Bizzat Atatürk’ün direktifleriyle Türkiye’ye çağrılan İsviçreli Profesör Albert Malche’ye (AlbertMalşe) bir rapor hazırlatıldı.
Raporun önemli maddeleri şunlardı:
Türkçe bilimsel yayınlar eksiktir. Ders verme yöntemleri eskimiştir.
Öğretim kadrolarının yabancı dil bilgileri yetersizdir.
Fen dersleri ağırlık kazanmalıdır. Bilimsel düşünce egemen kılınmalıdır.
Türkiye’ye sığınmış olan Alman bilim insanları
Bu rapor, Cumhuriyet Dönemindeki ilk üniversite reformunun başlatılmasına neden oldu. 1933’te darülfünun kapatılıp yerine İstanbul Üniversitesi açıldı. 1936’da fakülte sayısı beşe çıktı. İstanbul dışında Ankara’yı da bir eğitim ve kültür kenti hâline getirmek için girişimlerde bulunuldu. Musiki Muallim Mektebi, Hukuk Mektebi, Gazi Eğitim Enstitüsü, Yüksek Ziraat Enstitüsü, Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi açılarak yükseköğrenim alanındaki öğrenci sayısı artırıldı.
Darülfünundan Üniversiteye Geçiş
Türk milletini çağdaş uygarlığın ortağı yapmak isteyen Atatürk, bu amaçla milletimize bilimi rehber edinmesi çağrısında bulunmuştu. Çünkü o, çağdaş uygarlığın temelinin bilime ve onun uygulamaya geçirilmesiyle ortaya çıkan teknolojiye dayandığını biliyordu. Bilimin ve teknolojinin üretilip geliştirildiği yerler ise üniversiteler idi. Ancak Kurtuluş Savaşı’ndan yeni çıkmış olan ülkemizde üniversite eğitimi yetersizdi. Bu nedenle Atatürk savaş biter bitmez harekete geçerek ülkemizde yüksek öğretimin gelişmesi için çeşitli Avrupa ülkelerindeki üniversitelere öğrenciler gönderdi.
Cumhuriyetimizin kurulduğu günlerde ülkemizdeki tek yüksek öğretim kurumu İstanbul Darülfünunuydu. Cumhuriyet yönetimi bütün eksikliklerine rağmen 19. yüzyılda kurulmuş olan bu eğitim kurumuna büyük önem verdi. Onu bilimin, teknolojinin ve çağdaş zihniyetin yerleşmesine öncülük yapacak bir merkez olarak görüp destekledi.
Einstein'ın potansiyel Türkiye macerası
Hükmet , Darülfünunu idari ve akademik anlamda özerk hâle getirerek ders programlarına ve öğretimine müdahale etmedi. Böylece kurumun özgür bir ortamda bilimsel gelişimini sürdürmesinin yolunu açtı. Ancak bütün bu iyi niyetli çabalara rağmen Darülfünun, Türk toplumunun bilimsel gelişimi ve kalkınması yolunda kendisinden beklenen katkıyı sunamadı. Diğer yandan inkılaplara ve ülkemizin geçirdiği büyük değişime ayak uydurmakta da zorlandı. Dönemin Millî Eğitim Bakanı Reşit Galip, Darülfünunun bu durumunu şu sözlerle ifade etmiştir:
“… Memlekette sosyal ve siyasi büyük inkılaplar oldu. Darülfünun bunlara karşı tarafsız bir gözlemci gibi kaldı. Ekonomik alanda anlamlı hareketler oldu. Darülfünun bunlardan habersiz göründü. Hukukta radikal değişiklikler oldu. Darülfünun yalnız yeni kanunları öğretim programına almakla yetindi. Harf Devrimi oldu. Öz dil hareketi başladı. Darülfünun hiç tınmadı. Yeni bir tarih anlayışı, milli bir hareket halinde bütün ülkeyi sardı. Darülfünunda buna ilgi uyandırabilmek için üç yıl kadar uğraşmak ve beklemek gerekti. İstanbul Darülfünunu artık durmuştu, kendisine kapanmıştı. Her şeyden soyutlanmış halde dış âlemden elini ayağını çekmişti.” Falih Rıfkı Atay da tepkisini “Darülfünun Türk inkılabına dair on seneden beri bir tek sayfa telif eklememiştir. Darülfünunun Türk inkılabına karşı bu vaziyeti nasıl değerlendirilebilir? Biz ne tarafsızlığı ne de yetersizliği kabul ederiz.”
sözleriyle dile getirmiştir.
