SAMANOĞLULARI
SAMANİ DEVLETİ
Hânedan adını, Belh şehrinin hâkimi iken düşmanlarının baskısından kaçarak Emevîler’in Horasan valisi Esed b. Abdullah el-Kasrî’ye sığınan ve onun yardımları sayesinde Belh’i yeniden ele geçiren Sâmânhudât’tan alır. Sâmânîler’in kökeni hakkında iki görüş vardır. İran menşeli olduklarını savunan görüşün en önemli dayanağını, Behram Çubin’e ve İranlılar’ın efsanevî hükümdarı Keyûmers’e kadar uzanan soy kütükleri oluşturmaktadır. Buna karşı çıkanlar, şecerelerde Guzek (İbn Hurdâzbih, s. 39), Tamgaç (Dîvânü lugāti’t-Türk Tercümesi, I, 454) gibi Türk isimlerinin de geçtiğini, Behram Çubin’in İran kisrâsına karşı başarısız bir isyan girişiminin ardından Göktürk hakanının yanına giderek onun kızıyla evlendiğini, kaynaklarda birbirinden farklı şekilde Sâmânîler’in ortaya çıktığı yer adları olarak geçen Semerkant, Belh ve Eşnas şehirlerinin Akhunlar döneminden beri Türkler’in hâkimiyetinde bulunduğunu, ailenin atası Sâmân’ın unvanı olan “hudât” kelimesinin Farsça’da “sahip”, eski Uygur Türkçesi’nde “unvan ve rütbe” anlamında kullanıldığını belirterek Türk kökenli olduklarını ileri sürerler (Caferoğlu, s. 83; Usta, s. 59-76). Ailenin İran kökenine dayandığını söyleyenlerin diğer bir delili de İran dili ve edebiyatının bu hânedan devrinde zirveye çıkmış olmasıdır. Ancak bu gelişmeyi sadece Sâmânîler dönemine bağlamak doğru değildir. Çünkü Sâmânîler, Farsça yazan şair ve edipler kadar Arapça yazanları da himaye etmişler, divanlarında resmî dil olarak Arapça’yı kullanmışlardır. Sâmânîler’in Türk kökenli olduğunu söyleyen Reşîdüddin Fazlullāh-ı Hemedânî onların Oğuzlar’dan (Türkmen) geldiklerini ileri sürmüş, ancak bu görüş kendisinin Sâmânîler’den birkaç yüzyıl sonra yaşamış olması ve kaynak belirtmemesinden ötürü şüpheyle karşılanmıştır. Yukarıda verilen bilgiler yanında bazı kaynaklarda “Sâmânî Türkleri” tabirinin geçtiği (Makdisî, s. 358; İbn Miskeveyh, II, 140-141) dikkate alınarak Sâmânîler’in Türk asıllı olmaları ihtimalinin çok daha yüksek olduğu söylenebilir.
Sâmânhudât’ın 724-727 yılları arasında Horasan valiliği yapan Esed b. Abdullah’ın teşvikiyle Müslümanlığı kabul ettiği ve oğluna onun adını verdiği bilinmektedir. Bu tarihten 204 (819) yılına kadar kaynaklarda Sâmânîler’e yer verilmemiştir. Râfi‘ b. Leys’in Abbâsîler’e karşı Mâverâünnehir’de başlattığı isyanın bastırılmasındaki hizmetlerinden ötürü Abbâsî halifesi Me’mûn’un emriyle Esed b. Sâmânhudât’ın oğullarından Nûh Semerkant’a, Ahmed Fergana’ya, Yahyâ Şâş’a, Ebü’l-Fazl İlyas Herat’a vali tayin edildi; bu tayinlerle Sâmânîler hânedanının temelleri atıldı (204/819) ve aile dört kola ayrıldı. Ailenin Herat kolu, İlyas’ın oğlu İbrâhim’in Tâhirîler adına 253’te (867) Saffârîler’e karşı yaptığı savaşı kaybedip Ya‘kūb b. Leys es-Saffâr’a esir düşmesiyle birlikte ortadan kalktı. Ailenin reisi durumundaki Semerkant valisi Nûh, Tâhirîler ve Abbâsîler’le iyi geçinerek Sâmânîler’in Mâverâünnehir’deki hâkimiyetini sağlamlaştırdı. Bu sırada gözden düşmüş olan Abbâsî kumandanı Afşin’in (Haydar b. Kâvûs) oğlu Hasan’ın yakalanmasında Abbâsîler’e yardım eden Nûh, İsfîcâb civarındaki Türkler’e karşı başarılı bir sefer düzenledi. Şehir ve etrafındaki bağlar Nûh’un emriyle Türk akınlarına karşı bir surla çevrildi. Onun ölümünün (227/841-42) ardından aile reisliği kardeşi Ahmed’e geçti. Yirmi yılı aşkın bir süre valilik yapmasına rağmen faaliyetleri hakkında yeterli bilgi bulunmayan Ahmed’in ölümünden (250/864) sonra yerini oğlu Nasr aldı. Halife Mu‘temid-Alellah, 261 (874-75) yılında Mâverâünnehir’in idaresini bir fermanla Nasr b. Ahmed’e verdi. Sâmânîler’in bölgedeki hâkimiyetlerinin halife tarafından onaylandığı bu tarih bazı araştırmacılarca devletin kuruluş tarihi olarak kabul edilmektedir.
