlikte cihad eden Gümüştegin ile I. Kılıcarslan’ı birbirine düşürdü.
Gümüştegin’in fidye karşılığında Bohemund’u serbest bırakması (1103), müttefik sıfatıyla fidyeden pay isteyen, ayrıca bölgede yeni güçlü bir Haçlı ittifakının oluşmasından endişe eden I. Kılıcarslan tarafından hoş karşılanmadı. Kılıcarslan Antakya seferinden vazgeçerek Gümüştegin’in üzerine yürüdü ve Maraş yakınlarında onu hezimete uğrattı (Zilkade 496 / Ağustos 1103). Bu bozgundan bir süre sonra da Gümüştegin Sivas’ta vefat etti (1104). Onun ölümü ile Dânişmendliler büyük bir sarsıntı geçirdiler; Malatya Selçuklular’a teslim edildiği gibi (2 Eylül 1105 veya 1106) hânedan üyeleri arasında taht kavgaları meydana geldi. Nitekim Gümüştegin’in büyük oğlu Emîr Gazi hânedanın başına geçtiği sırada Urfalı Mateos’a göre bütün kardeşlerini öldürtmüştü (Urfalı Mateos Vekayi-nâmesi, s. 225).
Emîr Gazi başlangıçta Selçuklular’ı metbû tanıdıysa da I. Kılıcarslan’ın 1107 yılında ölümü üzerine meydana gelen iktidar boşluğundan ve oğulları arasında başlayan taht kavgalarından faydalanarak hâkimiyet sahasını genişletmeye ve Dânişmendliler’i eski gücüne kavuşturmaya çalıştı. I. Kılıcarslan’ın oğulları arasındaki taht mücadeleleri sırasında aynı zamanda damadı olan Mesud’u destekledi. Mesud onun sayesinde Anadolu Selçuklu tahtına çıktı (1116); böylece Dânişmendliler yeniden önemli bir siyasî güç haline geldiler.
1119 Mayısında 7000 kişilik bir ordu ile Antakya’ya bir akın düzenlediği gibi üzerine yürüyen Antakya Prinkepsi Roger’i de bozguna uğratan Emîr Gazi, Mengücüklüler’le anlaşmazlığa düşen Artuklu Belek’i destekledi. Bizans’ın Trabzon dükü Konstantin Gabras ile ittifak yapan Mengücüklü İshak, Bayburt yakınlarında Serman (Şiran) denilen yerde Belek ile Dânişmendli Emîr Gazi’nin kuvvetleri önünde yenildi ve müttefiki Gabras ile birlikte esir alındı. Bu zafer Dânişmendliler’in gücünü daha da sağlamlaştırdı, Mengücüklü İshak uzun süre onların nüfuzu altında kaldı. Aynı şekilde fidye vererek esaretten kurtulan Gabras da bir süre sonra Bizans’a karşı Dânişmendliler’e sığınarak onların hizmetine girmişti.
Dânişmendli Emîr Gazi, damadının da Selçuklu tahtında olması dolayısıyla giderek Anadolu’daki olaylara daha fazla karışmaya başladı. Belek’in 1124’te ölümü üzerine Selçuklular’ın Malatya Meliki Tuğrul Arslan ile Harput Emîri Süleyman arasındaki ihtilâflardan faydalanarak Malatya’ya hücum etti (13 Haziran 1124), uzun süren bir kuşatmadan sonra şehri teslim aldı. Ayrıca Mesud’un kardeşi Melik Arab ile olan mücadelesinde damadını destekledi; Kayseri ve Ankara’yı ele geçirdi. Böylece Sultan I. Mesud kayınpederi sayesinde tahtını korumayı başarırken Malatya’dan Sakarya’ya kadar uzanan Selçuklu toprakları Dânişmendliler’in eline geçmiş oldu. Anadolu’nun en güçlü devleti haline gelen Dânişmendliler 1129 yılında Ankara, Çankırı, Kastamonu ve Karadeniz sahillerini kontrol altına aldılar.
1130’da Ermeni Kralı I. Leon’un yardım isteği üzerine Çukurova’ya inip Aynizerbâ’yı (Anazarva, Dilekkaya Kalesi) işgal eden Antakya Prinkepsi II. Bohemund’u yenen Emîr Gazi daha sonra 1131’de tekrar Çukurova seferine çıktı. Ermeni Leon yıllık haraç vermeyi kabul etti. Bu arada onun Çukurova’da bulunmasından istifade eden Bizans İmparatoru Ioannes Komnenos’un istilâ ettiği Kastamonu yöresini 1132’de geri aldığı gibi imparatora isyan eden kardeşi Isaak Komnenos’u da himaye etti.
Dânişmendli hâkimiyetini genişletip ülkenin her tarafında huzur ve asayişi sağlayan ve Selçuklu topraklarının bir bölümünü de kendi hâkimiyeti altına alarak Anadolu’nun en nüfuzlu hükümdarı olan Emîr Gazi’nin (Melik Gazi) ölümünden sonra (528/1134) Dânişmendli tahtına büyük oğlu Melik Muhammed geçti. Abbâsî Halifesi Müsterşid-Billâh ve Büyük Selçuklu Sultanı Sencer’in Emîr Gazi’ye gönderdiği menşur, altın asâ ve diğer hediyeler Melik Muhammed’e verilerek Malatya’da hükümdar ilân edildi. Emîr Gazi’nin Muhammed’den başka Yağıbasan, Yağan ve Aynüddevle adında üç oğlu daha vardı. Muhammed tahta geçince kardeşleri Aynüddevle ve Yağan isyan ettiler. Melik Muhammed hükümdarlığının ilk yıllarında bir yandan kardeşleriyle, bir yandan da Bizans saldırılarıyla uğraşmak zorunda kaldı.
İmparator II. Ioannes Komnenos, Dânişmendliler arasındaki taht kavgalarından faydalanarak 529 (1135) yılında Kastamonu ve Çankırı’yı işgal etti. Ancak Sultan I. Mesud ile ittifak yapan Muhammed, Bizans kuvvetlerinin çekilmesi üzerine bu yöreyi tekrar topraklarına kattığı gibi 1135’te isyan eden kardeşi Yağan’ı da öldürdü, Aynüddevle ise Malatya’ya kaçtı. Melik Muhammed 1136’da Rupen Ermeni hânedanının elinde bulunan Çukurova’yı topraklarına katmak istediyse de geri çekilmek zorunda kaldı; ardından Malatya’ya hâkim olan kardeşi Aynüddevle üzerine yürüyerek Elbistan ve Ceyhan yörelerini aldı. 1139’da (Süryânî Mikhail’e göre 1138’de) tekrar Çukurova’ya saldırıp Feke ve Gabon gibi bazı kaleleri ele geçirdi.
