ŞEVKET SÜREYYA AYDEMİR,
Kadro Dergisi'nin kurucularından ve Kadro Hareketi'nin önderlerindendir. Türk tarihinde önemli rol oynayan kişilikleri inceleyen eserleri ile ünlenmiştir. Kendi yaşamını anlattığı Suyu Arayan Adam(1959), Atatürk ve İnönü dönemlerini incelediği üçer ciltlik Tek Adam (1963-65) ve İkinci Adam (1966-68) adlı kitapları en ünlü eserleridir.
Hayatı boyunca çok sayıda eser veren Aydemir, Tek Adam adlı eserinde Atatürk; İkinci Adam adlı eserinde İsmet İnönü 'yü yazdı. Bunun dışında Menderes'in Dramı, Enver Paşa (kitap) gibi biyografiler ve Suyu Arayan Adam gibi otobiyografik denemeler dışında Toprak Uyanırsa ve Kahramanlar Doğmalıydı adlı romanları yazdı. 27 Mayıstan sonra oluşan yeni düşünce ortamında kurulan sosyalist eğilimli Devrim ve Yön gibi dergilerde yazıları yayınladı. 12 Mart Muhtırası sonrası Yön Dergisi kapatılınca yazılarına Cumhuriyet Gazetesi'nde devam etti. 25 Mart 1976'da Ankara'daki evinde hayatını kaybetti. Ankara Belediye Başkanı'nın emriyle tabutu, Türk bayrağına sarılı olarak defnedilmiştir. Adı, Ankara'da yıllarca oturduğu sokağa verildi.
OTTO LİMAN VON SANDERS (1855 - 1929)
1913 yılında Osmanlı İmparatorluğu için bir Alman askeri heyetinin başkanı olarak atandı. Yaklaşık seksen yıldır, Osmanlı İmparatorluğu Avrupa çizgisinde ordularını modernize etmeye çalışıyordu. Liman von Sanders bu görevde çalışan son Alman oldu. Çanakkale'yi savunan Osmanlı 5. Ordu Komutanı Mareşal Liman von Sanders Osmanlı Devleti'ndeki Alman Danışma Kurulu Başkanıydı.
1918 yılında, I. Dünya Savaşının son yılında, Liman von Sanders, Sina ve Filistin Cephesi sırasında General Erich von Falkenhayn'ın yerine geçerek Osmanlı ordusunun komutasını devraldı. 1918 sonunda İngiliz General Edmund Allenby tarafından yenilgiye uğratıldı ve savaş sona erdikten sonra savaş suçu işlediği iddiasıyla Şubat 1919'da Malta'da tutuklandı ama altı ay sonra serbest bırakıldı ve Alman ordusu'ndan o yıl emekli oldu. 1927 yılında savaş sırasında ve öncesinde kendi deneyimleri hakkında Malta'da tutsak kaldığı yıllara ait yazdığı bir kitabını yayınlamıştır.
ŞEKER AHMET PAŞA 1841-1970
Asıl adı Ahmet Ali’dir. Küçük yaşta Tıbbiye Mektebine girdi (1855). Resim yeteneği nedeniyle bu okulda resim öğretmenliği yardımcılığına getirildi. Daha sonra okuldan ayrılarak Harbiye’ye geçti. Abdülaziz’in ilgisini çekince, resim öğrenimi için Paris’e gönderildi (1864). Önce Mektebi Osmani’ye devam etti. Paris Güzel Sanatlar Akademisi’ne geçti ve G. Boulanger, J. L. Gerome gibi öğretmenlerden dersler aldı. Paris Uluslararası Fuar sergisinde resimleri sergilendi (1867). Resimleri Salon’a kabul edildi (1869, 1870) Abdülaziz, Avrupa gezisi sırasında sergideki resimleri gördü ve Ahmet Ali’yi resim seçip almakla görevlendirdi. 1870’te akademiyi bitiren Ahmet Ali, Prix de Romeu kazanarak, üç ay süreyle Roma’ya gönderildi. Yurda dönünce kolağası rütbesiyle Sultanahmet’teki Sanat Mektebi’ne resim öğretmeni olarak atandı (1871). Uzun hazırlık ve çalışmalardan sonra, Türk ve yabancı ressamların eserlerinden oluşan bir resim sergisi açmayı başardı (27-Nisan-1873). Bu sergi, Türkiye’de açılan ilk resim sergisiydi. İkinci sergiyi 1 Temmuz 1875’te Darülfünun binası salonunda açtı. Bu sergide kendi resimleri, başka Türk ressamların eserleri, çoğunlukla Hıristiyan ve yabancı ressamların eserleri yer aldı. Ahmet Ali, Abdülaziz’in takdirini kazanarak, padişah yaverliğine atandı. Bu görevi sırasında manzara resimlerinden uzaklaştı ve Mercandaki konağındaki atölyesinde natürmort çalışmaları yaptı. 1884’te mirliva (tuğgeneral), 1890’da da ferik (tümgeneral) rütbesine yükseldi.