Nasr, aynı yıl Buhara halkının isteği üzerine kardeşi İsmâil b. Ahmed’i bu şehre vali tayin etti. Buhara’da asayişi sağlayan ve Hüseyin b. Ali et-Tâî yönetimindeki Hârizmliler’in saldırısını bertaraf eden İsmâil, daha sonra Tâhirîler’in Horasan valisi Râfi‘ b. Herseme’nin desteğiyle ağabeyine karşı isyan etti. Fakat hareketi başarısız oldu ve Nasr’ın ileri sürdüğü şartları kabul etmeye, yıllık 500.000 dirhem haraç vermeye mecbur oldu. İsmâil ağabeyine bir defa daha isyan etti. 275 (888) yılında Semerkant yakınlarında Nasr’ı yenilgiye uğratıp esir aldı, ancak ona çok iyi davrandı ve makamında bırakıp Semerkant’a gönderdi. Nasr’ın ölümüyle (279/892) hâkimiyet İsmâil b. Ahmed’in eline geçti ve Buhara başşehir yapıldı.
İsmâil b. Ahmed, ertesi yıl Mâverâünnehir topraklarını gayri müslim Türkler’in akınlarından korumak üzere doğuya Tarâz’a (Talas) kadar uzanan bir sefer düzenleyerek şehri ele geçirdi. Sâmânîler bu dönemde doğudaki en geniş sınırlarına ulaştı. Fetihlerin istikametini batıya çeviren İsmâil, Saffârî Emîri Amr b. Leys’i Belh savaşında yenerek esir aldı ve onu Bağdat’a gönderdi (287/900). Bu başarısından dolayı kendisine halife tarafından Horasan, Taberistan ve Deylem’in hâkimiyet menşurları verildi. Ancak İsmâil, Taberistan ve Deylem’e hâkim olmak için buranın hâkimi konumundaki Ali evlâdı ile mücadele etmek zorunda kaldı. Taberistan ve Deylem 287 (900) ve 291 (904) yıllarında yapılan iki seferle Sâmânîler’e bağlandı. 295’te (907) vefat eden İsmâil b. Ahmed’in yerine oğlu Ahmed geçti. Yeni hükümdar, halifenin onayını alıp Amr b. Leys’in ölümünün ardından karışıklıklar içine düşmüş olan Sîstan’a Hüseyin b. Ali el-Merverrûzî kumandasında bir ordu gönderdi (298/911). Başşehir Zerenc’e giren Sâmânî ordusu bütün eyalete hâkim oldu. Ertesi yıl çıkan isyan üzerine bir ordu yollayarak Sîstan’ı tekrar Sâmânî hâkimiyetine aldı. Bu arada Taberistan’da başlayan Seyyid Nâsır-ı Kebîr liderliğindeki isyan bütün eyalete yayıldı. Ahmed b. İsmâil buna karşı sefer hazırlığındayken Sîstan valiliğine tayin edilmediği için kendisine kırgın olan Hüseyin b. Ali el-Merverrûzî ve devletin başına geçmek isteyen Mansûr b. İshak tarafından teşvik edilen kendi gulâmlarınca öldürüldü (301/914). Yerine henüz çocuk yaştaki Nasr b. Ahmed hükümdar oldu. II. Nasr’ın ilk yılları tahtı ele geçirmek amacıyla çıkarılan iç isyanları bastırmakla geçti. Bu arada Sîstan bir isyan neticesinde elden çıktı. Taberistan’da babasının döneminde başlayan isyan daha da büyüdü; Zeydîler’den Hasan b. Kāsım’ın emriyle harekete geçen Leylâ b. Nu‘mân kumandasındaki ordu 308’de (921) Nîşâbur’u ele geçirdi. Bununla birlikte aynı yıl Sâmânî kumandanı Hâmûye b. Ali, Leylâ b. Nu‘mân’ı mağlûp ederek Horasan’daki durumu yeniden Sâmânîler’in lehine çevirdi. 314’te (926) Rey üzerine yürüyen II. Nasr saltanatının ilk yıllarında elinden çıkmış olan bu önemli şehri tekrar ele geçirdi. Bu arada Taberistan’da yeniden Sâmânî hâkimiyeti sağlandı. 323’te (935) Mâkân b. Kâkî’nin düzenlediği seferle Kirman bir süreliğine de olsa Sâmânîler’e bağlandı. Sâmânîler, Büveyhîler’le ittifak yaparak Ziyârîler’e büyük bir darbe vurdular (329/940-41). Saltanatının sonlarına doğru devleti batıdaki en geniş sınırlarına ulaştıran II. Nasr döneminin bir diğer önemli olayı Horasan ve Mâverâünnehir’de gelişen Bâtınî-İsmâilî hareketidir. II. Nasr’ın adı geçen bölgelerde kendisine birçok taraftar bulan bu mezhebe girdiği rivayet edilirse de (İbnü’n-Nedîm, s. 234; Nizâmülmülk, s. 285-300) bu doğru değildir.
