GAZNELİLER (963-1187)
Adını başşehir Gazne’den alan hânedana Mahmud-ı Gaznevî’nin Yemînüddevle lakabına nisbetle Yemînîler, babasına nisbetle Sebük Teginîler de (Âl-i Sebük Tegin, Âl-i Nâsırüddin) denilir.
III-IV. (IX-X.) yüzyıllarda Sâmânî Devleti’nin en parlak devrinde Mâverâünnehir yoluyla İslâm dünyasına giren Türkler’in büyük bir kısmı, Abbâsî halifelerinin ve eyaletlerdeki Arap ve İranlı valilerin hizmetinde asker veya muhafız olarak hizmet görmekteydiler. Bu sırada Büveyhîler ve Sâmânîler mahallî kuvvetlerin yanında ordularında Türk askerlerini kullanmaya başlamışlardı. Nitekim 300 (912) yılından sonra Sâmânî Devleti’nde Türk vali ve kumandanlarına rastlanmaktadır. Merkezî hükümetin otoritesi zayıflayınca bu Türk kumandanları devlet yönetimini ele geçirerek yarı bağımsız bir şekilde hüküm sürüyorlardı.
Sâmânî Devleti’nin Horasan orduları kumandanı olan Alp Tegin, 350’de (961) Vezir Ebû Ali el-Bel‘amî ile birleşerek kendi adayını Sâmânî tahtına çıkarmak istedi, fakat başarısızlığa uğradı. Alp Tegin bunun üzerine beraberindeki çok az bir kuvvetle birlikte Doğu Afganistan’daki Gazne şehrine çekilmeye mecbur kaldı ve mahallî bir hânedan olan Levikler’i uzaklaştırarak burayı ele geçirdi (Zilhicce 351 / Ocak 963). Bu şekilde Gazneli Devleti’nin temelleri atılmış oldu. Gazneli Devleti sadece Alp Tegin’in beraberinde getirdiği Türk askerlerine dayanmıyordu; bu bölgeye uzun yıllar önce gelen Türkler de vardı.
Levik hânedanı Gazne’yi kolay kolay elden bırakmamış, Alp Tegin’in yerine geçen oğlu Ebû İshak İbrâhim zamanında (963-966) bu şehri ele geçirmişlerdi. Ancak Ebû İshak, Sâmânî emîrinin yardımı ile Gazne’ye tekrar hâkim oldu. Böylece Sâmânîler de bölge üzerinde hiç olmazsa ismen hâkimiyet kurdular. Ebû İshak İbrâhim’in oğlu olmadığından ölümünden sonra devletin başına Türk kumandanlar geçti. Bunların ilki Bilge Tegin idi. Bilge Tegin Gerdîz Kalesi’ni kuşattığı sırada öldü (364/974-75), yerine Böri Tegin (Pîrî Tegin) geçti. Ancak Böri Tegin de Gazne’de fazla hüküm sürmedi; kabiliyetsizliği sebebiyle Türkler tarafından görevinden uzaklaştırılarak yerine Alp Tegin’in en güvendiği kişilerden biri olan Sebük Tegin getirildi (366/977).
Kırgızistan sınırları içinde bulunan Işık Göl sahillerindeki Barshân bölgesinde dünyaya gelen Sebük Tegin’in Karluk Türkleri’ne bağlı boyların birinden olması kuvvetle muhtemeldir. Sebük Tegin’in başa geçmesiyle Gazneli Devleti hükümdarlığın babadan oğula geçtiği bir hânedan şeklini aldı. Görünüşte Sâmânîler’in bir valisi olarak hareket etmesine rağmen bağımsız Gazneli Devleti’nin gerçek kurucusu Sebük Tegin’dir. Çok geçmeden Türkler’in gücü Gazne’den Doğu Afganistan’daki Zâbülistan bölgesine kadar yayıldı. Sebük Tegin, Zâbülistan asillerinden birinin kızı ile evlenerek yöre halkını kendi lehine çevirmeye çalıştı. Ayrıca rakip Türk gulâm grupların bulunduğu Büst şehrine bir sefer düzenleyerek burayı ele geçirdi (366/977). Kuzeydoğu Belûcistan’daki Kusdar bölgesini de Gazneli topraklarına kattı ve hâkimiyetini Tohâristan ve Zemindâver’e kadar genişletti. Daha sonra Hindistan’a yöneldi. X. yüzyılda Lâmgân ve Kâbil’e kadar Aşağı Kâbil (Kâbül) vadisi güçlü Vayhand Hindûşâhî hükümdarlarının hâkimiyeti altındaydı. Bu hükümdarlar İslâmiyet’in Kuzey Hindistan’da yayılmasına engel teşkil ediyordu. Neticede çetin savaşlardan sonra Hindûşâhî racası mağlûp edildi ve Sebük Tegin Kâbil nehri boyunca Peşâver’e kadar ilerlemeye ve orada İslâmiyet’in tohumlarını atmaya muvaffak oldu (376/986-87).