Başlıca eserleri:
Karpuz Dilimli ve Üzümlü natürmort, Ağaçlar Arasında Karaca, Manolya ve Meyveler, Talim Yapan Erler, Manzara, Tepe Üzerindeki Kale.
SÜLEYMAN SEYİD 1842-1913
Maltepe ve Maçka askeri rüştiyesinde okudu. İdadi ve Harbiye’de resim yeteneğiyle öğretmenleri Chirans ve Kess’in dikkatlerini çekti. Paris’e gönderilerek, Abdülaziz tarafından Türk öğrenciler için açılmış olan Mektebi Osmani’de öğrenim görmeye başladı. Önce Rolrobens’le, Mektebi Osmani’ye kapatılınca da A. Cabanel ile çalıştı. Paris Güzel Sanatlar Okulu’nu bitirdi. Bazı kaynaklara göre de bir yıl Roma’da kaldı. 1875’te yurda döndü ve Osman Nuri Paşa’nın yardımcılığını yaptı. Harbiye’ye resim öğretmeni olarak atandı. Fakat Şeker Ahmet Paşa ile resim anlayışı konusunda ters düşünce, Kuleli Askeri Lisesinde öğretmenliğini sürdürmek zorunda kaldı. Ayrıca uzun yıllar da Askeri İdadisi’nde resim öğretmenliği yaptı (1884-1910). Süleyman Seyyid’in İstiklal ve Osmanlı gazetelerinde yazı ve çevirileri de çıkmıştır. Bazı okullarda Fransızca öğretmenliği de yapmıştır. Fenn-i Menazır adlı basılmamış bir eseri vardır.
Natürmort temasına karşı yoğun ilgisiyle bilinen Süleyman Seyyid, peyjaz ve figür alanında da üstün yeteneklerini kanıtlıyor. Süleyman Seyyid özellikle resim düzeninin içerdiği yön zıtlıklarında ifadesini bulan üslup dinamizmi ile özgün yerini kazanıyor.
İBRAHİM ÇALLI 1882-1960
İlk ve orta öğrenimini kasabasında, lise öğrenimini İzmir’de yaptı. Askeri okulda okumak için İstanbul’a geldi. Burada parasını çaldırıp zor durumda kalınca çalışmaya başladı. Bir resim öğretmeninden ve ressam Roben Efendiden resim dersleri aldı. Şeker Ahmet Paşa’nın oğlu İzzet Bey ile tanıştı ve arkadaşının yardımıyla Sanayii Nefise Mektebine girdi (1906). Altı yıllık okulu üç yılda bitirdi ve devlet tarafından Paris’e gönderilerek, Fernand Cormon’un atölyesinde öğrenimini sürdürdü (1910-1914). 1. Dünya Savaşı’nın başlamasıyla yurda döndü. Sanayii Nefise Mektebinde Vallaury’nin yardımcısı oldu. Atölye öğretmeni olduktan sonra, 1947’de emekli oluncaya kadar bu görevde kaldı. Devlet Resim ve Heykel sergilerine aralıklı olarak katıldı. Ölümünden bir yıl sonra, Ankara Türk-Amerikan Derneği’nde son toplu sergisi açıldı (1961). Güzel Sanatlar Birliği’nin kurucularından biriydi.