II. Nasr’ın ölümünün (331/943) ardından yerine geçen oğlu I. Nûh, Bâtınîler’e karşı harekete geçip onları bertaraf etti ve Hârizm’de çıkan bir isyanı bastırdı. I. Nûh’un saltanatının bundan sonraki yılları ağırlıklı olarak eski Horasan valisi Ebû Ali b. Muhtâc’ın çıkardığı isyanlar ve Büveyhîler’e karşı mücadele ile geçti. Bu arada Muhtâcoğulları’nın devlet içinde giderek artan nüfuzunu kırma çabasının sonucunda başlayan ve 337 (948-49) yılına kadar süren mücadelenin ardından Ebû Ali’nin isyanını güçlükle bastıran Nûh tekrar Büveyhîler’le mücadeleye girişti. Sâmânîler adına bu mücadeleyi yürüten Horasan Valisi Mansûr b. Kara Tegin bu görevden affedilmesini isteyince Ebû Ali b. Muhtâc yeniden Horasan valiliğine getirildi (341/952). Büveyhîler’in üzerine sefere çıkan Ebû Ali, Sâmânî ordusuyla karşılaşmaya cesaret edemeyen Büveyhî Emîri Rüknüddevle’nin yaptığı yıllık 200.000 dinar vergi ödeme teklifini kabul etti. Ancak Sâmânî ordusu bölgeden ayrılır ayrılmaz Rüknüddevle, Taberistan ve Cürcân’ı geri aldı (342/953). Ebû Ali, Büveyhîler’le yaptığı antlaşmadan memnun olmayan I. Nûh tarafından görevinden azledilince ikinci defa isyan etti ve Rüknüddevle’ye sığındı. Bu arada I. Nûh öldü, yerine oğlu I. Abdülmelik geçti (25 Rebîülâhir 343 / 28 Ağustos 954). I. Abdülmelik, Büveyhîler’in nüfuzu altındaki Halife Mutî‘-Lillâh’tan aldığı menşurla bağımsızlığını ilân eden Ebû Ali’nin üzerine yeni Horasan valisi Bekir b. Mâlik’i gönderdi. Bekir isyanı bastırdı ve Büveyhîler’le yeni bir antlaşma yaptı. I. Abdülmelik b. Nûh dönemi, devlet içinde Alp Tegin gibi Türk kumandanlarının nüfuzunun ve idarî işlere müdahalelerinin başladığı bir devir oldu. Alp Tegin’in nüfuzundan kurtulmak için onu Horasan’a vali tayin eden I. Abdülmelik 350 (961) yılında ölünce yerine Alp Tegin’in tavsiyesiyle oğlu Nasr geçirildi. Henüz çok küçük olan Nasr’ın yerini birkaç gün sonra amcası I. Mansûr b. Nûh aldı. Alp Tegin, Nasr’ı yeniden başa geçirmek için Buhara üzerine yürüdüyse de daha sonra başına geleceklerden korkarak emrindeki kuvvetlerle Gazne’ye çekildi. I. Mansûr devrinde Sâmânîler Devleti toparlanma sürecine girdi. Alp Tegin’in nüfuzunun bertaraf edilmesinin ardından Horasan Valisi Ebû Mansûr Muhammed b. Abdürrezzâk’ın çıkardığı isyan bastırıldı. Mansûr, Halef es-Sâffâr’ın ödemekte olduğu vergileri göndermeyince Saffârîler’e karşı yedi yıl süren çeşitli seferler düzenledi ve sonunda Halef, Sâmânîler adına hutbe okutmayı kabul etti (361/972). İbnü’l-Esîr, Halef’in isyanını Sâmânîler’de ortaya çıkan ilk zaaf alâmeti diye gösterir ve bu olayın ardından çevredeki emîrlerin Sâmânî topraklarına göz dikmeye başladığını söyler (el-Kâmil, VIII, 564). Batıdaki mücadele, dönemin güçlü kumandanlarından Ebü’l-Hasan Muhammed b. İbrâhim es-Simcûrî’nin gayretleri sayesinde Büveyhî Emîri Adudüddevle ile yapılan bir antlaşmayla sona erdirildi (361/972). I. Mansûr 365’te (976) öldü. Halefi ve oğlu II. Nûh’un iktidarının ilk yılları annesiyle Vezir Ebû Abdullah el-Ceyhânî ve Ebü’l-Hüseyin (Ebü’l-Hasan) Abdullah (Ubeydullah) b. Ahmed el-Utbî’nin tahakkümü altında geçti. Bu arada kumandanlar arasındaki nüfuz mücadelesi daha da şiddetlendi. Sîstan’da Sâmânîler’in aleyhine yeni gelişmeler