Sebük Tegin’in bundan sonra Sâmânîler’in iç siyasetinde önemli rol oynamaya başladığı görülmektedir. Sâmânî Emîri II. Nuh, Türk kumandanlarından Ebû Ali Simcûrî ve Fâik el-Hâssa’nın ittifakına karşı Sebük Tegin’i yardıma çağırmıştı. Sebük Tegin ve oğlu Mahmud Horasan’a giderek bu isyancıları mağlûp ettiler (385/995). Bunun üzerine Sâmânî emîri onlara unvanlar ve ayrıca Mahmud’a Horasan orduları kumandanlığını verdi. Sebük Tegin’in 387 (997) yılında ölümü üzerine yerine veliahdı küçük oğlu İsmâil tahta çıktı. Ancak güçlü bir şahsiyete sahip olan büyük oğlu Mahmud bu kararı dinlemeyip mücadeleye girişti ve İsmail’i mağlûp ederek Gazneli tahtını ele geçirdi (388/998). Mahmud daha sonra Sâmânî Devleti’nin iç işlerine müdahale etti. Ayrıca Sâmânîler tarafından tanınmayan Bağdat Abbâsî Halifesi Kādir-Billâh adına hutbe okuttu. Halife ona “Yemînü’d-devle ve emînü’l-mille” lakabını verdi. 389 (999) yılında Karahanlılar Sâmânîler’i ortadan kaldırdılar. Her ne kadar Ebû İbrâhim İsmâil el-Muntasır Sâmânî hânedanını diriltmeye çalıştıysa da Gazneliler ve Karahanlılar bu devletin topraklarını paylaştılar. Mahmud, Horasan’da iktidarını sağlamlaştırdıktan sonra Sâmânî Devleti’nin sınır bölgeleri olan Sîstan, Cûzcân, Çagāniyân, Huttel ve Hârizm’i kendi kontrolü altına aldı. Mahmud daha sonra o döneme kadar putperest bir bölge olan Gur’u kontrol altına almaya çalıştı. Buraya birincisi 401’de (1011), ikincisi 411’de (1020) olmak üzere iki sefer düzenledi ve bazı mahallî reisleri zorla itaat altına aldı. İslâm dininin esaslarını öğretmek için bölgeye hocalar tayin etti. Fakat Gur bölgesi Gazneliler tarafından tam olarak itaat altına alınamamış ve İslâm’ın bu bölgede yayılması ağır bir seyir takip etmiştir. Mahmud, Sâmânî Devleti topraklarının büyük bir kısmı üzerinde hâkimiyetini kabul ettirdikten sonra Hindistan’ı istilâya ve burada İslâm dinini yaymaya teşebbüs etti. Başşehir Gazne’nin Kuzey Hindistan ovalarına hâkim yüksek bir yaylanın tepesinde bulunması bu seferlerin gerçekleşmesinde büyük kolaylıklar sağlıyordu. Mahmud, bazı şarkiyatçıların iddia ettiği gibi zengin kaynakları ele geçirmek için değil İslâm’ı yaymak için Hindistan’a on yedi sefer düzenledi. Bunların en önemlisi, 416-417’deki (1025-1026) Somnat (Sûmenât) seferiydi. Bu sefer sonunda kazandığı zaferin yankıları bütün İslâm âlemine yayıldı ve Sultan Mahmud’un Sünnî İslâm dünyasının kahramanı olarak tanınmasını sağladı. Abbâsî halifesi tarafından kendisine “sultan” ve ailesine yeni şeref lakapları verildi. Sultan Mahmud zaman zaman Karahanlı Devleti ile de savaşmış ve onlara üstünlüğünü kabul ettirmiştir. Ayrıca batı yönünde devletini genişleten Mahmud, Irak’taki Büveyhîler’i mağlûp ederek Irakıacem’i kendi imparatorluk sınırları içine kattı.
Sultan Mahmud’un 421’de (1030) vefatından sonra Gazneli Devleti’nde tekrar taht mücadelesi başladı. Sonuçta Mesud kardeşi Muhammed’i mağlûp ederek Gazneli tahtına geçti ve Muhammed gözlerine mil çekilerek hapsedildi. Mesud yetenekli ve cesur bir askerdi. Ancak devlet idaresinde babası kadar başarılı olamamıştır. Mesud babasının Hindistan’daki başarısını korumak istediyse de Karahanlılar’dan Ali Tegin ve Selçuklu tehlikesi karşısında buraya babası kadar çok sayıda sefer düzenleyemedi. 424’te (1033) yaptığı bir seferle Sarsûtî (Sarsâve) Kalesi’ni ele geçirdi. Selçuklular 1035 ilkbaharında Gazneli hâkimiyetinde bulunan Horasan’a göç ederek Merv, Serahs ve Ferâve arasındaki topraklara yerleştiler. Sultan Mesud’un Selçuklular’a karşı gönderdiği Hâcib Beg Toğdı kumandasındaki ordu Hisâr-ı Tâk’ta ağır bir yenilgiye uğradı (426/1035). Sultan Mesud Selçuklular’ı Horasan’dan atmak için çok uğraştı, fakat 428 (1037) ve 429’da (1038) Çağrı Bey’in mâhirane siyasetiyle Gazneli ordusu iki defa daha bozguna uğratıldı ve Gazneliler’in Horasan’daki hâkimiyetlerine son verildi. Mesud, Hindistan’a yaptığı seferlerde başarı kazanmasına rağmen Selçuklular karşısında büyük bir başarı elde edemedi. Nihayet Tuğrul Bey ile Dandanakan’da karşılaştı ve üç gün süren savaştan sonra ağır bir yenilgiye uğradı (431/1040). Bunun üzerine Mesud ailesini ve hazinelerini toplayarak Hindistan’a doğru çekildi. Ancak bir ayaklanma sonucu tahttan uzaklaştırılarak kardeşi Muhammed ikinci defa tahta çıkarıldı ve kendisi öldürüldü (1041).