En tanınmış eserleri: Türk Topçularının Mevzie Girişi, Tefli Kız, İstiklâl Savaşında Zeybekler, Manolyalar, Atatürk Portresi, İnönü Portresi, Yahya Kemal Portresi, Mevleviler Dizisi.
İbrahim Çallı, kendi kuşağı içindeki sanatçılar arasında uçarı denilebilecek bir üslup dinamizmiyle karşımıza çıkar. Resimlerine yerel bir atmosferin tadını kazandırmakta, izlenimci sınırları aşan bir duyarlığa sahiptir.
NAMIK İSMAİL 1890-1935
Galatasaray Lisesinde okurken okul müdürü Tevfik Fikret’in kurduğu resim atölyesinde resim çalışmalarına başladı. Daha sonra Sanayii Nefise Mektebi’ni bitirdi. Ailesi tarafından Fransa’ya gönderildi. Burada Julian Akademisinde, Ecole Nationale des Arts Dêcoratif’te ve Cormon’un atölyesinde çalışmalarını sürdürdü. Yurda dönünce 1. Dünya Savaşı yıllarında Kafkas cephesinde yedek subay olarak görev yaptı. Bu sırada savaş resimleri çizdi. Bu resimleri daha sonra Viyana ve Berlin’de (Celâl Esat Arseven ile birlikte) sergiledi. Bir süre Berlin’de Liebermann ve Corynth’in atölyelerinde çalıştı. Yurda dönünce İstanbul’da resim öğretmenliğine başladı. Güzel Sanatlar Akademisinde çalıştı. Paris’e gidip döndükten sonra, Güzel Sanatlar Akademisine müdür olarak atandı (1928).
Lâle Devri, Tifüs Girdabı, Harman en tanınmış eserleridir. Namık İsmail, Türk resim sanatında kişisel üslup ayrımının belirginlik kazanmasını sağlayan büyük ustalardan biridir. Temalara biçimsel yaklaşımı belli sınırları aşmayan bir deformasyon eğilimi yansıtır.
MALİK AKSEL:
1903’te Selanik’te doğdu. İlkokulu Serez’de ve İstanbul’da okudu. Darülmuallimin’de öğrenimini sürdürdü. Burada Şevket Bey resim öğretmeniydi. Aksel’in çalışmalarını Şevket Bey yönlendirdi. 1921’de öğretmen olan Aksel, 1928’de sınav kazanarak Almanya’ya gitti. Berlin Yüksek Öğretmen Okulunda Prof. Grossmann’ın atölyesinde çalıştı. Yurda dönünce Ankara’da açılan Resim Öğretmen Okulunda görev yaptı (1932). Gazi Eğitim Enstitüsü’nün kuruluşuna katkıları oldu ve uzun yıllar bu okulun Resim-İş Bölümünde yöneticilik ve öğretmenlik yaptı. 1951’de İstanbul’daki Çapa Enstitüsüne atandı. 1968’de emekli oluncaya kadar burada görev yaptı. “Suluboyacı Malik” diye de anılıyordu.
Başlıca eseleri: Halı Önünde, Şu Karalı Kızlar, Çingeneler, Kız Çocuğu, Kardeşler. Ayrıca resim sergisinde Otuz Gün, İstanbul Minaresinde Kuş Evleri, Anadolu Halk Resimleri, Türklerde Dini Resimler, Sanat ve Folklor, İstanbul’un Ortası adlı kitapları da vardır. Geniş bir folklor bilgisine sahip olan Malik Aksel, hem eğitici ve araştırmacı, hem de resim uğraşları içinde gündelik yaşam kesitlerinin bazen dramatik, bazen mizahi içerik değerlerine ulaşbilmektedir.
