Ekrem Okutan
Tanzimat’tan evvelki devirde, bugünkü mecazi anlamı ile dalkavuklar mevcut olmakla beraber, onlardan tamamen ayrı, kelimenin basit lügat anlamına göre isim almış loncası ile kahyası ile ve efradı ile, işleri kibarları ve zenginleri ve onların konaklarındaki, meclislerindeki kimseleri eğlendirmek olan bir ‘dalkavuk esnafı’ var idi.
Sunuş
Okuyacağınız yazı, Ekrem Okutan’ın “Dalkavukluk / Tarihsel Perspektif, Siyaset ve Basın” adlı kitabından alınmıştır (Genç Mephisto Kitabevi, Mayıs 2005). Okutan, aktardığımız bölümü, tarihçi Reşat Ekrem Koçu’nun Koçu Yayınları’ndan çıkan “İstanbul Ansiklopedisi” (1971) adlı eserinden derlemiş. Bugün Ak Saray’a girip çıkan aydın ve sanatçı bozuntularının yanında Osmanlı saraylarında meslek icra eden dalkavuklar çok temiz ve dürüst kalıyorlar.
Osmanlı İmparatorluğu dağılma ve gücünü kaybetme süreciyle birlikte, yönetim sisteminde de zaaflar yaşamaya başladı. Kuşkusuz bu zaaf, dalkavuklar için bulunmaz bir fırsattı.
Böylece mevcut dalkavukların (yönetimin türlü türlü kademelerinde görev yapan ancak mesleki olarak adlandırılmayan, kendini gizlemiş, tavır ve davranışlarıyla dalkavuk olarak hareket edenlerin yanı sıra ısmarlama dalkavukların, bazı şair vb kişilerin) ve dalkavukluğu meslek olarak yapanların yönetenlerin üzerindeki etkileri de o oranda artmış oluyordu.
Dalkavukluğun bir meslek olarak yapılmasından bahisle ünlü tarihçi Reşat Ekrem Koçu eserinden dalkavukluğu şöyle tanımlamıştır:
“Dilimizde bugün mecazi manada bir tiynet, ruh haletini belirten isim olarak kullanıyoruz; kendi çıkarı, menfaati için bir zengine, veya devlet kapusunda yüksek mevki sahibine yardakçılıkta bulunan adam, uşaktan aşağı ve hatta şerefsiz, haysiyetsiz köleden zelil bir tiptir; bütün insani meziyet ve faziletlerden soyunmuş dalkavuk, bugünkü anlamda hacı yatmaz gibidir; para kaynağı yahut timsalin önünde eğilir, el, etek, ayak öper, ama her zaman menfaatini sağlar, maddi sıkıntı çekmemek anlamında ayakta durur; ayağını öptüğü kimse imkan ve kudretini kaybedince de hemen yeni efendilerinin huzurunda zilletle eğilir ve asla tereddüt etmeyerek düşen efendisinin aleyhinde bulunur.
“Dalkavuğu tokatlayıp kovabilmek çok zordur. Ülkeler fethetmiş serdarlar, cihangirler, tahtlar, saltanatlar devirmiş inkilabcılar bile nabızlarına göre şerbet vermesini bilen dalkavukluğu da beslemiştir.” (1)
Dalkavukluk esnafı
Koçu, Tanzimat’tan önceki dönemlerde mevcut dalkavukların yanı sıra bu işi meslek olarak yapan bir dalkavuk esnafının varlığını da işaret etmiştir.
“Toplum hayatımızda Tanzimat’tan evvelki devirde, bugünkü mecazi anlamı ile dalkavuklar mevcut olmakla beraber, onlardan tamamen ayrı, kelimenin basit lügat anlamına göre isim almış loncası ile kahyası ile ve efradı ile, işleri kibarları ve zenginleri ve onların konaklarındaki, meclislerindeki kimseleri eğlendirmek olan bir ‘dalkavuk esnafı’ var idi.
“Tanzimat’tan önce başa ya külah, ya kavuk giyilirdi. Külahı, külahın çeşidini ayak takımı ile esnaf ve asker ocaklarında efrad giyerdi. Külahın üzerine, işlerinin, mesleklerinin alameti farikası olarak beyaz dülbent, yahut renkli çember sararlardı; bazı gençlerle bilhassa asker dalkülah olurdu, yani külahlarını, üzerine herhangi bir şey sarmadan giyerlerdi.
“Kavuk ise tüccarın, memurun, kibarın, ricalin ulemanın serpuşu idi ve kavuk istisnasız üzerine mutlaka bir şey sarılan serpuş idi.