Darülfünuna yönelik tepkilerin giderek artması üzerine hükümet meseleye köklü bir çözüm getirmek için harekete geçti. Bu amaçla Cenevre Üniversitesinde görevli İsviçreli bilim insanı Profesör Albert Malche’yi (Albırt Malşe) Türkiye’ye davet etti. Ondan Darülfünun hakkında bir rapor hazırlamasını istedi. Albert Malche de 1932 yılı başlarında ülkemize gelerek raporunu hazırladı. Malche raporunda Darülfünunun bilimsel yön-den yetersiz olduğunu ve ülkenin gelişimine uyum sağlayamadığını vurguladı. Öğretim üyelerinin yurt dışında yetiştirilmesi, yabancı dil eğitimine önem verilmesi, öğrencilerin araştırmaya yöneltilmesi, derslerde uygula-maya önem verilmesi gibi önerilerde bulundu, Malche raporunda, kütüphanelerin iyileştirilmesi, spor tesislerinin, yurtların, yemekhanelerin yapılması ve sosyal ortamların geliştirilmesi konularına yer verdi.Ayrıca üniversitenin halka yönelik konferanslar düzenleyip bir dergi çıkararak toplum ile iletişim kurması gerektiğini belirtti.
Prof. Malche’nin raporu Atatürk ve hükümet tarafından incelendikten sonra üniversite reformuna yönelik bir kanun tasarısı hazırlandı. TBMM’de kabul edilen bu kanunla Darülfünun kapatıldı ve onun yerine 1 Ağustos 1933’te İstanbul Üniversitesi kuruldu. İstanbul Üniversitesi 18 Kasım 1933’te öğretime başladı. Atatürk, İstanbul Üniversitesinin yeni bir ruh, yeni bir dinamizm ile öğretime açılışı nedeniyle kendisine çekilen saygı ve bağlılık telgrafına “İstanbul Üniversitesinin açılışından çok sevinç duydum. Bu yüksek ilim ocağında, kıymetli profesörlerin elinde Türk çocuğunun müstesna zekâ ve eşsiz kabiliyetinin çok büyük gelişmelere erişeceğinden eminim” cümleleriyle karşılık verdi. Ülkemizin akla ve bilime verdiği değer ölçüsünde kalkınabileceğine inanan Atatürk,İstanbul Üniversitesinin her bakımdan çağdaş bir eğitim kurumu olmasını istemişti. Bu amaçla bir yandan bilimsel anlayışa sahip bir öğretim kadrosu kurulmasına önem verirken diğer yandan 1930’lu yıllarda Almanya’daki baskıcı rejimden kaçan bilim insanlarının Türkiye’ye gelmesini sağladı.
Atatürk’ün öncülük ettiği üniversite reformuyla kurulan İstanbul Üniversitesi her alanda başarılı çalışmalar yapmış, pek çok öğrenci yetiştirmiştir. Bu yönüyle diğer üniversitelerin kuruluşlarına kaynaklık etmiş ve bu üniversitelerimizin öğretim üyesi ihtiyacının karşılanmasında önemli bir rol oynamıştır. Ayrıca düzenlediği halka açık konferanslar ve çeşitli etkinliklerle toplumumuzun aydınlanmasına katkıda bulunmuştur. Bu hizmetleri nedeniyle İstanbul Üniversitesi ülkemizdeki bilimsel gelişmelere ve kalkınma hamlelerine öncülük yapan önemli kurumlarımızdan biri olmuştur.
Einstein'ın 'Dünyanın En Büyük Lideri' Dediği Atatürk ile Yollarının Kesişmesinin İlginç Hikayesi
Türkiye Cumhuriyeti, 1930’larda, Nazi zulmünden kaçan, yüzlerce profesör, öğretmen, doktor, avukat, sanatkâr ve laborant ile binlerce az veya çok tanınmış kişiyi mülteci olarak kabul etmiştir. Bunların çoğunluğuna, Naziler tarafından kovulmalarından sonra altı ay içinde Türkiye’de önemli görevler verilmiştir. Çoğunluğu, o sırada reforme edilmekte olan ve modernizasyon safhasında bulunan İstanbul Üniversitesi ile Ankara Üniversitesi’nin yeni kurulmakta olan fakültelerinde kürsü profesörlüklerine atanmışlardır. Diğerleri ise birçok bilim adamı kuşağının yetiştirildiği önemli bilim ve araştırma enstitülerinin kurulması ve yönetilmesinde görevlendirilmişlerdir.