SAMİ YETİK:
1878’de İstanbul’da doğdu. 1945’te İstanbul’da öldü. İlköğrenimini Taşmektep’te, ortaöğrenimini Çiçekpazarı Rüştiyesi’nde ve Mülkiye İdadisi’nde yaptı. Askerliğe ilgi duyduğu için Kuleli’ye geçti. 1898’de de Harbiye’yi bitirdi. Okul dönemimde Osman Nuri Paşa’dan ve Hoca Ali Rıza Bey’den resim dersleri gördü. Subay olunca, Eyüp Askeri Baytar Rüştiyesine resim öğretmeni olarak atandı. Bu arada Sanayii Nefise Mektebine de devam ederek, burayı da bitirdi (1906). 1910-1912 yılları arasında Paris’te resim çalışmaları yaptı. Yurda döndükten sonra, Balkan Savaşına katıldı ve Bulgarlara esir düşerek, bir süre esaret hayatı yaşadı. 1. Dünya Savaşı sırasında da görev yaptı. 1933’te binbaşılıktan emekli oldu. 1918’de Berlin ve Viyana sergilerine katılan Yetik’in, daha çok Balkan Savaşı ve Milli Mücadeleyle ilgili resimleri vardır (Cepheye Cephane Nakli). Eğitici etkinliğinin yanı sıra, izlenimciliğe yakın doğrultuda bir üslup çabası göstermiş olan Sami Yetik, renkçi değerler yönünden ölçülü bir uyum davranışı ortaya koymaktadır.
BEDRİ RAHMİ EYÜBOĞLU:
1913’te Görele’de doğdu, 1975’te İstanbul’da öldü. İlk ve ortaokul öğrenimini Trabzon’da yaptı. 1931’de İstanbul’da Güzel Sanatlar Akademisini bitirdikten sonra, Paris’te Andrê Lhote’nin atölyesinde çalıştı(1931-1933). Yurda dönüşünde Güzel Sanatlar Akademisinde öğretim üyesi oldu. ^^D Grubu^^na katıldı. G. S. Akademisinde kendi adıyla anılan resim atölyesini yönetti. Basma-çoğaltma yöntemiyle serigrafi, litografi, gravür çalışmalarına ağırlık verdi ve halk el sanatlarından kaynaklanan mozaik çalışmaları yaptı. Ayrıca ^yazmacılık^ sanatıyla uğraştı. Paris’te Musêe de I’Homme’ da ilkel soylar sanatını inceledi. 1958 Brüksel sergisinde Türk pavyonu için yaptığı 277 m2’lik mozaik panosuyla, altın madalya (büyük ödül), Sao Paulo Bienali’nde şeref madalyası yaptı. Paris’teki NATO binasında yer alan 50 m2’lik mozaik panosuyla da uluslararası ün kazanmıştır.
Başlıca eserleri: Köylü Kadını, Beylerbeyi İskelesi, Balıklar, Mavi Siyah Kuş, Anadolu Hisarı, Mangal ve İbrik. Bedri Rahmi Eyüboğlu, gelişmesi boyunca folklorik nakışlarla kurduğu resimsel ilişkileri, popüler boyutlara eriştiren bir sanatçı olarak dikkatleri üzerinde toplamıştır.
AGOP DİLAÇAR (MARTAYAN)
Türk dili üzerine uzmanlaşmış Türkiye Ermenisi dilbilimcidir. Türk Dil Kurumunun ilk genel sekreteridir. Türkçe ile ilgili yaptığı çalışmalarından ötürü Mustafa Kemal Atatürk tarafından kendisine "Dilaçar" soyadı verilmiştir. Ermenice ve Türkçenin yanında İngilizce, Yunanca, İspanyolca, Latince, Almanca, Rusça ve Bulgarca bilmekteydi.1915 yılında Robert Kolej'den mezun olmuştur. I. Dünya Savaşında Kafkasya Cephesinde yedek subay olarak görev aldı. 1919'dan itibaren Robert Kolej'de İngilizce öğretmeni olarak çalışmaya başladı. Dilaçar, Mustafa Kemal'e "Atatürk" soyadının verilmesini TBMM'ye teklif eden kişidir.