oldu. Ebü’l-Hasan es-Simcûrî kumandasında buraya gönderilen bir ordu geçici olarak durumu kontrol altına almayı başardı. Taberistan ve Cürcân’ı ele geçiren Büveyhîler’e karşı Horasan Valisi Ebü’l-Abbas Hüsâmüddevle Taş kumandasında yapılan sefer Cürcân önlerinde başarısızlığa uğradı (372/982-83). Bu durumu fırsat bilen Ebû Ali es-Simcûrî, babası Ebü’l-Hasan’ı ve Hâcib Fâik el-Hâssa’yı yanına alıp kendisine rakip olarak gördüğü Horasan valisine karşı harekete geçtiyse de taraflar herhangi bir mücadele olmadan anlaştılar. Ancak bir süre sonra Sâmânîler’le arası tekrar bozulan Ebû Ali es-Simcûrî ve Fâik el-Hâssa bu defa Karahanlı Hükümdarı Hârun Buğra Han ile Sâmânî topraklarının paylaşımı konusunda gizli bir anlaşma yaparak onu Mâverâünnehir üzerine yürümeye teşvik ettiler. Hârun Buğra Han harekete geçip Buhara’yı ele geçirdi (Rebîülevvel 382 / Mayıs 992). Buğra Han’ın kısa bir süre sonra hastalanarak vefat etmesinin ardından II. Nûh Selçuklu Türkmenleri’nin de yardımıyla tekrar Buhara’ya hâkim oldu (15 Cemâziyelâhir 382 / 18 Ağustos 992). Karahanlı tehlikesinin son bulmasının ardından II. Nûh âsi kumandanlarına karşı Gazne Hükümdarı Sebük Tegin’in yardımına başvurdu. Bu sayede onların isyanını bastırmayı başardı. Sebük Tegin’den sağlanan bu yardım Sâmânîler’i Gazneliler’in nüfuzu altına soktu. Ancak Gazneliler şeklen de olsa Sâmânîler’e tâbi olmayı sürdürdüler. Sebük Tegin, 386’da (996) yeniden Mâverâünnehir’e yürüyen Karahanlılar’la Sâmânîler adına Katvân çölü sınır olmak üzere bir anlaşma yaptı. II. Nûh 387’de (997) öldü. Yerine geçen oğlu II. Mansûr, Gazne Hükümdarı Mahmud’un elinde bulunan Horasan valiliği görevini Hâcib Begtüzün’e verdi. Bu durum Gazneliler’le Sâmânîler arasındaki dostluğun bozulmasına yol açtı. Taraflar savaşmak için harekete geçtikleri sırada II. Mansûr, Begtüzün ve Fâik el-Hâssa tarafından düzenlenen bir komplo ile tahttan indirildi ve gözleri kör edilerek Buhara’ya gönderildi. Yerine kardeşi II. Abdülmelik getirildi. Bu olayın ardından Gazne ordusuyla yapılan savaş Sâmânîler’in yenilgisiyle sonuçlandı (389/999). Bu yenilgi sonrasında Sâmânîler, Horasan topraklarını kaybettiler. II. Abdülmelik’in Fâik el-Hâssa ve Begtüzün’ün denetimindeki kısa saltanatı Karahanlılar’ın Buhara’yı işgaliyle son buldu (Zilkade 389 / Ekim 999). Şehirde bulunan Sâmânî ailesi mensupları Özkent’e götürülüp hapsedildi. Bunlardan II. Abdülmelik’in kardeşi Ebû İbrâhim İsmâil b. Nûh, ertesi yıl hapisten kaçarak Hâcib Arslan Balu ve Sâmânîler’in tarafını tutan halkın yardımıyla Buhara’yı yeniden ele geçirdi. Müntasır lakabıyla Sâmânî tahtına çıkan İsmâil b. Nûh’un Sâmânîler Devleti’ni yeniden toparlamak için Mâverâünnehir’de Karahanlılar’la, Horasan’da Gazneliler’le yaptığı mücadeleler neticesiz kaldı. Özellikle kendisine yardımcı olan Ziyârî Hükümdarı Kābûs’un, Rey’i ele geçirmesi hususunda yaptığı teklifi fazla ciddiye almaması onun için büyük bir hataydı. Son olarak gittiği Mâverâünnehir’de kendisini mağlûp eden Karahanlı kuvvetlerinin takibinden kurtulmak üzere Ceyhun nehrini geçtikten sonra Merv civarında girdiği çölde sığındığı bir Arap kabilesi tarafından öldürüldü (395/1005). Onun ölümüyle Sâmânîler Devleti tarihe karışmış oldu.