Bu arada Dânişmendliler’in Kuzey Anadolu üzerindeki hâkimiyetlerine son vermek isteyen Bizans İmparatoru II. Ioannes’in, Konstantin Gabras ile anlaşarak Dânişmendliler’in merkezi Niksar’ı ele geçirmek ümidiyle çıktığı sefer başarısızlıkla sonuçlandı. Fakat 1141’de yeniden harekete geçip Uluborlu ve Beyşehir gölü üzerinden Antalya’ya giden yolu ele geçirdi. İmparator 1142 yazı sonunda Dânişmendliler tarafından zaptedilen bazı kaleleri geri almak üzere tekrar sefere çıktı.
Dânişmendliler, 1140-1141 yıllarında Karadeniz bölgesini Rumlar’dan geri aldılar. Melik Muhammed daha sonra güneye yönelerek Elbistan’a hücum eden Haçlılar’ı geri püskürttü.
Melik Muhammed 6 Aralık 1143 tarihinde (Süryânî Mikhail, II, 119) Kayseri’de vefat etti. İbnü’l-Kalânisî (Zeylü Târîhi Dımaşk, s. 275) ve Azîmî (JA, s. 421) onun 536’da (1141-42), İbnü’l-Esîr ise (el-Kâmil, XI, 89) 537’de (1142-43) öldüğünü söylerler. Dindar ve hayır sever bir hükümdar olan Melik Muhammed Rumlar, Haçlılar ve Ermeniler’le cihad etmiş, başta Abdülmecîd b. İsmâil el-Herevî olmak üzere çok sayıda din âlimini çeşitli ülkelerden davet ederek Anadolu’da İslâmiyet’in yayılması için çalışmıştır. Kayseri Ulucamii’ni de (Câmi-i Kebîr) o yaptırmıştır. Bizans tarihçisi Niketas Khoniates, onun çok büyük bir güce ulaştığını, Gürcistan ile (İberiya) Mezopotamya’nın bazı yerlerini hâkimiyeti altında tuttuğunu ve Bizans şehirlerinin en azgın, en cesur ve en tehlikeli düşmanı olduğunu söyler (Historia Die Krone der Komnenem, s. 32). Kayseri Ulucamii’nin kıble tarafındaki Melik Gazi Medresesi’nde bulunan türbede Melik Muhammed’in medfun olduğu söylenir, fakat türbenin kitâbesi yoktur. Melik Muhammed yıllardan beri harabe halinde olan Kayseri’yi imar etmiş, şehri bir bakıma yeniden kurarak burayı merkez yapmıştır.
Melik Muhammed’in Zünnûn, Yûnus ve İbrâhim adında üç oğlu vardı. Bunlardan Zünnûn’u veliaht tayin etmişti, ancak Sivas meliki olan kardeşi Nizâmeddin Yağıbasan (bazı kaynaklarda Yâkub Arslan, Yağı Arslan), kardeşi Melik Muhammed’in karısıyla evlenerek Kayseri’de yönetime hâkim oldu (549/1154). Zünnûn Zamantı’ya kaçmak zorunda kaldı, fakat bir müddet sonra yeniden Kayseri’ye hâkim olmayı başardı.
Daha önce Artuklular’a ve Haçlılar’a sığınmış olan Emîr Gazi’nin oğlu Aynüddevle, Melik Muhammed’in ölümünden sonra Elbistan ve Malatya’ya hâkim oldu. Zünnûn Kayseri’de, Yağıbasan da Sivas’ta hâkimiyet kurmuştu. Böylece Dânişmendliler Sivas, Malatya ve Kayseri olmak üzere üç kısma ayrılmış oldular. Bu ise sadece Selçuklular’a ve diğer rakiplerine karşı değil aynı zamanda kendi aralarında hânedanın çöküşüyle sonuçlanacak büyük bir mücadelenin başlangıcını oluşturdu. Nitekim bu durum, Anadolu Selçuklu Sultanı I. Mesud’un hânedan mensupları arasında başlayan taht kavgalarına müdahale ederek hâkimiyet sahasını genişletmesine yol açtı. Sultan Mesud’un Zünnûn’u desteklemesi üzerine Melik Muhammed’in kardeşleri Malatya Meliki Aynüddevle ile Sivas Meliki Yağıbasan ona karşı ittifak yaptılar. Aynüddevle Yağıbasan’ın desteğiyle Elbistan ve Ceyhan yöresini istilâ edince Sultan Mesud derhal Sivas’a yürüyüp şehri ele geçirdi ve küçük oğlu Şâhinşah’ı Ankara, Çankırı ve Kastamonu valiliğine getirdi (1142). Bir yıl sonra Malatya üzerine yürüdüyse de üç aylık kuşatmaya rağmen bir sonuç elde edemedi. Bizans İmparatoru Ioannes’in 1143’te ölümünden sonra Dânişmendli topraklarına yeniden hücuma başladı. 1144’te Aynüddevle’nin hâkimiyeti altıdaki Elbistan ve Ceyhan’ı zaptederek oğlu Kılıcarslan’ı bu yöreye melik tayin etti. Daha sonra tekrar Malatya’yı muhasara etti, fakat Bizans’ın yeni imparatoru Manuel Komnenos’un Anadolu’da ilerlemekte olduğunu duyunca kuşatmayı kaldırdı (1144). Sultan Mesud’un genişleme siyaseti Yağıbasan ile Aynüddevle’yi endişelendirdi ve Bizans imparatorundan yardım istemeye mecbur etti. Bunun üzerine Manuel Konya’yı kuşattıysa da sonuç alamadan ayrıldı (1146).
Artuklu Kara Arslan ile beraber Haçlı topraklarına saldıran Aynüddevle 1150 yılında Gerger, Kâhta, Adıyaman ve Palu’yu ele geçirip çok sayıda esir aldı. Sivas-Amasya Meliki Yağıbasan aynı yıl Karadeniz bölgesinde fetihlerde bulunarak Ünye, Samsun ve Bafra’yı zaptetti. Yeğeni Zünnûn b. Melik Muhammed ise Kayseri’ye hâkimdi.
Aynüddevle 547 (1152) yılında ölünce yerine oğlu Zülkarneyn geçti. Yağıbasan onu Sultan I. Mesud’a karşı birlikte hareket etmeye çağırdı. Bu gelişmelerden haberdar olan Sultan Mesud Yağıbasan’ı kendisine tâbi kıldıktan sonra üçüncü defa Malatya üzerine yürüdü ve şehrin surlarını tahrip etti. Zülkarneyn ise annesiyle birlikte sultanın huzuruna çıkıp af diledi. Sultan da kendine tâbi olmak şartıyla Malatya’da hâkimiyetini devam ettirmesine izin verdi.