“İşleri, meslekleri başkalarını eğlendirmek olan dalkavuk esnafına zelil adamlar kabul edilmişti ve onlara serpuş olarak ayak takımının ve eşrafın ve askerin serpuşu olan külah giydirme imkanı bulunamamıştı; zira, külahlarına ne sararlarsa sarsınlar, yahut dalkülah da olsalar muhakkak esnaf veya askerle karıştırılacaklardı. Kavuk ise daima üzerine bir şey sarılarak giyilen serpuş olduğu için o zelil adamlara serpuş olarak kavuk seçildi ve toplum içinde derhal seçilmemeleri için de ‘dalkavuk’ olmaları, yani kavuklarına hiçbir şey sarmamaları emrolundu, bu suretle kendileri de alameti farikaları olan serpuşlarına nispetle ‘Dalkavuk’ adını aldılar.
“Dalkavuk esnafı, zamanımızın mecazi anlamla isim almış dalkavukları yanında yedi zemzemle yıkanmış biçarelerdi; tekrar ediyoruz, başkalarını türlü yollardan eğlendirmeyi alenen iş, meslek edinmişlerdi. Nizamnameleri vardı ve iş hizmet karşılığı alacakları ücretin narhları vardı. Hürriyetlerin alabildiğine kısıldığı mutlakiyet-i mutlaka devrinde, yazın yalısına ve kışın konağına kapanmak zorunda olan devletliler için dalkavuk kullanmak bir ihtiyaçtı.”
Koçu, Topkapı Sarayı Müzesi’nde bulunan 1. Mahmut devrine ait, ancak kime yazıldığı belli olmayan dilekçeyle dalkavuk esnafının varlığını ispat ediyor:
“Birinci Sultan Mahmut devrine ait olup kime hitap ettiği belli olmayan bu vesika bir dilekçedir; bugünkü dilimize çevirdiğim sureti şudur:
“Devletli, inayetli, merhametli efendim
“Kimsesiz dalkavuk kullarınızın arzuhalidir
“Her sene Ramazanı Şerif geldiğinde İstanbul’da, davetli, davetsiz iftarlara gideriz. Ulemanın, ricalin, devletin vesair büyüklerin mevki sahiplerinin sofralarında çeşitli nefis yemekler, türlü türlü reçeller, süzme aşureler, şerbetler, tavuk göğüsleri, elmaspareler, helvalar, kaymaklı baklavalar, ekmek kadayıfları, hoşaflar yer içeriz, üstüne göbek tütünü ve kahve ile ikram görürüz. Lakin içimizde bazı terbiyesizler bulunup edebe uymayan hareket ve tavırları ile velinimetimiz efendilerimizi gücendirmekte, zararı da hepimize dokunmaktadır. Dalkavukluk sağlam bir nizama bağlanmazsa cümlemizin açlıktan öleceğimiz aşikardır. Kadim nizam ve kanuna göre yeniden bir nizama bağlanmamızı, içimizden uygunsuzlarını tard edilmesini, tavır ve hareketleri hepimizin makbulü olan Şakir Ağa’nın cümlemize kahya tayin olunmasını ve memuriyetini bildiren bir kıt’a ruhsatname ihsan buyurulmasını niyaz ederiz. Emir ve ferman devleti inayetli efendim sultanım hazretlerinindir. İmza: Dalkavuk Kulları”
Bu dilekçe dikkatle okunmuş ve altına şu şayanı dikkat satırlar yazılmıştır:
“Dalkavuklar kibar ve rical huzurlarına girdiklerinde etek öperler. Oturacakları yer, trahzan yanındaki küçük minderlerdir. Vazifeleri, hane sahibi olan zatın mizaç ve tabiatına uygun şekilde konuşmak, zikri müstekreh tabirlerden ve küfürlerden gayetle sakınmaktır. Hane sahibi ne söylerse fevkalade yardakçılıkla tasdik edecekler ve asla aykırısında söz söylemeyeceklerdir. Verilen paranın çokluğu ile meslektaşları arasında övünülmeyecektir.”
Dalkavukluk tarifesi
Bu vesikaya bir de dalkavukluk narhı eklenmiştir, hem gülünç hem hazindir.
