Bu tarihi şahsiyet hakkında rivayetler fazla ancak doğru bilgi oldukça azdır. Bu bakımdan rivayetlerden doğruyu çıkarmak, Yunus Emre’nin esas kimliğini belirlemek oldukça güçtür.
Son zamanlarda Yunus Emre ile ilgili yapılan araştırmalar artış gösterse de yine de çeşitli rivayetlerden toplama bilgiler ve onun eserlerinden çıkarılmaya çalışılan ipuçları ile yaşam öyküsü kurulmaktadır. Anadolu sahasındaki şairler hakkında yoğun bilgi birikimi bulunan tezkirelerde dahi Yunus Emre’nin adını çok göremiyoruz. Sadece Meşa’irü’ş – Şuara adlı eserde (Aşık Çelebi ) Yunus Emre’ye yer verilmiştir.
Yunus Emre’nin Doğum ve Ölüm Tarihi
Beyazıd Devlet Kütüphanesi’nden alınan bilgiye göre Yunus Emre 1320 – 21 yılları arasında 82 yaşındayken hayata gözlerini yummuştur, buna göre şairin doğum yılı da 1240 ya da 1241 yıllarında olmalıdır. Tabii ki bu bilgi yetersizdir ve Yunus Emre’nin şiirlerine başvurulur. Yunus Emre şiirlerinde Mevlana’nın Ahmet Fakih’in ve Geyikli Baba’nın adını sık sık anar; ayrıca yaşadığı dönemin olaylarına da şiirlerinde yer verir. Bu bakımdan birçok araştırmacının kabulüne göre yukarıdaki tarihlendirme doğrudur.
Yunus Emre’nin Doğum Yeri
Yunus Emre’nin doğum yeri ile ilgili bilgiler kaynaklarda çelişkilidir. Ayrıca Anadolu’nun pek çok yerini gezdiği, bunun yanı sıra bir dönem Azerbaycan’a kadar ulaştığı verilen bilgiler arasındadır. Bu kadar yer gezmiş birisinin nerede doğduğu tam olarak tespit edilemez ama eldeki bilgiler kıyaslandığında Yunus Emre’nin doğum yeri İç Anadolu ile Batı Anadolu arasında bir yerdir.
Yunus Emre’nin Eğitim Seviyesi
Yunus Emre’nin eğitim seviyesinin ne olduğu, eğitiminin ne kadar önemi olduğu tartışma konusudur. Yani bir kısım araştırmacı Yunus Emre’nin eğitimini merak ederken bir kısım araştırmacı da bu eğitimin edebiyat tarihi için çok da önemli olmadığı görüşündedir.
Yunus Emre’nin şiirlerine bakıldığında onun temel bilgileri aldığını görmekteyiz. Bu bakımdan şiirlerine bakan birçok araştırmacı Yunus Emre’nin düzenli bir eğitim aldığını ileri sürmektedir. Kimi araştırmacılar da bunu reddeder ve onun ümmi olduğunu yani düzenli bir eğitim almadığını ileri sürer. Aslında araştırmacıların öne sürdükleri bu iki durumun da kanıtları vardı. Kaynaklarda Yunus Emre’nin bir eğitim aldığında bahsedilmez ama şiirlerine baktığımızda onun en azından temel bilgilere sahip olduğunu görüyoruz. Bu bakımdan eldeki bilgiler Yunus Emre’nin eğitimi hakkındaki görüşlerin herhangi birisini kanıtlaması açısından yetersizdir.
Yunus Emre Batınî midir?
Yunus Emre Türk tasavvuf edebiyatının ustalarından birisidir ki bu durum da onun Batınî olup olmadığı konusunu gündeme getirmiştir. Kimi araştırmacılar onun Batınî olduğunu dile getirir. Bazı araştırmacılar da onun tarikat ehli olup olmadığını sorgular. Yalnız Yunus Emre şiirlerinde Tapduk Emre’nin müridi olduğundan sıkça bahseder; ayrıca Hacı Bektaş-ı Veli Menakıbnamesi’nde Yunus Emre’den bahsedilir. Menakıpnamede Yunus Emre’nin bugünkü yere gelmesinde Hacı Bektaşi Veli’nin ve Tapduk Emre’nin öneminden bahsedilir.
Yunus Emre’nin Mezarı Nerede?
Yunus Emre’nin doğum yeri hakkındaki soru işaretleri onun ölüm yeri için de geçerlidir. Bu konu da maalesef aydınlığa kavuşmamıştır. Kaynaklarda bununla ilgili verilen bilgiler çeşitli ve karmaşık olmakla birlikte onun Anadolu’nun pek çok yerinde bulunması da kafa karıştırıcı bir noktadır. Haklı olarak pek çok il, Yunus Emre’nin mezarını barındırdığını iddia etmektedir. Yalnız , kesin olmamakla birlikte, mezarının İç Anadolu bölgesinde olduğu sanılmaktadır.