İdarî ve Askerî Teşkilât. Sâmânî emîrleri I. Nûh’tan itibaren “melik” lakabını almış, II. Nûh b. Mansûr ise “şâhânşâh” unvanını kullanmıştır (Nizâmülmülk, s. 218). Sâmânî hükümdarları para basmak, hutbe okutmak, lakap, menşur, sancak ve hil‘at vermek gibi hükümdarlığın bütün yetkilerine sahipti. Sâmânîler, Abbâsî halifeleriyle iyi ilişkilerine rağmen onların Büveyhîler’in nüfuzunda bulundukları dönemde halifeyi tanıma konusunda günün şartlarına göre davranmışlar, zaman zaman zaafa düşmekle birlikte devletlerarası ilişkilerde başarılı olmuşlardır. Bu durumu Büveyhîler ve Gazneliler’le yaptıkları antlaşmalarda açık bir şekilde görmek mümkündür. 389 (999) yılına kadar basılan Gazneli paralarında metbû olarak Sâmânî hükümdarlarının isimlerinin bulunması onların bu alandaki başarılarının bir göstergesidir. Dış siyasetteki bu olumlu havaya rağmen iç siyasette hükümdarların kumandan ve devlet adamlarının tahakkümü altında kaldıkları ve buna karşı herhangi bir önlem alamadıkları görülmektedir.
Sâmânîler’in hüküm sürdüğü topraklar Mâverâünnehir ve Horasan olmak üzere iki bölgeden oluşmaktaydı. Horasan, II. Nasr döneminde ihdas edilen Horasan valisi unvanına sahip kumandanlar tarafından yönetiliyordu ve merkezi Nîşâbur şehriydi. Mâverâünnehir ise hükümdarların tasarrufundaydı. Horasan valiliği görevi genelde Muhtâcoğulları ve Simcûrîler gibi ünlü kumandan ailelerinin elinde kalmıştır. Bunlar hükümdar adına sefere çıkmak, eyaletin vergilerini toplayıp idarî ve askerî işleri düzenlemekle görevliydiler. Sâmânîler’in batı komşularıyla olan askerî mücadeleleri Horasan valilerince idare ediliyordu. Devletin sınırları içerisinde yer alan ve Ceyhun’un her iki yakasında toprakları bulunan Hârizm eyaleti Sâmânîler’e bağlı Afrigoğulları (Ferîgūnîler) tarafından yönetilmekteydi. Burada hâkimiyet son dönemlerde Me’mûnîler’in eline geçmişti. Eyaletin merkezi Kat (Kâs) şehriydi. Bağlı bir diğer eyalet de Üsrûşene idi. Buranın hâkimleri Sâmânîler’e sembolik olarak yıllık 4 akçe gönderirlerdi. Sâmânî vezirleri genellikle ilim ehlinden seçilirdi. Bel‘amîler, Ceyhânîler ve Utbîler bu görevde bulunmuş ünlü vezir aileleridir. Özellikle devletin son dönemlerinde vezirler kumandanlarla birlikte nüfuz mücadelesine girmiştir. Nitekim II. Nûh’un veziri Ebü’l-Hüseyin el-Utbî’nin dönemin en güçlü kumandanı Ebü’l-Hasan es-Simcûrî ile giriştiği mücadele Sâmânîler’i yıkılışa götüren olayların başlangıcı olmuştur.
Hükümdarla diğer saray görevlileri ve halk arasındaki bağlantıyı sağlayan hâcibler Alp Tegin örneğinde olduğu gibi zaman zaman vezirin de üstüne çıkmışlar, II. Mansûr b. Nûh, Hâcib Begtüzün ve Fâik el-Hâssa’nın komplosu sonucu tahttan indirilmiştir. Hâcibü’l-hüccâblar (başhâcib) Alp Tegin ve Ebü’l-Abbas Hüsâmüddevle Taş’ta görüldüğü üzere bir üst görev olarak Horasan valiliğine tayin edilebilirdi. Sâmânî divanları II. Nasr döneminde Vezir Ceyhânî’nin çabalarıyla teşkilâtlandırılmıştır. Abbâsî örneğine göre düzenlenen divan teşkilâtı başlıca şu divanlardan oluşuyordu: Dîvân-ı Vezâret, Dîvân-ı İstîfâ, Dîvân-ı Resâil, Dîvân-ı Şurta, Dîvân-ı Muhtesib, Dîvân-ı İşrâf, Dîvân-ı Evkāf, Dîvân-ı Kazâ, Dîvân-ı Emlâk-i Hâssa, Dîvân-ı Berîd, Dîvânü arzı’l-ceyş. Divanlarda resmî dil Arapça’ydı. Abbâsîler’den farklı olarak su kanallarında ve nehirlerdeki suyun kullanımını düzenlemek üzere Dîvânü’l-ma‘ oluşturulmuştu. Vezirin başkanlığında toplanan Dîvân-ı Vezâret diğer bütün divanların üzerinde bir konuma sahipti.
