LÂLE DEVRİ (III. AHMET DÖNEMİ) ISLAHATLARI (1718-1730)
Lale Devri, 1718’de imzalanan Pasarofça Antlaşması ile başlayan ve 1730’da Patrona Halil İsyanı ile sona eren dönemdir. Osmanlı padişahı III. Ahmet ve Sadrazam Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’nın sadrazamlık dönemini kapsayan zevk, eğlence, barış, yenileşme ve sivil reformların görüldüğü bu döneme XVIII. yüzyıl Osmanlı kaynaklarında Lale Devri adı ile bir dönem tanımlaması mevcut değildir. İstanbul’da Haliç ve Boğaziçi başta olmak üzere lale yetiştirildiğinden dolayı ilk defa Yahya Kemal Beyatlı bu devir için “Lale Devri” tabirini kullanmıştır. Batı ile siyasi, ekonomik ve kültürel ilişkilerin geliştirildiği zaman dilimini ifade eder.
Lâle Devri’nde;
Osmanlı askerlik tarihinde ilk defa savaştan çok barışı korumak amacıyla Avrupa siyasetiyle yakından ilgilendi. Özellikle de Damat İbrahim Paşa, Avrupa’yı tanımanın Osmanlı dış politikası ve ticareti için önemli olduğuna inanan ve fiilen adımları atan ilk sadrazamdı. Bu doğrultuda İstanbul’daki Avrupa ülkelerinin diplomatik temsilcileriyle düzenli bir ilişki kurdu.
Yenileşme politikasının en önemli göstergesi Çelebi Mehmet Efendi’nin oğlu Mehmet Said Efendi ve İbrahim Müteferrika’nın gayretleriyle 1727’de İstanbul'da kurulan matbaadır. Nevşehirli Damat İbrahim Paşa, yangınlara karşı 1720’de Tulumbacı Ocağı’nı kurmak üzere Fransız asıllı Müslüman bir mühendis olan Gerçek Davud’u (David) görevlendirdi.
Yalova’da kâğıt imali başladı, İstanbul’da 1725’te bir çini fabrikası kuruldu. İstanbul’da mevcut çuha fabrikasının yanında "Hatayi" ismi verilen kumaşı dokumak üzere bir başka fabrika daha inşa edildi. İstanbul’da başta mimari olmak üzere hemen her alanda Fransız tesiri, süsleme sanatında ise barok ve rokoko tarzları etkili oldu. Kasırlar, köşkler ve çeşmeler inşa edildi. Osmanlı'daki rokoko süsleme, Avrupa rokoko süslemesine benzememekteydi. Osmanlı rokokosu daha çok mimari eserlerde, kitap tezhiplerinde, mezar taşları, ahşap, eşya ve kumaşlar üzerinde rastlanan ayrı bir üslup oluşturdu.
İlim, fikir ve edebiyat adamlarından kurulu bir heyet devamlı olarak toplanıp Doğu ve Batı dillerinden tercümeler yaptılar. Fransızcadan bazı eserler ilk defa bu devirde Türkçeye çevrildiği gibi Türkçeden Fransızcaya tercüme edilerek basılan edebî kitaplar da vardır. 1727’de Sait Efendi ve İbrahim Müteferrika tarafından ilk Türk matbaası açılmıştır. Matbaa Avrupa’dan alınan ilk teknik araçtır. Bu durum, Osmanlı’nın Avrupa’nın teknik üstünlüğünü kabul ettiğini göstermektedir. Matbaanın kullanılması için fetva hazırlayan şeyhülislam Yenişehirli Abdullah Efendinin Behçet-ül-Fetava adlı fetva kitabı pek kıymetlidir. İbrahim Müteferrika’nın evinde kurulan bu ilk Osmanlı matbaasında dini kitaplar hariç tarih, coğrafya ve edebiyata ait bazı kitaplar basılmıştır. Matbaada basılan ilk eser Vankulu Lügati adlı sözlüktür.
1718 ile 1730 yılları arasındaki Lale Devri'nin meşhur sadrazamı Nevşehirli İbrahim Paşa, Avrupa'yı tanımak gerektiğini fark eden ilk Osmanlı sadrazamıydı. Avrupa devletlerinin İstanbul'daki elçileriyle düzenli ilişki kurdu. Ayrıca Osmanlı tarihinde ilk kez Avrupa devletlerine uzun süreli elçiler gönderdi. Elçiler sadece askeri ve ticari antlaşma yapmaya gitmemişlerdi. Avrupa devletlerinin askeri gücü, ve devlet yapısı ile ilgili bilgi edineceklerdi.