Yunus Emre Hakkındaki İlk ve En Ünlü Rivayet
Yunus Emre hakkında ilk ve en ünlü bilgi Uzun Firdevsî’nin (ö. 918/1512) yazdığı sanılan Vilâyetnâme-i Hacı Bektâş-ı Velî’de yer almaktadır. Bu bilgi, Yunus Emre’nin derviş olma macerası ile ilgilidir. Buna göre Yunus Emre’nin derviş olma macerası şu şekildedir: Yunus Emre, Sarıköy’de yoksul bir çiftçidir. Kıtlıktan o da payını almıştır ve ekecek buğday bulamamıştır. Köylüler ona Hacı Bektaşi’ye gitmesini, onun kapısının yoksula açık olacağını söyler. Yunus Emre de buğday almak amacıyla Karahöyük’e Hacı Bektaşi’nin yanına gider. Bir süre orada kalır, buğdayı da alır ama tam buğdayı alacakken Hacı Bektaşi Veli ona “nefes” vermeyi teklif eder. Hacı Bektaşi Veli’nin bu isteğini reddeden Yunus Emre sadece buğday almak isteyerek tarikattan ayrılır ancak yolda buğdayın nefesten daha önemli olmadığını anlayarak tarikata geri döner. Hacı Bektaşi Veli’den af diler Hacı Bektaşi Veli, onun dönüşünün çok geç olduğunu söyleyerek onu Tapduk Emre’ye yönlendirir. Yunus Emre, Tapduk Emre’nin yanına gelerek durumu anlatır, Tapbuk Emre’ye bu durum daha önce malum olmuştur ve Yunus’u tekkeye kabul eder. Tapduk Emre, Yunus Emre’nin zamanı gelince nasbini alacağını müjdeler ama önce tekkeye hizmet etmesi gerektiğini söyler. Yunus Emre, tekkeye 40 yıl hizmet eder ve tekkeye eğri odun dahi sokmaz. Bir gün Tapduk Emre tekkesinde büyük bir meclis kurulur. Yunus Emre’den başka bu mecliste Yunus Guyende adında bir Yunus daha bulunur. Tapduk Emre, Yunus Guyende’ye “ Yunus, söyle” der. Guyende bunu duymaz, Tapduk Emre üç kez tekrarlar lafını, üç kez de Guyende duymaz ve Tapduk Emre Yunus Emre’ye dönerek “Yûnus, vakit geldi, o hazinenin kilidini açtık, nasibini aldın, hünkârın nefesi yetişti, sen söyle!” der. O andan sonra Yunus Emre “inci ve mücevher” değerinde sözler söylemeye başlar. (Menâkıb-ı Hacı Bektâş-ı Velî, s. 48-49).
Yunus Emre, sadece edebiyatımızın değil Türk dilinin gelişimi için de önemli bir sanatçıdır. Bu bakımdan onun edebî kişiliğini iki ayrı alanda inceleyeceğiz.
Yunus Emre, çok güçlü bir duygu yoğunluğuna sahiptir. Onun eserlerinin bu kadar çok sevilmesinin altında yatan sır da onun bu duygu yoğunluğudur. Yunus Emre Divan adlı eseri ile ün kazanmışsa da bu ününü kazanmasında bu eserinde meydana getirdiği düşüncelerin etkisi çok büyüktür. Yani sadece bir duygu yoğunluğu yoktur, duygunun yanında bir düşünce deryası da mevcuttur onun şiirlerinde.
Yunus Emre de her mutasavvıf gibi “insan-ı kamil” yani olgun insan olmanın yollarını işler. Bu yolda çekilen sıkıntıları işler. Bu bakımdan Allah aşkı onun ilk konusudur ama diğer mutasavvıflardan farklı olarak sadece Allah aşkını değil Allah’ın yarattığı her şeye duyulan aşkı inceler. “Yaradanı sev, Yaradan’dan ötürü” bu düşüncesini en iyi işleyen sözüdür. Zaten bu fikri ve zikri onu Yunus Emre yapmıştır. Şiir düşüncesini kardeşlik, barış ve sevgi üzerine kurmuştur. İnsanların din ve mezhep ayrımı ile ötekileştirmesine karşıdır.