1. Genç Türkiye Cumhuriyeti 20'li Yıllardan Beri Faşizmden Kaçanların Sığındığı Bir Adresti
2. 30 Ocak 1933 Bir Dönüm Noktası
Almanya’da 1932 sonbaharında yapılan genel seçimleri, Adolf Hitler’in Nasyonal Sosyalist Partisi, yani Naziler kazandı ve Hitler, 1933’ün 30 Ocak günü başbakanlığa getirildi.
3. Yahudi Düşmanlığı Yükseliyor
Naziler’in hedeflerinden biri, Yahudiler’in, öncelikle de Almanya’daki Yahudiler’in köklerinin kazınmasıydı. O tarihten birkaç sene önce başlamış olan Yahudi karşıtı hareketler Naziler’in iktidarı elde etmelerinden sonra daha da arttı ve çok sayıda Yahudi, Almanya’yı terketti. Ayrılma hazırlığı yapan Yahudiler arasında dünyanın önde gelen bilim adamları da vardı ve Albert Einstein da onlardan biriydi.
4. Einstein Almanya'dan Ayrılıyor
Berlin Üniversitesi’nde hocalık yapan ama kısa bir müddet sonra artık ders veremeyeceğini farkeden Einstein, 1933 ilkbaharında Almanya’dan ayrıldı, Fransa’ya geçti ve Paris’teki "College de France"da hocalık etmeye başladı.
Bu sırada, Nazi tehdidi altında bulunan Museviler’in himayesi maksadıyla "Yahudi Nüfusu Koruma Grupları Birliği" ismini taşıyan ve kısa adı "OSE" olan bir kurum oluşturulmuştu. Birliğin merkezi Paris’te idi ve şeref başkanlığına da Albert Einstein getirilmişti. Ama hala Almanya'da kalan önemli sayıda Yahudi bilim insanı bulunuyordu. Ancak Einstein onları kurtarmak için bir çözüm yolu bulmuştu.
5. 17 Eylül 1933'de Albert Einstein Ankara'ya Bir Mektup Gönderir
Albert Einstein, 1933’ün 17 Eylül’ünde Ankara’ya işte bu sıfatla, yani "OSE’nin şeref başkanı" olarak bir mektup gönderdi. Einstein, "Türkiye Cumhuriyeti Bakanlar Kurulu Başkanlığı"na, yani Başbakanlığa hitaben son derece nazik bir dille yazdığı mektubunda Almanya’daki bazı kanunlar dolayısıyla çok sayıda Alman bilim adamının mesleklerini icra edemez hále geldiklerini söylüyordu.
6. Mektupta Neler Yazılıydı?
"Ben, sadık hizmetkârınız Prof. Albert Einstein.
Ekselansları, Almanya'dan 40 profesörle doktorun bilimsel ve tıbbi çalışmalarına Türkiye'de devam etmelerine müsaade vermeniz için başvuruda bulunmayı ekselanslarından rica ediyorum.
Sözü edilen kişiler, Almanya'da halen yürürlükte olan yasalar nedeniyle mesleklerini icra edememektedirler. Çoğu geniş tecrübe, bilgi ve ilmi liyakat sahibi bulunan bu kişiler, yeni bir ülkede yaşadıkları takdirde son derece faydalı olacaklarını ispat edebilirler. Ekselanslarından ülkenizde yerleşmeleri ve çalışmalarına devam etmeleri için izin vermeniz konusunda başvuruda bulunduğumuz tecrübe sahibi uzman ve seçkin akademisyen olan bu 40 kişi, birliğimize yapılan çok sayıda başvuru arasından seçilmişlerdir.
Bu ilim adamları, hükümetinizin talimatları doğrultusunda kurumlarınızın herhangi birinde hiçbir karşılık beklemeden çalışmayı arzu etmektedirler. Bu başvuruya destek vermek maksadıyla, hükümetinizin talebi kabul etmesi halinde sadece yüksek seviyede bir insani faaliyette bulunmuş olmakla kalmayacağı, bunun ülkenize de ayrıca kazanç getireceği ümidimi ifade etme cüretini buluyorum. Ekselanslarının sadık hizmetkarı olmaktan şeref duyan,
Prof. Albert Einstein "
7. Teklif Kabul Edilmedi mi?
Einstein, şimdi Başbakanlığa bağlı olan "Cumhuriyet Arşivi"nde muhafaza edilen 17 Eylül 1933 tarihli mektubunu yazdığı sırada, başbakanlık makamında İsmet Bey (İnönü) vardı. Belgenin üzerinde yeralan ve İsmet İnönü’nün elyazısıyla olan nottan anlaşıldığına göre, İnönü, 9 Ekim günü mektubu "Maarif Vekáleti’ne", yani Milli Eğitim Bakanlığı’na havale etti. Milli Eğitim Bakanı, o tarihte Reşid Galip Bey idi.