Başlıca unsurunu Türkler’in oluşturduğu Sâmânî ordusunun mevcudu 40-60.000 arasında değişmekteydi. Ordunun önemli bir kısmını süvariler teşkil ediyordu. Süvarilerin dışında Horasan vilâyeti sınırları dahilinde iktâlı askerler ve gulâmlar ordunun diğer unsurlarıydı. İktâ düzeni, askerin maaşlarının ödenmesi için iktâ olarak verilen toprağın vergisinin askerlere iltizam edilmesi şeklindeydi ve vergi toplanması sırasında oluşabilecek çeşitli suistimallere açıktı. Seferlerde gerektiğinde komşu ve bağlı devletlerin gönderdiği yardımcı kuvvetlerden ve gayri nizâmî gönüllülerden faydalanılırdı. II. Nasr döneminde Taberistan’daki mücadelelerde Karahanlı, Büveyhîler’le yapılan mücadelelerde Ziyârî kuvvetlerinden faydalanılmış, gönüllüler ise daha çok doğuya yapılan seferlerde kullanılmıştır. Batıdaki seferlerde orduya Horasan valileri kumanda eder, hükümdarlar nâdiren sefere katılırdı.
Sosyal ve Kültürel Hayat. Buhara, Nîşâbur ve Semerkant dönemin en önemli kültür merkezleriydi. İpek yolunun getirdiği zenginliğin yanında Buhara ve Nîşâbur idarî merkez olmanın avantajlarına sahipti. Bu sebeple Buhara halkı ile Mâverâünnehir’in eski merkezi Semerkant’ın halkı arasında gizli bir çekişme vardı. Klasik İslâm şehircilik tarzını yansıtan bu şehirlerin oldukça gelişmiş bir su kanalı ağı bulunuyordu. Kanalların sağladığı verimlilik özellikle Semerkant ve Buhara’yı yeşil bir örtüyle kaplamıştı. Buhara’da doğal güzellikleriyle meşhur Cûyimûliyân’da hükümdarlara ait saraylar ve bahçeler mevcuttu.
Buhara’da Sâmânîler’den günümüze kalan tek yapı İsmâil b. Ahmed’in türbesidir. Türbede İsmâil’in sandukasının yanında iki sanduka daha olup bunlardan biri torunu II. Nasr’a aittir. II. Nasr’ın Rîgistan Meydanı’nda yaptırdığı saray bir yangında harap olmuş ve I. Mansûr tarafından yeniden inşa ettirilmiştir. Semerkant’taki İsfîzar mahallesinde Sâmânîler’e ait başka bir sarayın varlığından bahsedilmektedir. Doğuya yapılacak seferlere katılan gönüllülerin ikametine tahsis edilen ribâtlar panayırların dışında sosyal etkileşimin ve ticarî faaliyetlerin en yoğun merkezleriydi. İbn Havkal’e göre sadece Mâverâünnehir’de 10.000’in üzerinde ribât bulunmaktaydı.
Sâmânî topraklarında müslüman halkın yanı sıra Mecûsî, Budist, Maniheist, yahudi ve hıristiyanlar da yaşamaktaydı. Müslüman nüfusun çoğunluğunu Hanefî ve Şâfiîler’le Şiîliğin çeşitli kollarının mensupları oluşturuyordu. II. Nasr devrinde Sâmânî topraklarında çok sayıda taraftar bulan Bâtınîler, I. Nûh döneminde takibata uğramış, liderleri Muhammed b. Ahmed en-Nesefî idam edilmiştir. Kadılar genellikle Hanefî ve Şâfiîler’den seçilirdi. Şiî ve Sünnîler arasında zaman zaman çatışmalar yaşandığı gibi özellikle Nîşâbur’da Hanefîler’le Şâfiîler arasında siyasete yansıyan çekişmeler oluyordu. Sîstan ağırlıkta olmak üzere başşehir Buhara ve çevresinde yaşayan Hâricîler diğer bir müslüman grubu meydana getiriyordu. Özellikle Buhara’da ikamet eden Mecûsîler eski âdet ve geleneklerini sürdürmüşlerdir. Semerkant Mecûsîleri, şehirdeki su kanallarının bakım ve muhafazası karşılığında cizyeden muaf tutulmuştur. Dönemin ünlü şairlerinden Dakīkī’nin Mecûsî olduğuna dair rivayetler mevcuttur. Nestûrî hıristiyanları Semerkant ve İsfîcâb’a bağlı yerlerde yaşıyor, Hârizm’de de bir hıristiyan topluluğu bulunuyordu.