Sultan I. Mesud’un ölümü üzerine yerine oğlu II. Kılıcarslan geçti (1155). Mesud’un Dânişmendli hânedanına mensup iki damadından Yağıbasan’a Amasya, Ankara ve Kapadokya, Zünnûn’a ise büyük ve zengin Kayseri ile Sivas şehirleri verildi (N. Khoniates, s. 117). Fakat kardeşleri tahtta hak iddia ederek ayaklandılar. Bunu fırsat bilen Sivas Dânişmendli Hükümdarı Yağıbasan, Şâhinşah, yeğenleri Zünnûn ve İbrâhim ile Malatya Emîri Zülkarneyn’in desteğini sağlayarak büyük bir orduyla Kayseri’ye hareket etti. Kılıcarslan da onun üzerine yürüdü. İki taraf tam savaşa girmek üzereyken âlimler araya girip müslüman kanı dökülmesine engel oldular ve her iki taraf da ülkesine döndü. Fakat Yağıbasan bir müddet sonra Zengîler’den Nûreddin Mahmud’un teşvikiyle Elbistan’a girince II. Kılıcarslan süratle harekete geçti. Yağıbasan 70.000 kişiyi Ceyhan dışındaki bölgelere sürerek Kılıcarslan’ın karşısına çıktı. Yine din adamları araya girip savaşa engel oldular ve iki taraf arasında bir antlaşma imzalandı (Şâban 550 / Ekim 1155).
Ancak Yağıbasan, II. Kılıcarslan’a karşı yeni bir ittifak kuran Bizans İmparatoru Manuel’e 1157’de ele geçirdiği Bafra ve Ünye’yi iade edip Sultan I. Mesud’un damadı Dânişmendli Zünnûn ve Zülkarneyn’in de yer aldığı ittifaka girdi. Bu arada ittifaka dahil Malatya Meliki Zülkarneyn, 555 (1160) veya başka bir rivayete göre 557 (1162) yılında ölmüş ve yerine oğlu Nâsırüddin Muhammed geçmişti. Yağıbasan ise Kılıcarslan ile nikâhları kıyılan ve zengin çeyizleriyle birlikte Erzurum’dan Konya’ya gönderilen Erzurum Selçuklu Hükümdarı İzzeddin Saltuk Bey’in kızını ele geçirip Kayseri meliki olan yeğeni Zünnûn ile evlendirmişti. Bu ağır hakaret karşısında II. Kılıcarslan Yağıbasan üzerine yürüdüyse de Bizans kuvvetleri tarafından desteklenen Dânişmendli ordusu önünde mağlûp oldu (1162). Daha sonra Artuklular’dan Kara Arslan, Necmeddin Alpı, Erzen ve Bitlis Emîri Fahreddin Devletşah ile birlikte yeniden harekete geçip Sivas üzerine yürüdü ve şehri zaptetti (1163). Yağıbasan, yardım sağlamak için damadı Çankırı Selçuklu Meliki Şâhinşah’ın yanına gitti ve 4 Ağustos 1164 tarihinde orada öldü.
Dânişmendliler’in nüfuzlu hükümdarlarından biri olan Yağıbasan Niksar’da inşa ettirdiği medresenin hazîresinde gömülüdür. Yağıbasan’ın yaptırdığı medrese veya mescide ait bir kitâbe bugün mevcuttur. Niksar’da bulunan 552 (1157) tarihli kitâbede Yağıbasan’ın künye ve lakapları el-Melikü’l-Âlim, el-Âdil, Nizâmüddünyâ ve’d-dîn Ebü’l-Muzaffer Yağıbasan b. Melik Gāzî b. Melik Dânişmend Zahîrü Emîri’l-Mü’minîn şeklinde sıralanır. Kendi adına basılan bir sikkede ise el-Melikü’l-Âdil Nizâmeddin Yağıbasan b. Melik Gāzî b. Melik Dânişmend Zahîrü Emîri’l-Mü’minîn ibareleri vardır. Sivas ve Niksar’da cami, türbe ve imarethâneler yaptıran Yağıbasan’ın Cemâleddin Gazi, Muzafferüddin Mahmud, Zahîrüddin İli, Bedreddin Yûsuf adlı çocukları vardı. Cemâleddin Gazi’den başka bütün çocukları Selçuklular’ın hizmetine girdiler (bazı tarihçiler, Cemâleddin Gazi’nin asıl adının İsmâil olduğunu, Tokat ve Amasya civarında iki yıl hüküm sürdükten sonra amcazadesi İbrâhim b. Melik Muhammed Gāzî tarafından bertaraf edildiğini [562/1166] söylerler).
Yağıbasan’ın ölümünden sonra yerine kimin geçtiği ihtilâflıdır. Bazı rivayetlere göre Yağıbasan’ın karısı, Zünnûn’un kardeşi İbrâhim’in on altı yaşındaki oğlu İsmâil ile evlenerek onu hükümdar ilân etmiştir. Diğer bazı kaynaklara göre ise Yağıbasan’ın yerine oğlu Cemâleddin Gazi geçti. Çok kısa bir süre tahtta kaldığı için tarihçiler ondan bahsetmezler. Onu İbrâhim b. Melik Muhammed Gāzî ile oğlu İsmâil takip etmiştir. Yağıbasan’ın ölümü üzerine hânedan mensupları arasında mücadele başladı. Bu sırada Elbistan emîri olan Mahmûd b. Mehdî bağımsızlığını ilân etti. Ayrıca Kayseri Meliki Zünnûn ile Yağıbasan’ın yeğeni İbrâhim b. Melik Muhammed Gāzî de aynı maksatla harekete geçtiler. II. Kılıcarslan bu fırsattan istifade ederek Dânişmendli topraklarını ele geçirmek için seferber oldu ve Elbistan üzerine yürüyüp Dânişmendli topraklarını zaptetmeye başladı (1165). Elbistan’ı, Tohma vadisini, Dârende ve Gedük yöresini ilhak etti. 1168’de Zünnûn’un üzerine yürüdü; 1169’da, başka bazı rivayetlere göre 1171 veya 1173’te Kayseri ve Zamantı’da Dânişmendli hâkimiyetine son verdi. Zünnûn, II. Kılıcarslan’ın kardeşi Şâhinşah ve Malatya Meliki Efridûn (Ferîdun) b. Zülkarneyn, Atabeg Nûreddin Mahmud Zengî’ye sığındılar.
Kılıcarslan’ın giderek kuvvetlenmesinden rahatsız olan Atabeg Nûreddin Mahmud Zengî, Dânişmendli Zünnûn’u, Şâhinşah’ı ve Artuklular’ı himaye ederek ona karşı bir ittifak kurduktan sonra Kılıcarslan’a haber gönderip Zünnûn’a ülkesini iade etmesini istedi. II. Kılıcarslan, Nûreddin’in elçilerini bir müddet oyaladıktan sonra teklifini reddetti. Bunun üzerine müttefik kuvvetler Sivas’tan Kayseri istikametinde yola çıkarken Atabeg Nûreddin Mahmud Zengî de Maraş, Göksun ve Besni’yi işgal ettikten sonra Sivas’a yöneldi (1172). O yıl Sivas’ta müthiş bir kış hüküm sürmüş ve kıtlık baş göstermişti. İsmâil ise ambarlarında buğday stoku bulunduğu halde halka dağıtmamış ve bu yüzden birçok kişi açlıktan ölmüştü. Sonunda halk dayanamayıp isyan etti; İsmâil, karısı ve 500 adamı öldürüldü, ambarları yağmalandı. Bunun üzerine şehrin ileri gelenleri toplanıp Nûreddin’e sığınmış olan damadı Zünnûn’u Sivas’a davet etmeye karar verdiler.