Mesud’un oğlu Mevdûd, amcası Muhammed ve taraftarlarını mağlûp ederek aynı yıl Gazneli Devleti’nin başına geçti. Ancak Mevdûd da devleti kurtaracak meziyetlere sahip değildi. Hintliler ve Selçuklular ile mücadele edip Selçuklu istilâsını bir süre için durdurabildi. Mevdûd, komşu devletlerle bir ittifak yaparak Selçuklular üzerine yürüdüğü bir sırada öldü (440/1048).
Mevdûd’dan sonra kısa sürelerle oğlu II. Mesud ve I. Mesud’un oğlu Ali, daha sonra da Mahmud’un oğlu Abdürreşîd sultan oldu (440/1049). Tuğrul adlı bir Türk kumandanı, Abdürreşîd dahil on bir şehzadeyi öldürerek Gazneli Devleti’nin başına geçti (1052). Ancak onun hâkimiyeti de çok kısa sürdü ve yine bir Türk kumandanı tarafından öldürüldü. Daha sonra Gazneliler tahtına I. Mesud’un oğlu Ferruhzâd geçirildi. Ferruhzâd Selçuklular’a karşı başarıyla mücadele etti ve 451 (1059) yılında öldü. Tahta geçen kardeşi İbrâhim devrinin en önemli olayı, uzun yıllar devam eden Selçuklu-Gazneli mücadelesinin bir barışla sona erdirilmesidir (451/1059). Sultan İbrâhim, babasının ve dedesinin zamanındaki Gazneli Devleti’nin gücünü yeniden sağlamaya çalışmış ve bu barış sırasında Selçuklu sultanları ile eşit şartlarda müzakereye girişmişti. İki devlet arasındaki barış yaklaşık elli yıl yürürlükte kaldı ve evlilik münasebetleriyle daha da sağlamlaştırıldı. Sultan İbrâhim Hindistan’da bazı kaleler zaptetmiş ve Gur bölgesini hâkimiyeti altına almıştı. Sikkeleri üzerinde ilk defa “sultan” unvanı görülen İbrâhim kırk yıl hüküm sürdükten sonra 492’de (1099) vefat etti.
Sultan İbrâhim’in yerine oğullarından III. Mesud geçti. Bu hükümdar zamanında devlet daha çok Hindistan seferleriyle meşgul oldu. III. Mesud’un 508 (1115) yılında ölümünden sonra oğlu Şîrzâd bir yıl kadar hüküm sürdü. Daha sonra III. Mesud’un öteki oğulları arasında taht mücadelesi başladı ve Selçuklular Gazneli Devleti’nin iç işlerine müdahale ettiler. Şîrzâd’dan sonra tahta Arslanşah geçtiyse de kardeşi Behram Şah, Horasan meliki olan Sencer’in yardımını sağlayarak Gazneliler tahtına sahip oldu (511/1117). Arslanşah önce Hindistan’a çekildi, ardından Gazneliler tahtı için yeniden mücadeleye girişti, fakat bu yolda hayatını kaybetti (512/1118). Behram Şah Hindistan’da daha çok isyancılarla uğraştı. Ödemeyi vaad ettiği yıllık 250.000 (veya günlük 1000) dinar vergiyi göndermemesi, Selçuklu Sultanı Sencer’in Gazne üzerine yürümesine sebep oldu (529/1135). Sultan Sencer Gazne’ye kadar ilerledi ve Hindistan’a kaçan Behram Şah’ı affederek yerinde bıraktı. Behram Şah devrinin olayları arasında Gazneliler’in Gurlular ile olan münasebetleri dikkati çekmektedir. Gittikçe kuvvetlenen Gurlular nihayet bir intikam vesilesiyle Gazne şehrini yaktılar (545/1150-51). Behram Şah yeniden Gazne’ye hâkim olduysa da (547/1152) Gazneliler artık çöküş sürecine girmişti. Behram Şah 552’de (1157) öldü ve yerine oğlu Hüsrev Şah geçti.