244 (858-59) yılında darbedilen ilk fülüs Ahmed b. Esed’e aittir. İsmâil b. Ahmed tarafından bastırılan ilk dirhem onun adına nisbetle İsmâiliyye diye bilinirdi. İlk dinar da aynı hükümdar tarafından darbedilmiştir. Gümüş ve altın paralar Nîşâbur, Semerkant, Mergīnân, Buhara, Şâş, Âmül ve Ma‘din’deki darphânelerde basılırdı. Bu dönemde çeşitli madenlerin karıştırılmasından elde edilen gıtrîfî, müseyyebî dirhemler gibi eski mahallî paralar da kullanılmıştır.
İpek yolu Sâmânî topraklarına ticarî bir canlılık getiriyordu. Ayrıca Türk ülkelerinden ve Hindistan’dan yapılan köle ticareti, bunlardan sağlanan vergiler önemli bir gelir kaynağıydı. Devletin tebaası olan Hârizmli tüccarlar çeşitli yerlere ticaret kervanları gönderiyordu. Bunların dışında Buhara’nın Zendecî, Semerkant’ın Veyzâriyye kumaşları, Hârizm’in pamukluları, Buhara’da dokunan halı, kilim ve seccadeler İslâm dünyasının her tarafında rağbet görüyordu. Yine Türk ülkelerinden gelen büyük ve küçük baş hayvanlar, kürk ve deri ürünleri Sâmânî toprakları üzerinden İslâm dünyasına gönderilmekteydi. Geniş bir sulama kanalı ağının sağladığı verimlilik sayesinde ziraî faaliyetler ve hayvancılık da gelişmişti. Semerkant ile Buhara arasındaki Zerefşân vadisi dünyanın dört cennetinden biri kabul ediliyordu. Mâverâünnehir ve Horasan’da hububat ve pirinç tarımı yapılıyordu. Yetiştirilen çeşitli meyvelerin yanında Kubâdiyân’da çıkarılan kök boyası ile Şûmân ve Vâşecird’den çıkarılan safran önemli ihraç ürünleriydi. Huttel’de yetiştirilen atlar İslâm dünyasında büyük üne sahipti. Sâmânî toprakları özellikle gümüş ve nişadır (amonyak tuzu) madenleri açısından çok zengindi. Nişadır Mâverâünnehir’deki Buttem dağlarında, Îlak ve Fergana eyaletlerinde çıkarılıyordu. Bunların dışında altın, demir, bakır, kurşun, civa, taş kömürü madenleri vardı.
Sâmânîler’in Mâverâünnehir ve Horasan’da sağladığı siyasî istikrar ve yoğun ticarî faaliyetler neticesinde refah düzeyi yükselmiş, bu durum kültürel hayata canlılık kazandırmıştır. Hükümdarların âlim, şair ve ediplere karşı cömertçe davranışı Buhara’yı bir cazibe merkezi yapmıştı. Nîşâbur ve Semerkant’ta da aynı kültürel canlılık hâkimdi. Buhara’daki Sâmânî sarayı İslâm dünyasının en büyük kütüphanelerinden birine sahipti. İbn Sînâ’nın Sâmânîler’e saray hekimliği yaptığı sırada çok faydalandığı bu kütüphane II. Nûh devrinde çıkan bir yangında tamamen yanmıştır. Dönemin kadı ve âlimlerinden İbn Hibbân el-Büstî de memleketinde özel bir kütüphane kurmuştu. Medreselerin henüz teşekkül etmediği dönemde dersler camilerde, âlimlerin evlerinde ve hankahlarda yapılıyordu. İlk medreseler Belh, Nîşâbur, Merv, Buhara, Semerkant gibi Mâverâünnehir ve Horasan’ın önemli şehirlerinde açılmaya başlamıştır.