Zünnûn, Nûreddin’in yardımıyla Sivas’a ulaşıp Dânişmendli tahtına çıktı (567/1172). Fakat kısa bir müddet sonra Sultan Kılıcarslan onun üzerine yürüyünce Niksar’a kaçtı ve Nûreddin Mahmud’dan yardım istedi. Nûreddin’in topraklarını istilâ ettiğini öğrenen II. Kılıcarslan onun üzerine yürüdüyse de ağır kış şartları ve Haçlı saldırıları sebebiyle barış yaparak Nûreddin Mahmud’un işgal ettiği yerleri geri vermesine karşılık Zünnûn’un Sivas’ta hüküm sürmesine râzı oldu. Ayrıca Nûreddin’in emîrlerinden Fahreddin Abdülmesih, emrindeki 3000 kişilik kuvvetle Sivas’ta kalıp Zünnûn’u himaye edecekti. Muhtemelen Ankara da Şâhinşah’a verilecekti.
Nûreddin Mahmud Zengî’nin 569 (1174) yılında ölümü üzerine Sivas’ta bırakılan garnizon Suriye’ye dönünce Sultan II. Kılıcarslan antlaşma şartlarını hiçe sayarak Sivas, Niksar, Komana, Tokat ve diğer Dânişmendli topraklarını 1175 yazında zaptetti. Zünnûn ile Şâhinşah Bizans’a sığındılar; Dânişmendliler’in Sivas kolu da böylece ortadan kalkmış oldu.
Bizans İmparatoru Manuel, Selçuklular’a karşı önemli bir denge unsuru oldukları için Dânişmendliler’in kaybettikleri topraklara tekrar hâkim olmalarını istiyordu. Bu maksatla Gavras adlı kumandanını 30.000 kişilik bir ordu ile Amasya ve Niksar’a sevkettiyse de bir sonuç alamadı.
Rivayete göre Zünnûn 570 (1175) yılında Kılıcarslan’ın emriyle Bizans hapishanelerinde zehirlenerek öldürülmüştür. Aksarâyî’ye göre ise Kılıcarslan’ın Sivas’ı istilâ etmesi üzerine öfkeyle Niksar’a gitmiş ve orada ölmüştür.
Sivas kolunun ortadan kalkmasından sonra Dânişmendliler’in Malatya kolu bir süre daha hâkimiyetini sürdürebildi. 1152’den beri Malatya kolunun başında bulunan ve önce Sultan I. Mesud’un, ardından amcası Yağıbasan’ın vasalı olarak hüküm süren Zülkarneyn’in 1162’de ölümü üzerine yerine oğlu Nâsırüddin Muhammed geçti. Fakat içki ve eğlenceye düşkün olması halkın nefretine yol açtığı için baskılara dayanamayıp şehri terketti (565/1170). Yerine kardeşi Fahreddin Kasım (bazı kaynaklarda Ebü’l-Kāsım) geçti. 1171’de Harput Artuklu Beyi Fahreddin Kara Arslan’ın kızıyla evlenen Kasım, düğün günü bir gösteri esnasında attan düşerek öldü (Mayıs 1171). Bunun üzerine halk küçük kardeşi Efridûn’u tahta çıkardı ve gelin onunla evlendirildi. Bu sırada II. Kılıcarslan Malatya üzerine yürüyüp şehri muhasara etti, fakat ele geçiremedi ve civardaki halkı esir alıp Kayseri’ye götürdü. Bu olaylar sebebiyle Atabeg Nûreddin Zengî, Mardin ve Harput Artuklu beyleri, Ermeniler ve Dânişmendliler’in Sivas meliki Kılıcarslan’a karşı bir ittifak teşkil ettiler. Ancak Kılıcarslan esir aldığı Malatyalılar’ı iade edeceğini bildirince taraflar arasında savaş olmadan anlaşma sağlandı.
DÂNİŞMENDLİ HÜKÜMDARLARI | |
Sivas Kolu | |
Dânişmend Gazi | 464 (1071) |
Gümüştegin Gazi | 477 (1085) |
Emîr Gazi (Melik Gazi) | 497 (1104) |
Melik Muhammed | 528 (1134) |
Zünnûn (birinci hükümdarlığı) | 537 (1143) |
Yağıbasan | 537 (1143) |
İsmâil | 560 (1164) |
Cemâleddin Gazi | 560 (1164) |
Şemseddin İbrâhim b. Muhammed | 562 (1166) |
Şemseddin İsmâil | 562 (1166) |
Zünnûn (ikinci hükümdarlığı) | 567-570 (1172-1175) |
Malatya Kolu | |
Aynüddevle (Aynüddin) | 537 (1143) |
Zülkarneyn | 547 (1152) |
Nâsırüddin Muhammed (birinci hükümdarlığı) | 555 (1160) veya 557 (1162) |
Kasım | 565 (1170) |
Efridûn | 567 (1171) |
Nâsırüddin Muhammed (ikinci hükümdarlığı) | 570-573 (1175-1178) |
Nâsırüddin Muhammed dört beş yıl Suriye ve Anadolu’da dolaştıktan sonra II. Kılıcarslan’a sığındı ve onun tarafından Ereğli valiliğine getirildi. 1175 Şubatında Malatya’ya döndü; Barsûmâ Manastırı’ndaki papazlar ve şehirdeki dostlarının yardımıyla geceleyin kaleye çıkıp Efridûn’u öldürdü ve 15 Şubat 1175 tarihinde şehre hâkim oldu. Nâsırüddin Kılıcarslan’a tâbi olarak üç yıl hüküm sürdü. Nihayet 25 Ekim 1178’de Malatya’yı zapteden II. Kılıcarslan Dânişmendliler’in bu şubesini de ortadan kaldırdı. Nâsırüddin Muhammed Hısnıziyâd’a çekildi.
Dânişmendliler’in yıkılmasından sonra Yağıbasan’ın üç oğlu Muzafferüddin Mahmud, Zahîrüddin İli ve Bedreddin Yûsuf Selçuklular’ın hizmetine girerek sınır boylarında Rumlar’la savaşmışlar ve I. Gıyâseddin Keyhusrev’in ikinci defa tahta geçmesi için uğraşmışlardır. Kayseri Ulucamii’nin 602 (1205-1206) tarihli kitâbesi Muzafferüddin Mahmud adına tanzim edilmiştir. Ancak caminin Emîr Gazi’nin oğlu Melik Muhammed Gazi tarafından yaptırıldığı dikkate alınırsa Muzafferüddin Mahmud’un camiyi tamir ettirmiş olduğu söylenebilir. Gülek Camii (Kayseri) üzerindeki kitâbede de kızı Atsız Elti Hatun’un adı yer almaktadır (Halil Edhem, Kayseriye Şehri s. 18-33). Niksar’da da Yağıbasan’a ait bir kitâbenin mevcut olduğu bilinmektedir (Uzunçarşılı, Kitâbeler, s. 59).