Albert Einstein’ın mektubunun alt kısmında ve yan tarafında elyazısıyla üç madde halinde yazılmış bazı notlar bulunuyor. Reşit Galip Bey’e ait olduğunu zannettiğim ve işlek olması dolayısıyla güçlükle okuyabildiğim bu notlarda geçen "Teklif, mevzuat-ı kanuniyemizle ...değildir", "Bunları bugünkü şeráite (şartlara) göre kabule imkán yoktur" şeklindeki ifadelerden, teklifin bakanlık tarafından ilk aşamada kabul edilmediği anlaşılıyor.
8. Atatürk Devreye Girer ve Onlarca Bilim İnsanı Türkiye'ye Gelir.
Ancak, Türkiye’nin bu tarihten hemen sonra onlarca Alman bilim adamını davet edip üniversitelerde görevlendirmesi ve Üniversite Reformu’nun da bu sırada yapılması, Milli Eğitim’in karşı çıktığı teklifin kabulünde çok daha yüksek bir makamın, yani bizzat Reisicumhur Mustafa Kemal’in devreye girmesinin etkili olduğunu düşündürüyor.
Bu konudaki bir diğer kanıt da, Princeton Üniversitesi’nde 1949 yılında Einstein ile görüşen İstanbul Teknik Üniversitesi’nin emekli hocalarından Prof. Dr. Münir Ülgür’ün Cumhuriyet Gazetesi’nin Bilim Teknik Dergisi’ne yaptığı açıklamadır.
9. Prof. Dr. Münir Ülgür’ün Bizzat Tanık Olduğu Einstein'ın "Atatürk'e Olan Sevgisi ve Saygısını Gösteren" Sözleri
Prof. Dr. Münir Ülgür, "İTÜ tarafından General Electric'te eğitim çalışması yapmak üzere 1948'de ABD'ye gönderildim. Beni General Electric seçti. Çok zor bir kabuldü. Seçim için ABD'den bir profesör gelmiş, beni imtihan ederek ve sonra da benimle bir mülakat yaparak karar vermişti.
"ABD'de 2.5 sene kaldım. Philadelphia'da çalışıyordum ve Einstein'ın da Princeton Üniversitesi'nde olduğunu biliyordum. Einstein ile görüşmeyi istiyordum ama bunun gerçekleşebileceğ ine de çok ihtimal veremiyordum.
"1949 yılında bir gün üniversitedeki sekreterine telefon ettim ve görüşme isteğimi bildirdim. Hiç beklemediğim bir şekilde hemen cevap geldi ve Einstein'ın beni beklediği bildirildi.
"Einstein Neden Türkiye'ye Gelmedi?" Sorusunun Yanıtı da Görüşmede Ortaya Çıkıyor
"Eşim ve o zaman 2.5-3 yaşında olan kızımla birlikte Einstein'ın üniversitedeki ofisine gittik. Bizi çok sıcak bir şekilde karşıladı ve bizimle yakından ilgilendi. Küçük kızımı dizine oturttu ve ona piyano çaldı. Onu fevkalade mütevazı bir insan olarak gördük.
Bizi hemen kabul etmesinin nedeni, benim Atatürk'ün bir evladı olmamdı. Konuşmalarımız sırasında Atatürk'ü kastederek 'Siz biliyor musunuz, dünyanın en büyük liderine sahipsiniz' dedi.
1933 Üniversite Reformu sırasında Atatürk'ün, kendisinin de Türkiye'ye gelmesini istediğini söyledi ve "Arkadaşlarım hep oradaydı ama burada imkânlar çok fazla olduğu için burayı tercih ettim"
10. Türkiye Nazi Almanya'sına Yahudileri Geri Vermiyor, İnönü'nün Hitler'e Cevabı..
Söz konusu yıllarda, Türkiye’nin kendisi, Yugoslavya ve Yunanistan’ı ezip geçen ve sınırlarına yerleşen Nazi ordularının yakın bir istila tehdidi altında bulunuyordu ve Naziler, Türkiye’den, Nazi işgali altındaki Avrupa’da bulunan Yahudilere bir yardım üssü olmasından vazgeçmesini ve aynı zamanda Türkiye’ye iltica eden Yahudilerin yaşamlarını sona erdirmek için Almanya’ya gönderilmesi de dâhil çeşitli isteklerde bulunuyorlardı ki, Türk hükümeti bu isteklerin hiçbirini umursamamış ve reddetmiştir.