Sultan Sencer’in Oğuzlar tarafından esir alınmasının yarattığı kargaşa ve Gazneliler’in bu sultanın yardımından mahrum kalması Gurlular’ın işine yaramış, bundan faydalanarak süratle hâkimiyet sahalarını genişletmişlerdi. Sonuçta Hüsrev Şah Gazne’yi terkederek Lahor şehrine yerleşti. Gazneliler bundan sonra Hindistan’daki topraklar üzerinde hüküm sürdüler. Hüsrev Şah’ın 1160’ta ölümünden sonra yerine oğlu Hüsrev Melik geçti. Gurlular bir hile ile onu esir alarak Gazneli Devleti’ne son verdiler (582/1186).
İdarî Teşkilât. Gazneliler’de sultan devlet yönetimine mutlak bir şekilde hâkimdi ve “Allah’ın yeryüzündeki gölgesi” sayılıyordu. Hükümdar sarayı İran geleneği esas alınarak teşkilâtlandırılmıştı. Sultan, saraydaki toplantılarda şahsî muhafızları ile (gulâmân-ı saray) çevrilmiş olarak altın bir taht üzerinde otururdu. Sarayda sıkı protokol kuralları uygulanmakta ve sultanın halk ile doğrudan teması engellenmekteydi. Gazneli saray teşkilâtında da öteki müslüman-Türk devletlerinde mevcut görevliler yer alıyordu. Divan teşkilâtı Dîvân-ı Vezâret, Dîvân-ı Risâlet (Dîvân-ı Resâil/İnşâ), Dîvân-ı Arz, Dîvân-ı İşrâf ve Dîvân-ı Vekâlet, Dîvân-ı İstîfâ, Dîvân-ı Berîd, Dîvân-ı Âb (Dîvân-ı Mâ), Dîvân-ı Müsâdere’den oluşmaktaydı. Debîrlerin (memur-kâtip) çoğu Dîvân-ı Risâlet’te görev alırdı.
Adliye teşkilâtında yargı işlerini kadılar yürütüyordu. Her şehirde bir kadı ve her eyalette bir kādılkudât bulunurdu. Kadının devlet idaresinde özel bir konumu vardı. Kadıların dürüst görev yapmalarını sağlamak amacıyla onlara yüksek ücret ödenirdi. Sultan Mahmud adalet teşkilâtına büyük önem vermiş, kadıları bilgi ve dürüstlükleriyle ün kazanmış müftü ve fakihler arasından seçmişti. Gazneliler’de Dîvân-ı Mezâlim’e bizzat hükümdar başkanlık ediyordu. Sultan burada halkın şikâyetlerini dinler ve karar verirdi.
Bir eyalette devlet teşkilâtının üç önemli kolu mevcuttu. Bunlardan sivil idarenin başındaki görevliye “sâhib-dîvân” denirdi; sâhib-dîvân vergilerin toplanması ve yönetim işlerinden sorumlu idi. Eyaletteki ordunun ihtiyacını karşılamak da onun görevleri arasındaydı. Bunun dışında eyalette ordu kumandanı (sâlâr, sipehsâlâr), âmil, kādılkudât ve sâhib-i berîd gibi görevliler de vardı.
Gazneli Devleti başlangıçta genişleme siyaseti takip ettiğinden ordu bunu sağlayabilmek için daima savaşa hazır durumda bulunurdu. Gazneli ordusu genelde gulâmlar, düzenli birlikler, eyalet askerleri, ücretli askerler ve gönüllülerden oluşmaktaydı. Gulâmların çoğunluğu Türk olup sayıları yaklaşık 4-6000 kişiydi. Sonraları bu gulâmlara Hintliler ve Tacikler de katılmıştı. Bunların kumandanı “sâlâr-ı gulâmân” unvanını taşıyordu. Gulâmların içinde sultanın muhafız kuvveti de yer alıyordu ve bunlara “gulâmân-ı hâs” deniliyordu. Gazneli Devleti’nin çöküşüne kadar gulâmlar ordu içinde önemli bir unsur olarak yerini korudu. Orduda kuzeyden gelen ücretli askerler de yer almaktaydı. Oğuzlar, Karluklar, Yağmalar ve Halaçlar gibi gruplardan yardımcı kuvvet olarak faydalanılıyordu. Eyalet valileri de mahallî savunmada kullanmak üzere kabilelerden asker kaydetmekteydiler. Devletin kuruluşundan itibaren düzenlenen Hindistan seferleri, orduya Horasan ve Mâverâünnehir’den gönüllü gazilerin katılmasını sağlamıştı. Sultan Mahmud’un 409’daki (1018) Kannevc seferine Mâverâünnehir’den 20.000 gazi katılmıştı. Gazneli ordusunda önemli bir unsuru da Hindistan’dan haraç olarak alınan savaş filleri teşkil ediyordu. Filler savaşta düşman saflarını bozmak ve yarmak, okçulara atış, kumandanlara orduyu sevk ve idare etmek için yüksek bir yer sağlamak, ayrıca ağır silâh ve mancınık gibi kuşatma makinelerini çekmek için kullanılıyordu. Ordudaki fil sayısı 1700 civarında idi.