Anadolu’da kurulan beyliklerin en büyüklerinden biri olan Dânişmendliler, Anadolu’nun Türkleşmesi ve İslâmlaşması açısından önemli hizmetler ifa etmişler ve zaman zaman Anadolu’nun en kuvvetli devleti olan Selçuklular’ı tahakküm altına almışlardır. Bizans ve Haçlılar’la savaşan Dânişmend Gazi, Gümüştegin Gazi, Emîr Gazi ve Melik Muhammed’in adları asırlarca halk arasında saygıyla anılmış ve destanlara konu olmuştur. Ancak Yağıbasan’dan sonra iş başına gelen ve birbirleriyle mücadele eden Dânişmendli beyleri Bizans’a ve Atabeg Nûreddin Mahmud Zengî’ye alet olmuş ve Anadolu Selçukluları’na karşı bir koz olarak kullanılmışlardır.
Dânişmendliler’in yıkılışından sonra bu hânedana bağlı çeşitli boylar Anadolu’ya dağılmışlar, bazıları da Rumeli’de yerleştirilmişlerdir. 1296-1360 yılları arasında Balıkesir ve Çanakkale yöresinde hüküm sürmüş olan Karesioğulları da muhtemelen Dânişmend Gazi’nin ahfadı tarafından kurulmuştur (Uzunçarşılı, Kitâbeler, s. 43-44). Tokat müzesinde bulunan ve Karesi hânedanından Kutlu Melek Hatun’a ait olan bir mezar taşının şâhidesinde yer alan ibarede Kutlu Melek’in nesebi Melik Dânişmend Gazi’ye bağlanmaktadır (a.g.e., s. 43-44). Ayrıca Balıkesir ve civarında Dânişmend adına ve Dânişmendli ulusuna bağlı oymakların izlerine rastlanmaktadır. Meselâ Balıkesir’in Balya ilçesine bağlı Dânişmend adlı bir bucak bulunmaktadır. Rivayete göre Dânişmendli Beyliği’nin dağılması üzerine Balıkesir civarına gelip yerleşen Kara Dânişmend’in adına izâfeten bu köye Danişmend adı verilmiştir. Yine Gönen ve Lapseki yakınlarında Danişmend adını taşıyan iki yerleşim merkezi daha vardır. Osmanlı Devleti’nin 18 Nisan 1691 tarihli bir fermanla Halep-Adana arasında yaşayan Dânişmendli ulusuna tâbi bir kısım halkı Balıkesir sancağında iskân etmesi de ilgi çekicidir (Günal, s. 22-23). Bugün Anadolu’da Danişmend, Danışman, Tanışman ve Yağıbasan gibi köy adları vardır. XVII. yüzyılın başlarında Karaman eyaletinde Danişmendli adlı bir kaza bulunuyordu. Bunların bir kısmı XVII. yüzyıldaki Celâlî isyanlarına katılmış, bu isyan sebebiyle Balıkesir ve Ayasuluk’a sürülmüştür. Burada da rahat durmayan Dânişmendliler Afyonkarahisar, Sandıklı ve Keçiborlu’da mecburi iskâna tâbi tutulmuşlar, bunu kabul etmeyenler ise Rakka’ya sürülmüşlerdir.
Dânişmendliler’den kendi adına para bastıran ilk hükümdar Gümüştegin Gazi’dir. Gümüştegin’in ve daha sonraki bazı hükümdarların paralarında Grekçe ve Grekçe-Arapça yazılar vardır, basıldıkları yerler ise belirtilmemiştir. Dânişmendli paralarında dikkati çeken husus, birtakım sikkelerin tamamen hıristiyan simgeleri ihtiva etmesidir. Bunun yanında hükümdar portreleri ve aslan simgesini taşıyan paralar da vardır. Dânişmendliler’in hâkimiyeti altında Sivas, Malatya, Kayseri, Niksar, Tokat gibi şehirler önemli iktisadî ve sosyal merkezler olmuşlar, Türk-İslâm şehirleri haline gelme özelliklerini de bu devrede kazanmışlardır.
DANİŞMENDLİLER MİMARİ VE SANAT
MİMARİ. Dânişmendliler, hüküm sürdükleri Amasya, Tokat, Niksar, Sivas ve Kayseri dolaylarında birçok mimari eser meydana getirmişlerdir. Söz konusu eserler gerek malzeme ve teknik, gerekse tasarım ve süsleme açısından iddiasız yapılardır. Ancak bu eserler, Anadolu’da aynı dönemde diğer beylikler tarafından inşa ettirilen yapılarla beraber, gelecek yüzyıllarda şaheserler meydana getirecek olan Anadolu Türk mimarisinin doğuş devresinde kendi kimliğini belirlemeye yönelik ilk örneklerini teşkil etmeleri bakımından önemlidir. Ayrıca bazı Dânişmendli eserleri, daha sonra Selçuklu ve Osmanlı mimarilerinde gelişecek birtakım tasarım şemalarının öncüleri olarak değerlendirilebilmektedir.
KAYSERİ ULU CAMİ
Büyük Selçuklular adına Anadolu’nun önemli bir kesiminde fetih faaliyetlerini yürütmüş olan Dânişmendliler 1086’dan sonra kendi adlarına hareket etmişlerdir. Hâkimiyet kurdukları bu topraklarda bıraktıkları eserler arasında Kayseri, Niksar ve Sivas gibi yeni fethedilen şehirlerin ulucamileri ilk sırayı alır. Bunların yanı sıra Tokat’taki Garipler Camii ve Niksar’daki Cin Camii gibi daha küçük ölçekte birtakım camiler de inşa ettirmişlerdir. Öte yandan Kayseri Kölük Cami-Medresesi ile Tokat ve Niksar’daki Yağıbasan medreseleri, Orta Anadolu’da Dânişmendliler’in tesis ettiği en erken tarihli eğitim yapıları arasında zikredilebilir. Ayrıca günümüzde ancak bir kısmı ayakta olan kümbetlerle hepsi ortadan kalkmış bulunan han, hankah, ribât, saray gibi yapılar da Dânişmendliler’in imar ve inşa faaliyetlerinin eserleridir.
NİKSAR YAĞIBASAN MEDRESESİ
Dânişmendli camileri arasında, Tokat’ın Pazarcık mahallesinde bulunan Garipler Camii günümüze gelebilmiş en eski tarihli Dânişmendli yapısıdır. Kitâbesi olmayan bu caminin, Dânişmendli hânedanının ilk hükümdarı Dânişmend Gazi tarafından yaptırılmış olduğu arşiv kayıtlarından anlaşılmaktadır. Anadolu’da en erken tarihli hünkâr mahfiline sahip cami olan Garipler Camii, ufak boyutlu ve gösterişsiz bir yapı olmasına rağmen merkezî kubbeli ilginç tasarımı ile zamanına göre çok ileri bir hamleyi yansıtmaktadır. Yaklaşık aynı yıllara ait olduğu anlaşılan Buhara yakınındaki Hezâre Kışlağı (Hazar Dikkaruni) Camii ile aralarındaki coğrafî uzaklığa rağmen şaşırtıcı bir benzerlik gösterir. Bu eser, Osmanlı mimarisinde 1458 tarihli Atina Fethiye Camii ile başlayıp XVII. yüzyıl başlarında Sultan Ahmed Camii ile en ihtişamlı örneğini veren tasarım şemasının oldukça erken bir müjdecisidir.