Yunus Emre’nin bu güzel düşünceleri ve şiir tarzı onu sadece lirik değil aynı zamanda didaktik yani öğretici de yapar. Yalnız onun öğretici yanı lirik yanı kadar kuvvetlidir. Kuru bir bilgi vermez, öğretici tarzı akıcıdır ve insanı rahatsız etmez. “Genel olarak, şiirlerinin didaktik edasının, onun lirik üslubunun içerisinde eritildiğini söyleyebiliriz.” ( Mine Mengi – Eski Türk Edebiyatı Tarihi, s.70)
Yunus Emre’nin Divan’ında yer alan manzumeler dil bakımından da oldukça önemlidir. Bu manzumelerin dili 13.yy Anadolu Türkçesinin tüm güzelliklerini verir. Ayrıca bu dönemin Türkçesinin gelişmesinde de önemli bir paya sahiptir hatta direk öncüdür bu manzumeler. Bu manzumelerin hemen hemen hepsi Yunus Emre’nin Türkçeyi kullanmaktaki başarısını gözler önüne serer.
Yunus Emre’nin şiir dilinde İslam’a ait terimlerin fazla olması ister istemez diline Arapça ve Farsça terkiplerin karışmasına yol açmıştır. Bu durum özellikle Rİsalet’ül Nushiyye adlı eserinde görülür ama yine de çok yoğun bir etkiden söz edemeyiz. Ayrıca bu iki dilden aldığı kelimeleri Türkçeden üstün tutmayarak yan yana kullanması da yazı dilinin mükemmele yakın olmasını sağlamıştır.
Yunus Emre, halkın kullandığı atasözleri, deyimleri kendi şiirine katmaktan hiç usanmamıştır. Bu da onu halktan kopuk olmayan bir şair yapmış ve daha çok sevilmesine yol açmıştır. Dil açısından bakarsak da dilinin akıcı olmasını, anlaşılır olmasını yine halka yakın olmasına borçludur.
Yunus Emre, özellikle tekke edebiyatında kendi tarzını yaratmış, kendisinden sonrakilere örnek olmuş ve hatta “Yunus Tarzı”’nı yaratmış. Yunus Emre’den sonra onun gibi şiir yazmaya öykünen dervişlerin çıkması hem Yunus Emre’yi bu zamana kadar yaşatmış hem de onun hakkında bilgi karmaşasına neden olmuştur.
Toparlarsak, Yunus Emre özellikle tekke edebiyatını etkilemiş önemli bir şair, halkın önemsediği bir mutasavvıftır. Kendi tarzını yaratabilen ve günümüzde bile düşünceleri ile bizi derinden sarsan Anadolu’nun bilgelerinden birisidir. Ayrıca onun bu düşüncesi ve şiirleri, Osmanlı edebiyatında Divan edebiyatını da etkilemiş, birçok aydın Yunus Emre’yi örnek almıştır.
Yunus Emre’nin bilinen iki eseri vardır: Divan ve Risaletü’n Nushiyye.
Divan: Günümüze kadar ününü kazanmasında en etkili olan eseridir. Yunus Emre’nin tüm düşünce dünyası bu eserde saklıdır. Yunus Divan’ı Yunus Emre’nin ilahi tarzındaki şiirlerinin yer aldığı defteridir. Bu ilahi tarzındaki manzumeler hece ölçüsü ile yazılmasına rağmen “müstefîlün/ müstefîlün / müstefîlün / müstefîlün” aruz kalıbında yazılmış musammat gazel izlenimi de vermektedir.
Yunus Emre’nin Divan’ı Ahmet Yesevi’nin hikmetlerini andırmakta bu bakımdan kimi araştırmacılar bu manzumeler Ahmet Yesevi’nin hikmetlerinin takipçisi olarak görmektedir. Ancak Yunus’un ilahilerinde Ahmet Yesevi’den daha farklı bir tat vardır çünkü duygu yönünden daha etkileyicidir.
Yunus Emre’nin Divan’ında sadece ilahiler yoktur. Münacat, naat, şathiye, miraciye gibi değişik türde şiirler de vardır.
Risaletü’n Nushiyye: 630 dolaylarında olan Risaletü’n Nushiyye bir mesnevidir. Türkçe yazılmış ilk didaktik eser konumundadır. Eserin ilk on üç beyiti “fâilâtün/ fâilâtün / fâilün” kalıbı ile esas bölümü ise “mefâilün / mefâilün / fâilün” kalıbı ile yazılmıştır.
Kaynaklar
İslam Ansiklopedisi, YÛNUS EMRE mad., Mustafa Tatcı, cilt: 43; sayfa: 601
Mengi, Mine, Eski Türk Edebiyatı Tarihi, Akçağ Yay. , 16.baskı.
Köprülü, Fuad, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, Ank., 1981
Hüseyin Özbay Mustafa Tatçı, Yunus Emre ile İlgili Makalelerden Seçmeler, Ank, 1991