Gazneli ordusunun sayısına gelince, Sultan Mahmud’un 414’te (1023) Şâbahar’da teftişi sırasında ordunun mevcudu 54.000 civarında idi. Bu sayı, savaş zamanında gönüllüler ve eyalet kuvvetleriyle büyük ölçüde artmaktaydı. Meselâ Mahmud 406’da (1015-16) Hârizm seferi için Belh’e ilerlediği zaman ordusunun 100.000 kişiden oluştuğu kaydedilmektedir.
İlim ve Kültür Hayatı. Gazneliler devri siyasî bakımdan olduğu gibi kültür bakımından da parlak geçmiştir. Sultan Mahmud ve oğlu Mesud geleneksel İslâm kültürüyle yetişmişlerdi. Her iki sultan da kendi saraylarında devrin en büyük simalarını toplamaya çalışmışlar, şairlere ve ulemâya hürmet ve sevgi göstermişlerdi. Ayrıca komşu ülkelerden şairleri kendi ülkelerine çağırmışlardı. Resmî dilin Farsça olduğu Sultan Mahmud’un sarayında 400 şairin bulunduğu yolundaki rivayet mübalağalı kabul edilse bile şiir ve edebiyata verilen önemi göstermesi bakımından dikkat çekicidir. Bu şairlerin başında, devamlı olarak efendisini ve diğer saray mensuplarını övmekle meşgul olan Melikü’ş-şuarâ Unsurî geliyordu. Sebük Tegin ve Mahmud döneminin büyük edip ve münşîlerinden biri de Ebü’l-Feth el-Büstî idi. Daha sonra Sultan İbrâhim ve halefleri devrinde de Gazneliler sarayının İran edebiyatının gelişmesine yardımcı olduğu görülmektedir. Bu şairler arasında Türk asıllı Ferruhî-yi Sîstânî ve Menûçihrî-yi Dâmegānî, Escedî, Gazâirî ve Şâhnâme müellifi meşhur Firdevsî, Ebü’l-Ferec-i Rûnî, Senâî, Osmân-ı Muhtârî, Mes‘ûd-ı Sa‘d-ı Selmân ve Eşref-i Gaznevî (Seyyid Hasan) sayılabilir. Bizzat Sultan İbrâhim de her yıl bir Kur’an istinsah eder ve onu diğer hediyelerle birlikte Mekke’ye gönderirdi. Sultan Mesud da iyi bir hattattı.
Tarih yazıcılığı bakımından da Gazneliler dönemi parlak geçmiştir. Sebük Tegin ve Mahmud devrine ait Kitâbü’l-Yemînî adlı bir eser kaleme alan Utbî, eseri Zeynü’l-aḫbâr’ı Sultan Abdürreşîd’e sunan Gerdîzî, Târîḫ-i Beyhaḳī müellifi Muhammed b. Hüseyin el-Beyhakī Gazneliler devrinin önde gelen tarihçileridir. Türkler hakkında Tafżîlü’l-etrâk ʿalâ sâʾiri’l-ecnâd adlı bir risâle yazmış olan İbn Hassûl de bir süre Gazneliler’in hizmetinde çalışmıştır.
Sultan Mahmud Hârizm’e hâkim olunca, Ortaçağ’ın en büyük âlimlerinden biri olan Bîrûnî ile hocaları Ebû Nasr İbn Irâk, Abdüssamed b. Abdüssamed el-Hakîm ve Gürgenç’te ilmî münasebet kurduğu filozof hekim Ebü’l-Hayr İbnü’l-Hammâr’ı da Gazne’ye götürmüştü. Sultanla beraber Hint seferlerine katılan Bîrûnî’nin Hindistan’daki temasları, diğer inanç ve âdetler hakkındaki sınırsız merakı Taḥḳīḳu mâ li’l-Hind adıyla büyük bir eser yazmasına vesile oldu. Bu kitap, Hindular’ın inanç ve âdetlerini tarafsız olarak inceleyen ilk İslâmî eserdir. Bu eserde Hindistan’ın coğrafyası, ilmî ve dinî hayatı hakkında geniş bilgi bulunmaktadır.
Gazneli hükümdarları mimari faaliyetleriyle de dikkati çekmişlerdir. Sultan Mahmud ve Mesud büyük inşa faaliyetlerinde bulundularsa da onların eserlerinden çok azı günümüze kadar gelebilmiştir. Mahmud çarşılar, köprüler, su kemerleri yaptırmıştır. Bunlardan Gazne’nin kuzeyindeki Bend-i Mahmûdî bugüne kadar varlığını korumuş ve kullanılagelmiştir. Sultan Mahmud ayrıca Gazne’de birçok cami inşa ettirmişti. Gazneli sultanlarının büyük şehirlerde kendilerine saraylar ve bahçeler yaptırdıkları bilinmektedir. Büyük bir mimari kabiliyete sahip olan Sultan Mesud Gazne’deki sarayın planını bizzat çizmiş ve inşasına nezaret ettiği bu saray dört yılda tamamlanmıştı. Bundan başka Gazne’de bir köprü yaptırmıştı. Fransız arkeologları tarafından son yıllarda yapılan araştırmalarla Büst’teki Leşker-i Bâzâr’da ortaya çıkarılan büyük saray, Gazneli saraylarının bütün zenginlik ve ihtişamını ortaya koymaktadır. Ayrıca Sebük Tegin ve Mahmud’un türbeleri bugüne kadar gelmiştir. Sultan İbrâhim ve III. Mesud’a ait olduğu söylenen türbe ve mezar taşları mevcutsa da bunların mimari ve sanat bakımından fazla bir değeri yoktur. Ancak Gazneliler’in Tûs valisi Arslan Câzib’in türbesi gelişmiş mimari özelliklere sahiptir.