SİVAS ULU CAMİ MİNARESİ
Dânişmendliler’den kalan geniş kapsamlı dinî yapıların en eskisi, hânedanın üçüncü hükümdarı Melik Muhammed zamanında (1134-1143) inşa edilen Kayseri Ulucamii’dir. Sultan Camii olarak da anılan yapının kesme taş örgülü duvarlarla kuşatılmış dikdörtgen planlı harimi, mihrap duvarına paralel uzanan beşer kemerli sekiz neften müteşekkildir. Kuzeydeki iki nefin, ayrıca batı duvarı ile buna bitişik olan minarenin ikinci inşa döneminde (1205) eklendiği tahmin edilmektedir. Minare ile birlikte caminin dış görünümüne hâkim olan pandantifli mihrap önü kubbesini, ikisi mihrap duvarına gömülü, diğer ikisi “L” kesitli dört adet pâyeye oturan kemerler taşımaktadır. Erken tarihli olduğu anlaşılan şadırvanı taçlandıran aydınlık kubbesi harimde mihrap eksenini vurguladığı gibi avlu geleneğini de yaşatmaktadır. Üçü de son derece sade görünümlü olan girişlerden cümle kapısı kuzey cephesine, diğer ikisi yan cephelere karşılıklı olarak yerleştirilmiş, harim mekânı duvarların üst kesiminde yer alan pencerelerle aydınlatılmıştır. Son onarıma ait olan mihrap, aynı şehirdeki Kölük Camii’nin çini mihrabının taşa işlenmiş bir kopyasıdır. Muhdes olmasına rağmen yapının özgün mimarisiyle bağdaşan bu mihrabın yerinde, XVIII. yüzyılın birinci yarısına tarihlenen Kütahya çinileri ve Avrupa (muhtemelen Venedik) menşeli çinilerle kaplı bir yüzeyin kuşattığı oymalı ahşap bir nişin bulunduğu bilinmektedir. Özgün tasarımını kısmen koruyabilmiş olan ahşap minberde taklit kündekârî tekniğiyle imal edilmiş yıldızlar, rozetler, çeşitli nebatî süsleme unsurları ve âyet kuşakları dikkati çekmektedir. Kayseri Ulucamii’nin, Melik Muhammed’in kardeşi Nizâmeddin Yağıbasan’ın oğlu Muzafferüddin Mahmud tarafından vakfedildiği anlaşılan ve halen Ankara Etnografya Müzesi’nde teşhir edilen ahşap kapı kanatları, geometrik ve nebatî süsleme unsurları ile Anadolu ahşap işçiliğinin XIII. yüzyıl başlarına ait değerli örneklerini teşkil etmektedir.
TOKAT YAĞIBASAN MEDRESESİ
Melik Gazi Camii adıyla da anılan Niksar Ulucamii, kitâbesiz olmasına rağmen sözlü geleneğin verilerine göre 540 (1145) yılına tarihlendirilmektedir. Nizâmeddin Yağıbasan’ın saltanatı sırasında (1143-1164) ve bizzat onun tarafından yaptırılmış olması gereken camiyi, Çepnizâde Hasan Bey adında bir kişinin inşa ettirdiği yolunda mahallî bir rivayet de vardır. Niksar Ulucamii’nin derinliğine gelişen dikdörtgen planlı harimini sınırlayan duvarlar moloz taşlarla inşa edilmiş, düzensiz örgü köşelerde iri boyutlu devşirme bloklarla donatılmıştır. Harim enine beş, derinliğine yedi tane olmak üzere toplam otuz beş adet değişken boyutlu, bağımsız örtü sistemine sahiptir. Bu mekân birimlerinin köşelerinde yükselen kesme taş pâyelere sivri kemerler oturmakta, bunlar mihrabın önünde ve harimin ortasında pandantifli kubbeleri, diğer yerlerde ise çapraz tonozları taşımaktadır. Mihrap önü kubbesi dışarıdan onikigen kasnaklı piramit şeklinde bir külâhla örtülmüş, harimin merkezindeki kubbenin altında maksûre veya hünkâr mahfili niteliğinde bir seki meydana getirilmiştir. Muhtemelen bu mahfilin varlığından ötürü kuzey cephesindeki âbidevî taçkapı eksenden batıya doğru kaydırılmıştır. Öte yandan batı duvarına tâli bir giriş açılmıştır. İki kubbe dışında aslında düz toprak damla örtülü olduğu anlaşılan cami, günümüzde kiremit örtülü bir ahşap çatı altına alınmış bulunmaktadır. Kuzey cephesinde, yanlardan duvarlarla kapatılmış olan, ahşap direkli sundurma niteliğinde bir son cemaat yerinin varlığı dikkati çekmektedir. Caminin batı cephesine bitişik olan minare kesme taştan, sekizgen prizma biçiminde bir kaideye oturmakta, papuç kısmından itibaren tuğla örgülü ve daire kesitli olarak devam etmektedir. İkisi de âbidevî boyutlarda ve bir üslûp birliği içinde tasarlanmış bulunan taçkapı ile mihrapta görülen alçak kabartma geometrik ve nebatî süslemeler, dönemin ilginç mimari bezemeleri olarak değerlendirilebilir. Niksar Ulucamii, Anadolu Türk mimarisinde çok destekli, ahşap çatılı eski tip cami tasarımının gelişmesi sonucunda ortaya çıkan ve XIV. yüzyılın sonlarında Bursa Ulucamii ile en parlak örneğini veren, bağımsız örtü unsurları ile donatılmış çok mekânlı cami tasarımının en erken uygulamalarından birini teşkil etmektedir. Ayrıca -sundurma düzeyinde de olsa- son cemaat yerinin varlığı bu yapıyı birtakım müstakbel gelişmelerin öncüsü haline getirmiştir.