İlk Osmanlı elçisi İbrahim Paşa 1719'da Viyana'ya, Yirmisekiz Mehmed Çelebi 1720-1721'de Paris'e, Nişli Mehmed Ağa 1722-1723'te Moskova'ya, Mustafa Efendi 1730'da Viyana'ya, Mehmed Efendi 1730'da Lehistan'a, yani Polonya'ya elçi olarak gittiler. Bu elçiler gittikleri yerde gördüklerini anlatan raporlar hazırlayarak, sadrazama sundular. Artık dışarıya bakmayan Osmanlı dönemi sona ermişti. Elçiliklerin açılması Batı'nın üstünlüğünün kabul edildiğinin göstergesidir. Yirmi Sekiz Mehmet Çelebi izlenimlerini Sefaretname adlı eserinde toplamış bu eser Osmanlı Devleti’nin Batı’ya açılan penceresi olarak değerlendirilmiştir. Yirmisekiz Çelebi Mehmet Efendi’nin Paris elçiliğinin ardından saraya sunduğu raporla Osmanlı Devleti'nde Batılılaşma hareketleri fiilen başladı. Her şeyden önce İstanbul’da hayat tarzı geniş ölçüde değişti. Paris’ten getirilen planlara göre Kâğıthane çevresiyle Haliç ve Boğaziçi sahillerinde, Üsküdar civarında yeni binalar inşa edildi. İstanbul Kâğıthane yer itibarıyla Osmanlılarda mesire ve eğlence alanıydı. Burada Bizanslılardan kalma bir kâğıt fabrikası da bulunmaktaydı. Osmanlı Devleti, elçilikleri kurmakla; Avrupa’daki teknik, bilimsel ve sosyal gelişmeleri takip etmeyi ve Avrupa devletlerinin politikalarını öğrenmeyi amaçlamıştır.
Osmanlı Devleti’nde ilk elçilik açan devlet 1454’te Venedikliler olmuştur. Daha sonra Fransa, İngiltere ve Hollanda elçilik açmışlardır. Osmanlı Devleti’nde ilk daimi elçilik açan ülke İran olmuştur. Yeniçerilerden oluşturulan bir itfaiye örgütü kurulmuştur (Tulumbacılar). İlk defa çiçek hastalığı için aşı bulunmuştur. Avrupa’ya gönderen Lady Montegue adlı kişi. Bu dönemin en ünlü mimari eseri III. Ahmet Çeşmesidir. Dönemin en ünlü sanatçısı minyatürde Levni şiirde ise Nedim’dir. Kütüphaneler açılmıştır (En önemlileri Enderun ve Yeni Cami kütüphaneleridir). Askeri alanda esaslı bir ıslahat görülmemiş, sınırlarda bazı kaleler ve istihkamlar yaptırılmıştır. Ayrıca İstanbul surları onarılmıştır. Lâle Devri Patrona Halil İsyanı ile sona ermiştir.
İLK OSMANLI MATBAASINI KİM KURDU?
Osmanlı İmparatorluğunun ilk matbaası daha 1493 yılında, İbrahim Müteferrika'dan 234 yıl önce, İspanyol göçmeni David ve Samuel İbn Nahmias Kardeşler tarafından kuruldu. İlk kitap, Yakup ben Asher'in Arba'ah Turim eseri 13 Aralık 1493'te basıldı. İtalik hurufatı, sayfa düzeni, folyo işaretleme tekniği, metin başının büyük harfle belirtilmesi gibi yenilikleri matbaa sanatına kazandıranlar da 1530'da İtalya yolu ile İstanbul'a gelip yerleşen Sonsino ailesidir.
İstanbul'da ilk Rum matbaası Hristiyan kiliseleri arasındaki mücadelenin bir aracı olarak kurulmuş ve matbaacılık faaliyetine Londra’da başlayan Rum rahibi Nicodemus Metaxas (Nikodmus Metakıs) tarafından 1627’de açılmıştı. Beyoğlu’nda faaliyete geçen bu matbaanın bastığı ilk eser “Museviler Aleyhine Bir Risale” adlı eserdi.
İbrahim Müteferrika Osmanlı Devleti'nin içinde bulunduğu durumun düzeltilebilmesi için neler yapılması gerektiğini ve bunların nasıl yapılacağını ifade etmiştir. Bu düşünceleriyle Sadrazam İbrahim Paşa'yı etkilemiştir. İlk önce bir matbaanın önemini anlatmak için kitap basımının faydalarını içeren "Vesîletü't Tıbâa'yı" hazırlayarak sadrazama sunmuştur. İbrahim Müteferrika ile Mehmet Said Efendi'ye, III. Ahmet'in fermanı ve şeyhülislamın fetvası ile ilk Türk matbaasını kurma izni verildi. İlk Türk matbaasını İbrahim Müteferrika kurdu ayrıca bu matbaada bastığı birçok kitabın yazarlığını ve düzenlemesini de yaptı. Müteferrika’nın Yavuz Selim Semti'ndeki evinde kurulan matbaada, ilk kitap 1729 yılının başlarında basıldı. Basılan eser, kaynaklarda “Vankulu Lugatı” adıyla geçen “Sıhahul Cevheri” tercümesiydi.