Savaştan sonra, Beyrut'ta bir Ermeni okulunun müdürlüğünü yapmaya başladı ve Beyrut'ta Ermenice yayımlanan ilk gazete olan Luys'un genel yayın yönetmenliğini üstlendi. Eşi Meline ile birlikte gittiği Sofya'da Eski Türkçe ve Eski Uygur Türkçesi dersleri verdi ve ilk kitabını yayımladı. 22 Eylül 1932 tarihinde Dolmabahçe Sarayı'nda, Mustafa Kemal Atatürk'ün başkanlığında gerçekleştirilen I. Türk Dil Konferansı'na İstepan Gurdikyan ve Kevork Simkeşyan ile birlikte dil uzmanı olarak davet edildi. Daha sonra çalışma ve araştırmalarını yeni kurulan Türk Dil Kurumunun baş uzmanı ve ilk genel sekreteri olarak sürdüren Agop Martayan, 1934'teki Soyadı Kanunu dolayısıyla, Atatürk'ün kendisine Türkçenin gelişimine katkılarından dolayı önerdiği "Dilaçar" soyadını kabul etti. Türk Tarih Tezi ve Güneş Dil Teorisi çalışmalarıyla, Türk ulusunun ve Türkçenin kökenlerinin bulunması konusunda önemli bilgileri ortaya çıkardı. 1936-1951 yılları arasında Ankara Üniversitesi'nde dil-tarih ve Türkoloji dersleri verdi ve Türkçe üzerine önemli çalışmalar yaptı. Latin harfleri ile yeni Türk abecesinin oluşturulmasına yönelik çalışmalara katıldı. 1942-1960 yılları arasında Türk Ansiklopedisi'nin hazırlanması çalışmalarında başdanışmanlık yaptı. Türk Dil Kurumundaki görevini ve dil çalışmalarını 1979'daki ölümüne kadar sürdürdü.
ALİ ŞÜKRÜ BEY (1884; - 1923,)
Son Osmanlı Meclis-i Mebusanı ve 1. TBMM'de Trabzon milletvekili olarak yer aldı; 1. TBMM'de Mustafa Kemal'e karşı en sert muhalefeti ortaya koyan milletvekili olarak tanındı. 1923’te bir suikast sonucu öldürüldü. Öldürülmesi, Türkiye’nin ilk siyasi suikastlarından biri olarak bilinir. Ali Şükrü Bey TBMM’ye girişinden hemen sonra, halkın milli mücadeleye inandırılması ve düşman propagandalarının etkisiz hale getirilmesi amacıyla meclis tarafından oluşturulan İrşad Encümeni'ne katıldı ve bu encümenin bir üyesi olarak civar illeri gezdi. Muhafazakâr bir yapıda olan Ali Şükrü Bey mecliste, Mustafa Kemal'in önderliğindeki Birinci Grup'a muhalif milletvekillerinin toplandığı İkinci Grup'un liderlerinden biri oldu. 28 Nisan 1920’de içki yasağı konusunda meclise yasa teklifi verdi ve yasalaşması için büyük çaba sarf etti.
İkinci grubun görüşlerini açıklamak ve yaymak üzere Mustafa Kemal'in Hâkimiyeti Milliye gazetesine karşı Tan gazetesini yayınlamaya başladı.68 sayı çıkabilen gazetenin hemen hemen tüm başyazılarını Ali Şükrü Bey yazdı. Lozan görüşmelerinden sonra yapılan meclis oturumlarında; İsmet Paşa'nın hariciyeci olmadığı için Lozan'da acemice işler yaptığını ve TBMM'nin kendisine verdiği yetki sınırlarının dışına çıkarak müzakereleri sürdüğünü savundu. Lozan'da devam eden müzakerelerin durumu hakkında TBMM'ye açıklanan resmi bilgiler ile dış kaynaklı haberler arasında çelişkileri dile getirdi. 1923’te, başta Halifeliğin kaldırılması olmak üzere pek çok konuda 'Halk Fırkası' grubuna şiddetle muhalefet etti. 27 Mart 1923 günü Mustafa Kemal'in özel muhafız alayı komutanı olan Topal Osman tarafından öldürüldü. Ali Şükrü Bey’in cenazesi Hacı Bayram Camii’nde cenaze namazının ardından Trabzon’a gönderilmiş ve Boztepe'de defnedilmiştir. Ali Şükrü cinayeti, Türkiye'nin ilk siyasi suikastlarından biri olarak bilinmektedir.