Bu devirde dinî ve aklî ilimler sahasında pek çok âlim yetişmiştir. Tefsirde İbn Habîb en-Nîsâbûrî, Muhammed b. Ali el-Kaffâl el-Kebîr eş-Şâşî; hadiste İbn Huzeyme, İbn Hibbân, Hâkim el-Kebîr, Hâkim en-Nîsâbûrî; fıkıhta Muhammed b. Nasr el-Mervezî, I. Nûh’un veziri Hâkim eş-Şehîd, Ebü’l-Leys es-Semerkandî, Abdullah b. Ahmed el-Kaffâl es-Sagīr; kelâmda İbn Huzeyme, Kâ‘bî, Mâtürîdî, Hakîm es-Semerkandî, İbn Fûrek; tasavvufta Hakîm et-Tirmizî, Kelâbâzî ve Muhammed b. Hüseyin es-Sülemî bunlar arasında sayılabilir. Sâmânî ailesinden Ahmed b. Esed ve oğlu İshak hadis rivayet etmiştir. İbn Sînâ Buharalı olup Sâmânî sarayında yetişmiş, Maḳāle fi’n-nefs’i II. Nûh için kaleme almış ve onun hekimliğini yapmıştır. Ebü’l-Hasan el-Âmirî ve İbn Sînâ’nın hocası Ebû Abdullah Hüseyin b. İbrâhim en-Nâtilî dönemin diğer önemli felsefecilerindendir. Tıp alanında Ebû Bekir er-Râzî, Sâmânîler’den Rey Valisi Mansûr b. İshak adına eṭ-Ṭıbbü’l-Manṣûrî diye bilinen ünlü eserini kaleme almıştır. II. Nûh’un hekimi, İbn Sînâ’nın hocası Ebû Mansûr Hasan b. Nûh el-Kumrî ve Ebû Sehl el-Mesîhî tıp konusunda dönemin diğer ünlü simalarıdır. IV. (X.) yüzyılın matematik ve astronomi alanındaki en önemli isimlerinden Ebû Ca‘fer el-Hâzin uzun süre Sâmânîler’in hizmetinde bulunmuştur. Kuhistan’ın merkezi Kâyin’de gözlemler yapan İbn Bâmşâd, Sâmânîler devrinde yetişmiş önemli bir astronomi âlimi ve matematikçisidir. Sâmânîler döneminde tarih ilmi konusunda yapılan en önemli çalışma, Vezir Ebû Ali el-Bel‘amî’nin emriyle gerçekleştirilen Târîḫ-i Ṭaberî’nin Farsça tercümesidir. Târîḫu Buḫârâ’nın müellifi Nerşahî, Târîḫ-i Yemînî müellifi Ebû Nasr Muhammed b. Abdülcebbâr el-Utbî, eseri günümüze ulaşmayan, ancak Gerdîzî ve İzzeddin İbnü’l-Esîr’in kaynakları arasında yer alan Sellâmî dönemin ünlü tarihçileridir. Coğrafya ile ilgilenen âlimler arasında kendi adıyla anılan bir ekol kuran Ebû Zeyd el-Belhî ve ünlü vezir Ceyhânî sayılabilir.
I. Mansûr b. Nûh’un emriyle oluşturulan bir heyet, Kur’an’ın tamamını Muhammed b. Cerîr et-Taberî’nin Câmiʿu’l-beyân adlı tefsirinin özetiyle birlikte Farsça’ya çevirmiştir. Günümüze ulaşan en eski Kur’an tercümesi olan eser, aynı zamanda satır arası ilk Kur’an çevirisidir. Hint edebiyatının en güzel örneklerinden Kelîle ve Dimne Sâmânîler devrinde yeni Farsça’ya tercüme edilmiş, Firdevsî, Gazneli Mahmud’a sunduğu Şâhnâme’sini bu dönemde kaleme almış, İran şiirinin önde gelen isimleri Rûdekî, Kisâî-yi Mervezî ve Dakīkī, Arapça yazan Ebû Ahmed el-Kâtib, Ebü’t-Tayyib et-Tâhirî, Ebü’l-Hasan Ali b. Hasan el-Lahhâm, Ebü’l-Hasan b. Ali b. Matran el-Matranî ve Ebû Bekir el-Hârizmî gibi şairler bu dönemde yetişmiştir. Şâhnâme yazarı Mes‘ûdî-i Mervezî, Nûh b. Nasr adına yazılan Âferînnâme sahibi Ebû Şekûr-i Belhî ve Arap seyyahı ve şair Mis‘ar b. Mühelhil de devrin önemli isimleri arasındadır.
SÂMÂNÎ HÜKÜMDARLARI |
---|
I. Ahmed b. Esed b. Sâmân | 204 (819) |
I. Nasr b. Ahmed | 250 (864) |
I. İsmâil b. Ahmed | 279 (892) |
II. Ahmed b. İsmâil | 295 (907) |
II. Nasr b. Ahmed | 301 (914) |
I. Nûh b. Nasr | 331 (943) |
I. Abdülmelik b. Nûh b. Nasr | 343 (954) |
I. Mansûr b. Nûh b. Nasr | 350 (961) |
II. Nûh b. Mansûr | 365 (976) |
II. Mansûr b. Nûh b. Mansûr | 387 (997) |
II. Abdülmelik b. Nûh b. Mansûr | 389 (999) |
II. İsmâil b. Nûh el-Müntasır | 390-395 (1000-1005) |
Yorumlar -
Yorum Yaz