18. YÜZYILDA ISLAHATLAR VE OSMANLI SANATI
18. yüzyılda siyasi, askeri ve sosyal alanlarda olduğu gibi, Osmanlı sanat ve mimarisi üzerinde Avrupa sanat ve mimarisinin etkileri görülmeye başlamıştır. Bu etkileşimde en önemli rolü, Avrupa’ya gönderilen elçiler üstlenmiştir. Paris’e elçi olarak gönderilen Yirmi Sekiz Çelebi Mehmet Efendi, rokoko üslubuyla yapılmış saraylardan övgüyle bahsetmiş, 3. Ahmet’e Versay Sarayı’nın bir maketini sunmuştur. Rokoko: 18. yüzyılın başında Fransa’da görülen kavisli çizgileri bol, gösterişli bir sanat uslubu. Barok: 17. ve 18. yüzyıllarda klasik sanatı izleyen resim ve mimarlık uslubu. Avrupa mimarisinin Osmanlı’ya etkisi “Sadabat Kasrı” ile başlamış, Osmanlı’daki klasik mimarinin yerini, giderek Batı’daki “Barok ve Rokoko” tarzı almaya başlamıştır.
Osmanlı’daki en önemli Barok vee Rokoko tarzı örnekleri;
Lale Devri Dönemi Önemli Mimari Eserler;
Sultan III. Ahmet, sadrazam Damat İbrahim Paşa ile uyum içerisinde çalışmış, bu sırada yaşanan Lâle Devri'nde sanat ve toplumsal hayata özgün bir anlayış getirilmişti. Sultan III. Ahmet, Topkapı Sarayı ile Yeni Câmii'de birer kütüphane, Ayasofya'da Bâb-ı Humâyun'un karşısında Türk sanat şaheserlerinden sayılan Sultan Üçüncü Ahmet Çeşmesi ve İstanbul'un su ihtiyacını karşılamak amacıyla da "Deryayi Sim" adlı bir su bendi inşa ettirmiştir. Bunlardan başka Üsküdar Yeni Vâlide Câmii, Çorlulu Ali Paşa Medresesi, Damat İbrahim Paşa Camii ve Külliyesi, İstanbul'da Yeni Postane arkasında Daarül Hadis ve Sebil, Ortaköy Camii önündeki çeşme, Üsküdar Şemsi Paşa'da Hüsrev Ağa Camii önündeki çeşme ve Çubuklu Camii yanındaki Mesire Çeşmesi gibi eserler de yine bu dönemde yapılmıştır. Dönemin belki de en gözde eseri olan Sâdâbâd, maalesef günümüze kadar gelememiş, bize yıkıntıdan fazla bir şey kalmamıştır. Nur-u Osmaniye Camii (Mimar Simon, 1756), batı etkili de olsa klâsik Osmanlı-Türk mimarlığı ilkelerini devam ettiren son eserdir. Bu camide klâsik Osmanlı mimarlığı ilkeleri ile batının ‘barok’ üslûbunun bileşimini görüyoruz.
Bu anlayış, Lâleli Camii (Mimar Tahir Ağa veya Ahmet Ağa, 1763) Fatih Camii (Mimar ?, 1771), Beylerbeyi Camii (Mimar Tahir Ağa, 1778), Eyüp Sultan Camii ve Külliyesi (Mimar Uzun Hüseyin Ağa?, 1800), Tophane Nusretiye Camii (Mimar Krikor Balyan, 1826), Dolmabahçe Camii (Mimar Garabet Balyan, 1853), Ortaköy Camii (Mimar Nkoğos Balyan, 1854), Aksaray Pertevniyal Valde Camii (Mimar Agop Balyan, 1867) ve daha birçok camilerle devam ediyordu.
MÜZİK
18. yüzyılda Avrupa mimarisi Osmanlı mimarisini etkilerken aynı dönemde Türk müziği de Avrupa müziği üzerinde etkili olmaya başlamıştır. Avrupa’da mehter marşı geniş yankı uyandırmıştır.