Gazneliler’den günümüze intikal eden sikkeler bu devletin para basımıyla ilgili faaliyetleri konusunda bilgi vermektedir. Mahmûd-ı Gaznevî zamanında Lahor’da üzerinde Arapça ve Sanskritçe yazılar bulunan “tenge”ler basılmıştır. Sultanlar ayrıca Abbâsî halifeleri tarzında dinar ve dirhemler de bastırmışlardır.
Gazneliler’in Türk ve İslâm tarihindeki başlıca rolü, Kuzey Hindistan fütuhatına yol açarak İslâm dinine Pencap’ta güçlü bir dayanak noktası sağlamaları ve daha sonraki Hindistan fetihlerine zemin hazırlamış olmalarıdır. Gazneliler Hint dünyası kültürüyle de doğrudan doğruya temas kurmuşlar ve yıllar sonra Pakistan Devleti’nin kurulmasında birinci derecede etken olmuşlardır. Sultan Mahmud ve Mesud hâfızalarda halk kahramanları olarak yerleşmişlerdir. Mahmud daha sonraki İran edebiyatında adalet ve insaf timsali meşhur bir hükümdar olarak yer almıştır.
GAZNELİ HÜKÜMDARLARI | |
Alp Tegin | 352 (963) |
Ebû İshak İbrâhim b. Alp Tegin | 352 (963) |
Bilge Tegin | 355 (966) |
Böri (Pîrî) Tegin | 364 (975) |
Sebük Tegin | 366 (977) |
İsmâil | 387 (997) |
Mahmud | 388 (998) |
Muhammed (birinci hükümdarlığı) | 421 (1030) |
I. Mesud | 421 (1030) |
Muhammed (ikinci hükümdarlığı) | 432 (1041) |
Mevdûd | 432 (1041) |
II. Mesud | 440 (1049) |
Ali | 440 (1049) |
Abdürreşîd | 440 (1049) |
Ferruhzâd | 443 (1052) |
İbrâhim | 451 (1059) |
III. Mesud | 492 (1099) |
Şîrzâd | 508 (1115) |
Arslanşah | 509 (1116) |
Behram Şah | 511 (1117) |
Hüsrev Şah (önce Gazne ve Hindistan’da, sonra sadece Hindistan’da) | 552 (1157) |
Hüsrev Melik (Hindistan’da) | 555-582 (1160-1186) |
İLAÇ BİLGİ
EBUL-FAZL-İ BEYHAKİ
d Gazneliler sarayının faziletli ve meşhur katibi, Hâce Ebû’l-Fazl Muhammed b. Huseyn-i Beyhakî, Sebuktekîn ailesinin tarihi konusunda bu hanedanın devletinin başından Sultan İbrahim b. Mes‘ûd saltanatının başlarına kadar bir dönemi içeren bir kitap yazmış, şu anda bunun bir bölümü elimizde mevcut olup Târîh-i Beyhakî ismiyle meşhurdur.
EL RAZİ
Zekeriyyâ er-Râzî (865, Rey - 925, Rey), Fars simyacı, kimyager, hekim ve filozof. Gençlik yıllarında edebiyat ve musiki ile ilgilenmiştir ve geçimini kuyumculuk yaparak sağlamıştır. Türk kökenli olan Râzî doğduğu şehir olan Rey'de felsefe, matematik, doğa bilimleri ve astronomi eğitimi yaptıktan sonra Bağdat ve başka İslam şehirlerinde öğrenimini tamamladı.
Daha sonrasında da tıp öğrenimi gördü. Rey ve Bağdat hastanelerinde başhekim olarak çalışan Râzî'nin eserlerinin hemen hemen hepsi Latinceye çevrilmiştir. Tıp alanında yazdığı Hâvî adlı ansiklopedi 17. yüzyıla kadar alanında en önemli başvuru kaynağı olmuştur. Râzî'nin tıp bilimine yaptığı en önemli katkılardan biri de ilk defa kimyayı tıbbın hizmetine sunmuş olmasıdır.