Nizâmeddin Yağıbasan tarafından 1143-1164 yılları arasında inşa ettirildiği tahmin edilen diğer bir önemli Dânişmendli eseri de Kayseri’de birbirine bağımlı olarak tasarlanmış Kölük Camii ve Medresesi’dir. Yapının kuzeydoğu köşesindeki taçkapının üzerinde, 607 (1210) yılında adı geçen melikin torunu Atsız Elti Hatun tarafından tamir ettirildiğini belirten bir kitâbe bulunmaktadır. Ayrıca kuzey cephesinin batı köşesinde 1301 (1883), kuzey cephesindeki cami girişi üzerinde de 1325 (1907) tarihlerini taşıyan onarım kitâbeleri yer alır. Bu arada caminin 735 (1335) depreminde yıkıldığı, ardından Kölük Şemseddin adında bir hayır sahibi tarafından ihya edildiği ve bundan böyle Kölük Camii adını aldığı bilinmektedir. Enine dikdörtgen bir plan gösteren yapının doğu kesimi camiye, batı kesimi medreseye tahsis edilmiştir. Aynı mimari bütün içine yerleştirilerek kuzey yönünde bağımsız girişlerle donatılmış bulunan bu iki bölümün arasına kıble doğrultusunda uzanan, ince uzun dikdörtgen planlı, iki yandan sivri beşik tonozlarla örtülü, ortası açık bir avlu yerleştirilmiştir. Cami ile medrese söz konusu avluya üçer kemerle açılmaktadır. Kölük Camii’nin en ilginç mimari unsurlarından biri, çatı üzerine yerleştirilmiş olan altıgen planlı, altıgen kesitli sütunçelerin taşıdığı kaş kemerlerden ve altıgen piramit biçiminde bir külâhtan oluşan “köşk minare”dir. Basık kemerli asıl girişi taçlandıran mukarnaslı yaşmağı, yaşmağı kuşatan lotüs-palmet dizili sivri kemeri, müzeyyen yan nişleri ve geometrik dış bordürü ile kuzeydoğudaki taçkapı, Anadolu Selçuklu taçkapılarının parlak geleceğinin müjdecisi olmaktadır. Mimari süsleme açısından asıl önemli olan unsur mozaik çinili muhteşem mihraptır. Araştırmacıların XIII. yüzyılın ikinci yarısına tarihledikleri, Konya Alâeddin Camii’ndekinden sonra Anadolu’da kendi türünün en parlak örneğini teşkil eden bu mihrabın taş süslemeli eski mihrabın üzerine kaplandığı anlaşılmaktadır. Mozaik çini tekniğinin kusursuz bir işçilikle uygulanmış olduğu mihrapta Selçuk neshi ve kûfî hatlar, çeşitli geometrik ve nebatî motiflerden oluşan girift kompozisyon şemaları göze çarpmaktadır.
Kölük Cami-Medresesi, XII. yüzyılın birinci çeyreğine ait bir Artuklu eseri olan Mardin Emînüddin Külliyesi’nden sonra, Anadolu Türk mimarisi tarihinde cami ve medrese fonksiyonlarının aynı mimari bünye içinde müşterek bir avlunun çevresinde çözümlendiği ikinci örnektir. Ayrıca sonraki yüzyıllar boyunca geliştirilerek Osmanlı mimarisinin altın çağında Mimar Sinan’ın en başarılı şekilde uyguladığı cami-medrese ikililerinin öncülerinden birini oluşturmaktadır.
Niksar’ın Taşmektep mahallesinde bulunan 555 (1160) tarihli Cin Camii, Dânişmendliler’e ait küçük boyutlu dinî yapıların ilginç bir örneğini teşkil etmektedir. Enine gelişen dikdörtgen planlı harim moloz taş örgülü duvarlarla kuşatılmış, duvar örgüsü yer yer devşirme bloklarla takviye edilmiştir. Üstü bir beşik tonozla örtülü olan, duvarlarında hiçbir pencerenin bulunmadığı camiye, kuzey duvarı yamaca yaslandığı için batı duvarının kuzey köşesindeki kapıdan girilmektedir. Mihrap yuvarlak bir çıkıntı halinde dışarıya taşırılmıştır. Bütün bu özellikleriyle ilk bakışta tek nefli bir şapeli andıran Cin Camii, birtakım mahallî Bizans etkilerinin görüldüğü özgün bir yapı olmaktadır.
Sivas Ulucamii’nin, 1955 onarımı sırasında toprak hafriyatında bulunan kitâbelerinden birinde Selçuklu Sultanı II. Kılıcarslan’ın oğlu Sivas Meliki Kutbüddin Melikşah zamanında Kızılarslan b. İbrâhim tarafından 593’te (1197) inşa ettirildiği belirtilmektedir. Ancak erken dönem Anadolu Türk mimarisi uzmanları, mimari özelliklerinden hareketle caminin Dânişmendliler tarafından XII. yüzyılın daha erken bir diliminde yapıldığını kabul etmektedirler. İtinalı bir kesme taş işçiliği gösteren yapıda enine dikdörtgen planlı harim kısmı, mihrap duvarına dik uzanan on bir neften meydana gelir. Kalın pâyelere oturan geniş sivri kemerler bu nefleri ayırmakta ve ahşap kirişli düz toprak damı taşımaktadır. Harimin kuzey yönünde aynı ende, yatık dikdörtgen planlı, üç girişle donatılmış bir avlu yer alır. Harimin giriş (kuzey) cephesinde bulunan iki küçük mihrap, ayrıca yine bu cephenin önünde araştırmacıların vaktiyle tesbit ettiği kemer ayakları, günümüzdeki ahşap direkli muhdes sundurmanın yerinde aslında pâyeli ve kemerli bir son cemaat yerinin bulunduğunu göstermektedir. Yine bu cephenin ekseninde yer alan basık kemerli taçkapıda son derece yalın bir tasarıma gidildiği, süsleme olarak kilit taşındaki rozet kabartması ile yetinildiği görülmektedir. Aynı yalınlığın hâkim olduğu iç mekânda bazı pâyelerle kemerlere kondurulmuş rozetlerden başka herhangi bir süslemeye rastlanmamaktadır. Buna karşılık 1955’te bulunan ikinci kitâbeden, 609 (1213) yılında Yûsuf adında bir şahıs tarafından yapıya eklendiği anlaşılan harimin güneydoğu köşesindeki tuğla örgülü minare, Anadolu öncesi Türk mimarisinin geleneklerini sürdüren ilginç süslemeleriyle dikkati çekmektedir. Sivas Ulucamii, gerek tasarımındaki basitliğe rağmen âhenkli oranları ve yalınlığı ile insanı etkileyen harim mekânı açısından, gerekse Anadolu’daki en erken tarihli avlu ve son cemaat yeri uygulamalarından birine sahip olması bakımından mimari tarihimizde önemli bir yere sahiptir.
Camilerin yanı sıra Dânişmendliler’in Anadolu’da medreselerin gelişiminde de önemli hizmetleri olmuştur. Tamamen kendine özgü bir yapı olan Kayseri Kölük Medresesi’nin cami-medreselerin oluşumuna öncülük etmesi gibi, Nizâmeddin Yağıbasan’ın XII. yüzyılın ortalarında Tokat ile Niksar’da inşa ettirdiği medreseler de Anadolu Türk mimarisinde “kubbeli medreseler” olarak adlandırılan, en ihtişamlı örneklerine XIII. yüzyılda rastlanan, avluları aydınlık kubbeleriyle örtülü medreselerin en erken örneklerini teşkil etmektedir. İkisi de harap durumda olan bu yapılarda köşelerde tromplar, merkezde açıklıklarla donatılmış kubbelerin örttüğü kare planlı avlular tasarımın çekirdeğini oluşturmakta, söz konusu avlunun çevresinde dershaneler ve hücreler sıralanmaktadır.