Bu çerçevede; İtalyan ressam Agostino Tassi’nin Mehterbaşı ve Beş Türk Çalgıcısı adlı tabloları önemli örneklerdir. Osmanlı Devleti 1725’te Rus Çariçe’sinin sarayına, 1733’te Polonya Krallığı’na, 1741’de Viyana’ya 1750’de Berlin’e mehter takımı göndermiştir.
Alla Turka müzikten 18. yüzyılın ünlü bestecileri de etkilenmiş, bu doğrultuda Mozzart’ın 5 numaralı konçertosu Türk konçertosu olarak bilinmektedir. Beethoven (Betovın)’ın Atina Harabeleri adlı eserinde ise Türk Marşı yer almaktadır.
Levni (17. yüzyıl sonları, Edirne- 1732, İstanbul), asıl adı Abdülcelil Çelebi, Lale Devri'nin en tanınmış minyatürcüsüdür. Minyatür sanatına derinliği ve perspektifi getirmiş, yapay, yıldızlı ve canlı renkler yerine daha doğal renkler kullanmıştır.
Topkapı Sarayı'ndaki haremde nakkaşhanede tezhip ve öğrendi, daha sonra da II. Mustafa zamanında sarayın başnakkaşlığına getirildi. III. Ahmet döneminde de bu görevini sürdürdü. Lale Devri'nin insanı olmasından dolayı, minyatürlerinde daha çok eğlence sahnelerini işledi. Şair Vehbi'nin, III. Ahmet'in şehzadelerinin 1720'deki sünnet düğünün anlatan Surname'sini süsleyen minyatürleri Levni'nin en ünlü eserleri arasındadır. Perspektif, resmettiği insanların kişisel özelliklerini yansıtmaya verdiği önem, resimdeki renk ve kompozisyon uyumu Osmanlı Minyatür sanatı için oldukça önemli yeniliklerdi. Levni'nin eserleri arasında Kaygusuz Abdal minyatürü bulunmaktadır.
LALE DEVRİ DÖNEMİ ÖNEMLİ KİŞİLER
NEDÎM (1681-1730) Şöhretini Osmanlı Devleti'nin 1718–1730 yılları arasındaki Lâle Devri'nde kazanmıştır. Yaşamı ve eserleri ile o devrin ruhunun temsilcisi olarak kabul görmektedir. Patrona Halil taraftarları tarafından katledilmiştir. |
OSMANZADE TÂİB (D?-1724 ) Şair özellikle hicivleri ve kasideleri ile ünlüdür. III. Ahmed'in fermanı ile Reis-i Şairan (Şairlerin Başı) unvanını almıştır. Nâbi'nin etkisinde kalan şair, orta düzeyli Divan şairlerinden sayılır. Divanının yanında diğer önemli eserleri önemli vezirlerin yaşamından bahsedilen Hadikatü'l-Vüzera'sı ve Osmanlı sultanlarının yaşamından bahsedilen Hadikatü'l-Müluk adlı eserleri daha vardır.
|
|
JEAN-BAPTİSTE VAN MOUR Flaman asıllı Fransız ressam. Van Mour'un elçilerin sultanı ya da sadrazamı ziyaretlerini, görkemli geçit törenlerini, şölenleri, İstanbul limanını, Boğaziçi'nin birçok köşesini, süslenen, raks eden ya da hamamda yıkanan Türk kadınlarını, sema yapan Mevlevi dervişlerini konu aldığı resimleri çok tutuluyordu. Van Mour Patrona Halil İsyanı'na (1730) da tanık oldu. Patrona Halil'i arkadaşlarıyla birlşkte betimlediği resim (Amsterdam Devlet Müzesi) 18. yüzyıl Osmanlı tarihinin en ilginç belgelerinden biridir. Sanatçının İstanbul'la ilgili eserlerinden bazıları “Sarraf”, “Rum Düğünü”, “Açık Havada Eğlenen Rumlar”, “Arnavut Askerlerinin Portresi”, “Patrona Halil”, “Çavuş”, “Padişah”, “Türk Düğünü”, “Mevlevi Dervişlerinin Yemeği” ve “Bentler” olarak sayılabilir. |
||
LADY MARY WORTLEY MONTAGU İngiliz yazar ve Osmanlı döneminde İngiltere tarafından İstanbul'a elçi olarak atanan Edward Wortley Montagu'nun eşiydi. Leydi Montagu Çiçek hastalığı geçirmişti ve yüzünde hastalığın izleri kalmıştı. İngiltere'de henüz bulunmayan Çiçek aşısının İstanbul'da yaygın bir şekilde kullanıldığını hayretle gördü ve hemen 2 çocuğunu İstanbul'da aşılattı. İstanbul'dan yazdığı mektuplarla ve Londra'ya döndükten sonra bizzat kendisi Çiçek aşısını İngilizlere tanıttı. |
|