GAZNELİLERDE MİMARİ VE SANAT
Mimari. Gazne kuruluşunda küçük bir merkez iken Sultan Mahmud zamanında İslâm ve Hint medeniyetlerinin birleştiği önemli bir şehir haline gelmiştir. Gazneli mimarisinin önemli eserlerini ve ana özelliklerini burada görmek mümkündür. Ancak şehircilik bakımından da dikkat çekici özellikleri bulunan bu merkez çeşitli akınlar ve yıkımlardan kendini kurtaramamıştır.
İslâm mimarisi tarihi için olduğu kadar Türk mimarisi tarihi açısından da son derece önemli gelişmelerin işaretlerini Gazneli devri mimarisinde bulmak mümkündür. Tarihî kaynaklara ve özellikle Muhammed b. Abdülcebbâr el-Utbî’nin nakillerine göre, günümüzde hiçbir izi kalmayan Gazne’deki en önemli eser olan Arûs-i Felek Camii, ağaç direkler üzerinde düz çatılı bir yapı olmakla birlikte bazı kaynaklarda kemerlerin de varlığından söz edilerek ağaç aksam üzerinde renkli nakışların güzelliği anlatılmaktadır. Yapıda ana özellikleriyle erken dönem İslâm camilerine benzer bir planlamadan bahsedilse bile ağaç direkler kullanılması ve kemerlerin bunlarla birlikte anılması, günümüzde geç devirdeki benzerleri çeşitli Asya camilerinde hâlâ yaşatılan ve Anadolu Türk mimarisinde Selçuklu dönemindeki önemli örnekleri bilinen camiler gibi, hem ağaç direk ve tavanlı hem de kemer ve eyvanlara sahip sentez bir yapı olduğu kanaati ağır basmaktadır.
XI. yüzyıl başlarından bir başka Gazneli camii olan ve Hilmend nehri kenarındaki ordugâh şehri Leşker-i Bâzâr’da bulunan Ulucami, Türk-İslâm cami mimarisi tarihi içinde çok önemli bir basamak teşkil eden yapı olarak karşımıza çıkmaktadır. Geniş saray manzumesinin dış sur duvarına bitişik olarak meydana açılan durumu ile aslında bir ordugâh camii niteliğinde olan bu yapı, sur duvarındaki mihrap nişi önünde iki sıra pâye üzerinde taşınan tonoz-kubbe örtüsünden ibarettir. Bu özellikler yapının, kemerlerle avluya açılarak genişleyen cemaate hizmet edebilecek bir ordugâh camii şeklinde tasarlanmış olduğunu gösterir. Ancak en önemli nokta, mihrap önünde kare planlı mekânın üstünün kubbe ile örtülmüş olmasıdır. Böylece enine gelişen harim mekânında, mihrap önü kubbeli bir plan şeması ilk defa karşımıza çıkmakta ve bu Anadolu Türk mimarisinde takip edilebilecek bir gelişme çizgisinin başlangıcını teşkil etmektedir. Leşker-i Bâzâr kazıları sırasında temizlenerek aydınlatılmış olan bu caminin Sultan Mahmud (998-1030) veya en geç I. Mesud (1030-1041) döneminde yapılmış olduğu kabul edilir. Büyük Selçuklular’la farklı bir konstrüksiyona kavuşan mihrap önü kubbeli camiler Anadolu Selçukluları’nda ve Mısır Türk Memlükleri’nde de uygulanmıştır.
Daha önce bazı sanat tarihçileri tarafından Sultan Mahmud ve oğlu I. Mesud’a ait zafer kuleleri olduğu söylenen iki yapının, XX. yüzyılın ikinci yarısında Afganistan’da kazı yapan İtalyan ve Fransız heyetlerinin çalışmaları sonunda bitişiklerindeki camilere ait minareler olduğu anlaşılmıştır. Gazne harabelerindeki ilk yapı, kitâbesinden III. Mesud’a ait olduğu anlaşılan XII. yüzyıl başlarından kalma bir minaredir. Taş kaide üstünde yıldız biçimi kesitli yani keskin yivli bu minarenin silindir şeklinde olan üst kısmı yıkılmıştır. Şerefelerin ahşap olma ihtimali vardır. Tuğla gövdenin her tarafı eşit karelere bölünmüş ve bunlar zengin tuğla süslemelerle dolgulanmıştır. Bunlarda yazı, bitki bezemeleri ve geometrik özellikteki değişik süslemeler yaygındır. Bunun daha basit bir tekrarı olan ikinci minare ise kitâbesine göre Behram Şah’a (1117-1157) aittir. Bu minareler, keskin yivli geniş gövdeleriyle civardaki eserler üzerinde önemli bir etki yapmış olmalıdır. Nitekim Delhi’deki Kutub Minâr da aslında bir cami minaresi olarak Gazne-Hint Türk ilişkilerinin bir devamı mahiyetinde ve aynı şekil özelliklerine sahip bir eser olarak değerlendirilmelidir.