Moloz taştan inşa edilen Tokat Yağıbasan Medresesi’nde, Türk mimarisinin en eski tasarım şeması olan, birtakım kozmik sembolleri ifade ettiği bilinen ve kökleri İslâm öncesi Horasan mimarisine kadar inen dört eyvanlı şemanın üç eyvanlı değişik bir şekli uygulanmıştır. Kuzeydeki küçük eyvan giriş, batıdaki ve kıble yönündeki mihraplı eyvan da dershane olarak değerlendirilmiştir. Avluyu örten kubbenin 14 metreye varan çapı, inşaat tekniği açısından yapıldığı dönem için oldukça ileri bir merhaleyi gösterir. Gerçekten de Anadolu’da uzun süre kubbe çaplarında 8-10 m. gibi ölçüler dolayında kalınmıştır. Bu hususta Tokat Yağıbasan Medresesi, ancak XIV. yüzyılın birinci çeyreğine tarihlenen Eski Çine Ahmed Gazi Mescidi’nin 17 m. çapında kubbesiyle geride bırakılabilmiştir.
Dânişmendli eseri olan mezar anıtlarının en eskisi, Dânişmend Gazi’ye ait Niksar Melik Gazi Kümbeti’dir. Kare planlı yapı bir kısmı devşirme olan kesme taşlarla inşa edilmiş, Türk üçgenlerine oturan bir kubbe ile örtülmüştür. Basık kemerli kapının çevresindeki izlerden, burada üç birimli ve kubbeli bir giriş revakının mevcut olduğu anlaşılmaktadır. Dânişmend Gazi’nin emîrlerinden 1106’da vefat eden Karategin’in Çankırı Kalesi’ndeki kümbeti, bilinçsiz onarımlar sonucunda ilk mimari özelliklerini hemen bütünüyle yitirmiştir. Buna karşılık Niksar’da Melik Gazi Kümbeti’nin yakınında yükselen ve XII. yüzyılın sonlarına tarihlendirilen, Dânişmendli emîrlerinden Arslandoğmuş’a ait Kulak Kümbeti devrinin özelliklerini yansıtır. Burada moloz taşlarla örülmüş olan duvarların dışı, itinalı bir işçilik gösteren kesme taş tabakası ile kaplanmıştır. Sekizgen planlı mekânı örten kubbe sekizgen piramit biçiminde bir külâhla donatılmış, kuzeybatı kenarındaki giriş sivri kemerli, pencereler yuvarlak kemerli olarak yapılmıştır. Girişte yer alan kitâbede örgülü kûfî yazı dikkati çekmektedir.
XII. yüzyılın sonlarına tarihlendirilen diğer bir Dânişmendli mezar anıtı, Pınarbaşı’nın Pazarören bucağına bağlı Melikgazi köyündeki Melik Gazi Kümbeti’dir. Söz konusu yapı malzeme, tasarım ve süsleme ayrıntıları açısından Merâga’daki Kümbed-i Kırmız ile büyük benzerlik göstermekte, Azerbaycan üzerinden Anadolu’ya intikal eden Büyük Selçuklu mimari mirasını yansıtmaktadır. Tuğladan inşa edilmiş olan kümbetin kare planlı mekânı içeriden tromplu bir kubbe, dışarıdan sekizgen piramit şeklinde bir külâhla örtülmüştür. Dört eyvanlı mumyalık bölümü kesme taşlarla inşa edilmiş, ancak tuğla örgülü haçvari bir tonozla kapatılmıştır. Kümbetin cephelerinde mimari tasarımla uyum içinde olan zengin geometrik tuğla bezeme görülmektedir. Sekizgenin köşelerindeki, üst yapının ağırlığını taşıyan iri pilastırların yüzeyi mukarnaslarla son bulan ince uzun nişlerle hareketlendirilmiştir. Köşeler ince sütunçelerle yumuşatılmış, mukarnaslı nişler dikdörtgen panolarla taçlandırılmıştır. Pilastırların arasında kalan yüzeyler üstte birer tahfif kemeriyle donatılmış, gerek bu yüzeyler gerekse cephelerdeki diğer mimari unsurların yüzeyleri, Horasan ve İran’daki büyük Selçuklu kümbetlerinde benzerlerine rastlanan, balık sırtı ve baklava motiflerinin ağır bastığı tuğla bezemelerle doldurulmuştur.
Günümüzdeki Amasya-Çorum devlet yolunun Amasya bitiminde, şehre 6 km. uzaklıkta Yeşilırmak’ın üzerinde yer alan Çağlayan (Çalâkçalık) Köprüsü’nün XII. yüzyılın birinci yarısı içinde, Melik Nizâmeddin Yağıbasan’ın emîrlerinden İltegin Gazi oğlu Hüsâmüddevle Hasan tarafından yaptırıldığı anlaşılmaktadır. Tuğla hatıllı kesme taştan almaşık bir örgü gösteren 70 m. uzunluğundaki köprünün altı geniş açıklığı tuğladan yuvarlak kemerlerle geçilmiş, ayaklar batı yönünde mahmuzlarla donatılmıştır. Aynı yönde köprünün ekseninde yükselen burç görünümlü harap bölümün bir tür tarih köşkü olduğu tahmin edilmektedir. Çağlayan Köprüsü, erken dönem Anadolu Türk mimarisinde pek görülmeyen, ancak XIV. yüzyılda Batı Anadolu beyliklerinin yapılarında yaygınlaşan almaşık örgüsü özel bir mahiyet gösterir. Ayrıca ileride Osmanlı köprü tasarımının vazgeçilmez unsuru haline gelecek olan tarih köşklerinin en erken örneğini teşkil etmesiyle de kendi türünün gelişme çizgisi içinde önemli bir yere sahiptir.
Niksar’da Yağıbasan Mescidi ile Kümbeti, yine Niksar’da Sungur Bey ve Çepni Bey kümbetleri, günümüzde kısmen ayakta olmakla birlikte mimari özelliklerini büyük ölçüde yitirmiş bulunan Dânişmendli eserleri arasında zikredilebilir. Bu arada Amasya’daki Küçük Ağa Külliyesi de kuruluşu Dânişmendli dönemine inen, ancak Osmanlı devrinde XV. yüzyılın sonlarında hemen bütünüyle değişime uğrayarak ihya edilmiş bir yapı topluluğudur. Diğer taraftan Amasya’daki Yağıbasan Hanı ve Dânişmend Gazi Sarayı, Gümenek Ribâtı, Gümüş’teki Süleyman Ribâtı, Kayseri’deki Melik Gazi Medresesi, Sivas’taki Battal Gazi Mescidi, Yağıbasan Hankahı ve Zahîrüddin İli Hanı varlıkları kaynaklardan tesbit edilen, fakat günümüze gelmemiş olan Dânişmendli eserlerini teşkil etmektedir.
KAYNAK
https://islamansiklopedisi.org.tr/