– Dalkavuğun burnuna fiske vurma (fiske başına): 20 para
– Başına kabak vurma, bir seferine: 20 para
– Yüzüne tokat atma, tokat başına: 30 para
– Oturduğu minderden ve seden aşağı yuvarlama, latife başına: 30 para
– Yüzüne mürekkep veya kömür sürme: 37 para
– Ellerini ve ayaklarını domuztopu bağlama: 40 para
– Bir salkım üzümün sapı ile beraber yedirilmesi: 40 para
– Kafasına yumruk indirme, yumruk başına: 40 para
– Çıplak başını tokatlama, tokat başına: 45 para
– Elinde beş on kıl kalmak ve dişlerini leylek gibi çatırdatmak şartı ile sakal zelzelesine, sakal boyamasına: 60 para
– Sakalın yarısı veya cümlesi arpa boyunca kırkılırsa, latifeyi yapan dalkavuğun üç aylık nafakasını verir, bu nafaka ayda 30 kuruştan 90 kuruştur.
– Eyerinin bir tarafında özengi bulunmayan haşarıca bir ata bindirilip temaşası hoşa giderse: 300 para
– Kuyruğu dışarıda kalmak üzere bir fındık sıçanını ağzının içine kapatma: 400 para
– Bostan dolabına bağlanarak su içinde bir müddet durdurulmak şartı ile bostan kuyusu içine bir devrine: 600 para. Bu latifede birden fazla her devir için ayrıca 100 para. Bu latifede dalkavuk boğulup ölürse cenazesinin masrafı latifeyi yapana aittir.
Dalkavuk fıkraları
Tarihçi yazar Koçu, dalkavukların genellikle takma isimler kullandıklarını belirttikten sonra bir iki hoş dalkavuk fıkrasıyla devam eder:
Dalkavukları bazen kendi isimleri ile anılmışlar, fakat ekseriya Şapur Çelebi, Hande Çelebi, Letaif Çelebi, Kahkaha Molla, Süğlün Bey, Ebülef Efendi, Burnaz Ağa, Çıplak Kadı, Kız Pehlivan, Kabrankulak Ağa, Hacı Fışfış, Hacı Samandıra gibi takma isimler takmışlardır.
Müverrih Peçrevili İbrahim Efendi, dalkavuklara ve şaklabanlara aşırı düşkün olan üçüncü Sultan Murat’ın hal tercemesinde şirin bir fıkra nakleder; müverrinin kalemiyle naklediyoruz:
Maskaranın biri şetaret ve maharetini gösterip de ihsanını alacağı sırada:
– Yok hünkarım, bugün altın istemem, yüz değnek isterim!… der.
Padişah sebebini sorunca:
– Hele önce ellisini vurdurun da sebebini o zaman sorun! der Padişah emreder, maskarayı falakaya yıkarlar, değnekler elli olunca herif:
– Durun!… bir ortağım vardır, ellisini de ona vurun! der.
Ortağının kim olduğunu sorarlar:
– Beni her gün davete gelen bostancıdır. (Bostancı: Osmanlı tarihinde sarayın korunmasına ve şehrin güvenliğine bakmakla görevli olan erlerden biri)
Padişahımızın ihsanını alıp gider iken ‘seni ben çağırdım, yarısı benimdir’ diye paranın yarısını elimden zorla alır, bugün de değneğin yarısı onun hakkıdır… der.
Padişah gülmekten katılır, maskaraya mütad ihsanının iki mislini verir, bostancıyı da elli değnek için falakaya yıkarlar.
Geçen asırda yaşamış mirasyedilerden Veliefendizade Mehmet Efendi de meclislerindeki dalkavukları ile meşhurdur; hoş fıkralardır:
Bir yaz günü dalkavuk esnafından sekiz on kadar kör toplatıp yalısına getirmiş, onların birbirini görmeden lag cengi etmelerine hayli güldükten sonra, uşaklar: Namaza buyurun !.. diyerek körlerin koltuklarına girmişler ve bağçeye çıkarıp rıhtımın ta kenarına serilmiş seccadelere götürmüşler, uşaklardan biri de kayığa binmiş, sözde imam olmuş, “Allahüekber” deyince biçare kör dalkavuklar secdeye varırlarken denize yuvarlanmışlar.
Veliefendizade bir yaz günü, kış oyunu, ortalığın çakıl çakıl tuttuğu bir kış günü de yaz oyunu oynatmıştı.
Yaz günü kendisi sırtında ince patiska entari, yalın ayak, küfür küfür oturmuş buzlu şerbet içerken sırtlarına hırkalar, kürkler, ayaklarına kalın yün çoraplar giydirilmiş dalkavuklara sahlep ikram edilmiş.
Kış oyununda aksi, efendi tandır başına oturur, sırtında kürkü sahlep içer, bütün pencereler açılır, dalkavuklar yazlık entariler ve çıplak ayakla titreşir iken dondurma ikram edilirmiş.
alıntı
https://bilimvegelecek.com.tr/