Medreseler Büyük Selçuklular zamanında teşkilâtlanmış şekliyle bilinirse de ilk medreseler XI. yüzyıl başlarında Gazne’de kurulmuştur. Sultan Mahmud zamanında kurulduğu bilinen Beyhakıyye, Saîdiyye, Ebû Sa‘d el-Esterâbâdî ve Ebû İshak el-İsferâyînî adlarını taşıyan dört medresenin mimari özellikleri hakkında bilgi yoktur. Yine Gazneliler’in Tûs valisi Arslan Câzib tarafından Sengbest’te yaptırılan külliyede bir medresenin varlığı biliniyorsa da 1913 yıllarında mevcut olan bu kalıntıların çizilen krokisinden tam bir fikir sahibi olmak mümkün olmamaktadır. Yine de sonraki gelişmeler dikkate alındığında ve Gazneliler’in eyvanlı taht salonlarına sahip sarayları sivil mimarinin aynısı olarak kabul edildiğinde bunların eyvanlı iç avlulu ev-konak şemasını tekrarlamış olduğu düşünülebilir.
Gazneli türbe mimarisinden de günümüze ulaşan örnekler çok azdır. Bunların en tanınmışı, Arslan Câzib’in yukarıda sözü edilen külliyesinde yer alan türbesidir. 1028 tarihli bu türbe kare planlı, tuğladan üstü kubbe ile örtülü büyük bir yapıdır. Duvarların iç yüzlerinde, kubbeye geçiş bölgesinde tuğlaların değişik dizilmesi yanında kalem işi kalıntıları da dikkati çeker. Belh’te XI. yüzyılın ilk yarısına ait Baba Hatun Türbesi, yonca tromplu kubbesiyle Karahanlılar’ın Arap Ata Türbesi’ne (978) benzerlik gösteren diğer bir önemli yapıdır.
Gazneliler’in sarayları, Türk saray mimarisinin erken örnekleri arasında olup kazılarla oldukça aydınlatılmış durumdadır. Güney Afganistan’da Büst şehrinin karşı kıyısında, Hilmend nehri kenarındaki Leşker-i Bâzâr Sarayı geniş bir araziye yayılmış çeşitli yapılardan meydana geliyordu. Sultan Mahmud dönemine tarihlenen güney kasrı, geniş bir avlu çevresinde uzunlamasına tasarlanmış simetrik bir şemaya sahiptir. Dört eyvan şemasına bağlı avlunun kuzeyinde, girişinde mescidin de bulunduğu taht salonu vardır. Duvarların alt kısmında, Sultan Mahmud’un hassa ordusunu canlandıran 1/3 profilden resmedilmiş belge niteliği taşıyan tasvirler dikkati çeker. Temperra tekniğiyle yapılmış olan figürlerin kaftanları, sarkıtlı kuşakları ve gürzleri kıyafet tarihi açısından da önemlidir (ayrıca bk. DİA, IX, 439). Gazne şehrinde de 1112 yılından kalma III. Mesud’un sarayı dört eyvan şemasına bağlı avlu etrafında, kuşatma duvarları ve kubbeli taht salonu ile temeller hizasına kadar ortaya çıkarılmıştır. Burada avlu çevresini alt hizada uzun mermer bir süsleme kuşağı çevreler. Mermer dizisinin üst hizasında ise uzun bir Farsça kitâbe kuşağı dolanmaktadır.
Gazneliler’in Türk mimarisine önemli bir katkıları da kervansaray mimarisinde ortaya çıkar. 1019-1020 yıllarında Sultan Mahmud tarafından Şâhnâme yazarı Firdevsî’nin hâtırasına Meşhed yakınında ve Serahs yolu üzerinde bir kervansaray yaptırılmıştır. Ribât-ı Mâhî adıyla bilinen ve günümüzde harabe halinde olan bu muhteşem tuğla yapının ayakta kalan ana kapısı tuğla süslemeler bakımından dikkat çekicidir. En önemli özelliği ise burada dört eyvanlı avlu etrafında tasarlanmış olan yapının eyvan arkalarında kubbeli bölümlerin bulunmasıdır. Eser, tarihi bilinen en eski Türk kervansarayı olması yanında zor bağdaşan kubbe-eyvan birleşmesinin de bilinen ilk âbidevî örneği teşkil etmesi bakımından üzerinde önemle durulan bir yapıdır. Nitekim daha sonra Büyük Selçuklular tarafından bu kubbe-eyvan birleşmesi âbidevî Selçuklu camilerinde uygulama alanı bulacaktır. Erken dönemde Karahanlı-Gazneli ve Büyük Selçuklu mimarilerinin bağlantıları ve gelişmenin kesintisiz devamını anlamak için Gazneli dönemi yapılarını sağlam bir değerlendirmeye tâbi tutmak gerekir.
Gazneliler’e ait mimari kalıntılarda ve kazılarda bulunan tek renkli sırla sırlanmış, kabartma figürlerle bezenmiş tuğla levhalar, mimari süslemede yukarıda sözü edilen temperra tekniğinde resimler, kalem işleri, mermer yanında sırlı tuğla-çini malzemenin de kullanılmış olduğunu göstermektedir.
KAYNAK:
https://islamansiklopedisi.org.tr/gazneliler