Hatta öyle ki; Hitler,İsmet İnönü’ye kendi imzasıyla yolladığı bir mektupta onların yerine “daha iyilerinin gönderileceğini” ekledi. İnönü’nün yazılı yanıtı şöyle oldu: “Biz bizdeki iyilerle yetineceğiz.”
11. Yabancı Bilim İnsanlarının Eğitim Sistemine Katkıları
Darülfünun’un kapatılıp İstanbul Üniversitesi’nin açılmasıyla Tıp, Fen, Edebiyat, Hukuk ve İktisat Fakülteleri’nde yabancı bilim adamları çalışmaya başlamış ve alanlarında büyük başarılara imza atmışlardır. Yabancı bilim adamları sayesinde öğretim programları çağa uygun bir hale getirilmiştir.
Bu dönemde üniversite kütüphanesi gelişmiş, ders kitaplarının kalitesi ve sayısı da artmıştır. Ayrıca bu dönemde bilimsel çalışmalar dışında birçok asistan ve öğretim üyesi de bu bilim adamları tarafından yetiştirilmiştir.
12. Bazı Örnekler
İstanbul Üniversitesi’nde çalışan profesörlerin yaklaşık yüzde 80’inin en az bir kitabı, yüzde 60’ının ise iki ve daha fazla kitabı yayınlanmıştır.
Tıp Fakültesi profesörlerinin çoğunluğunun iki, üç veya dört kitabı yayımlanırken, Fritz Arndt, Ernst Hirsch, Alfred Isaac, Fritz Neumark, Curt Kosswig, Andreas Schwarz gibi çeşitli bilim dallarına mensup profesörlerin Türkiye’de beş ve daha fazla kitabı yayımlanmıştır.
Ernst Hirsch’in birçok kanunun çıkarılmasında – örneğin Türk Ticaret Kanunu ile Türk Telif Hakları Kanunu – büyük payı vardır. Ayrıca 1946’da çıkarılan ve Özerklik Kanunu diye anılan önemli Üniversite Kanunu’nda da katkısı bulunmaktadır
Üniversite Konferanslarına ve ilk bilimsel mecmuanın yayımlanmasına 1935 yılında başlanması da, ilk yıllarda kuruluş çalışmaları ve öğretim faaliyetlerinin ağırlıkta olduğunu göstermektedir. Hukuk Fakültesi Mecmuası ve Fen Fakültesi Mecmuası 1935, Romanoloji Mecmuası 1937, Tıp Fakültesi Mecmuası 1938, İktisat Fakültesi Mecmuası 1939 ve Psikoloji ve Pedagoji Mecmuası 1940 yılında yabancı profesörlerin katkılarıyla yayın hayatına başlamıştır.
Alman hocalar yazdıkları kitaplar ve çeviriler vasıtasıyla kütüphanelerin kitap sayısının artmasında önemli bir rol oynamıştır. Bunun yanında dünya çapında önemli bilimsel eserler Türkçeye kazandırılmıştır. Bundan başka bu profesörler tarafından yazılan Türkçe eserler de mevcuttur.1933-1942 yılları arasında toplam 252 adet kitap çeviri, telif eser üniversite yayını olarak bilim camiasına kazandırılmıştır.
13. Yabancı Bilim İnsanlarının Bıraktığı Miras
Bugün Türk üniversitelerinde çalışan çok sayıda profesör, bu yabancı bilim adamlarının ya öğrencileri, ya da öğrencilerinin öğrencileridir. Örneğin,
Kimya alanında Fritz Arndt ve Friedrich Breusch,
Tıp alanında Erich Frank , Felix Haurowitz, Rudolf Nissen, Werner Lipschitz, Siegfried Oberndorfer, Philipp Schwartz ve Hans Winterstein,
Zooloji alanında Curt Kosswig,
Botanik alanında Leo Braune ve Alfred Heilbronn,
Astronomi alanında Wolfgang Gleissberg Erwin Finlay Freundlich,
Felsefe alanında Ernst von Aster ve Hans Reichenbach,
Sosyoloji alanında Gerhard Kessler,
Pedagoji alanında Wilhelm Peters,
İktisat alanında Fritz Neumark, Alfred Isaac ve Alexander Rüstow,
Hukuk alanında Ernst Hirsch ve Andreas Schwarz,
Filoloji alanında Leo Spitzer gibi profesörlerin yetiştirdiği çok sayıda Türk bilim adamı üniversitelerimizde çalışmıştır.