RIZA NUR (1879-1942),
Türk siyasetçi, devlet adamı, yazar, Türkolog-tarihçi ve hekimdir. II. Meşrutiyet'in ilanı ile açılan Osmanlı Meclisi Mebusan'ının ilk döneminde ve |1. ve 2. Dönem TBMM'de Sinop milletvekilliği yaptı, TBMM tarafından seçilen I. İcra Vekilleri Heyeti içinde Türkiye'nin ilk Maarif Vekili (Eğitim Bakanı) oldu, Moskova Antlaşması ve Lozan Antlaşması müzakerelerine katıldı. TBMM 1. Dönem ve 2. Dönem'de Sinop milletvekili olarak yer aldı. Atatürk'le arasının açılmasından önce Atatürk'ün en yakın ilişkide bulunduğu hatta Atatürk'ün Lozan'a yolladığı devlet adamlarındandı. Eğitim Bakanlığı yaptı. 1920'de Sovyetler Birliği ile dostluk ve yardım antlaşması yapmak üzere Moskova'ya gönderilen heyete delege olarak katıldı. Çiçerin ve Stalin ile görüştü. TBMM hükümeti adına Moskova Antlaşmasını Ali Fuat Paşa ve Yusuf Kemal Tengirşenk ile birlikte imzaladı. Cumhuriyet'in ilanına kadar bütün hükümetlerde Sıhhiye Vekili olarak görev aldı. Sakarya Meydan Muharebesi'ne doktor olarak fiilen katıldı. Lozan Konferansı'na ikinci delege olarak katıldı. 2. Dönemde yeniden Sinop milletvekili olarak Meclis'te yer aldı. 14 cilt tutan Türk Tarihi'ni bu sıralarda yazdı. 1926'da Sinop'ta bir kütüphane kurarak, gelir kaynakları ile birlikte kamuya vakfetti.
Mustafa Kemal Paşa ile arası açılan Dr. Rıza Nur, milletvekili olduğu halde, İzmir suikastine karışanların idam edilmeleri ve bunların kendisi gibi muhalif kimseler olmaları sebebiyle yurdu terketmiştir.
Hayat ve Hatıratım olarak bilinen 4 ciltlik kitabın ilk iki cildinde kendi hayatını ve hatıralarını, ikincisinde İnönü ile ilgili anılarını son cildinde ise Atatürk ile ilgili anılarını anlatır. Bu kitabında her ikisine de ağır ithamlar mevcuttur. Anılarında İnönü'nün Kürt, Abdülhalik Renda'nın Arnavut, Rauf Orbay'ın ise Kafkasya kökenli olduğunu iddia etti. Mustafa Kemal'in ise I. Dünya Savaşı'nda hızla yükseldiği Çanakkale cephesinden beri Almanlarla işbirliği yaptığını öne sürdü.
Anılarını 1935 yılında, British Museum'a, 1960 yılına kadar yayımlanmamak kaydıyla gönderir. Altındağ Yayınları tarafından mikrofilm olarak getirilen "Hayat ve Hatıratım"ın ilk iki cildi, 1967 tarihinde tek cilt olarak ve sansürlü bir şekilde yayınlanmış olmasına rağmen 5816 sayılı Atatürk'ü Koruma Kanunu kapsamında toplatılmıştır. Bunu üzerine, yayınevi son iki cildi aynı yıl içinde ayrı ayrı ciltler halinde sansürsüz bir şekilde yayınlanmış, ancak bu ciltler de toplatılmıştır. Yıllar sonra ilk üç cilt sansürlü bir şekilde tekrar piyasaya sürülmüştür. Kitabın orjinali ve sansürsüz baskısı Türkiye Cumhuriyeti'nde yasaklanmıştır.
NEŞET ÖMER İRDELP
Türkiye'ye modern kardiyolojiyi getiren iç hastalıkları hekimidir.İlk ve orta öğrenimini İstanbul'da Numune-i Terakki Mektebi'nde gördü. 1902'de Mekteb-i Tıbbiye-i Mülkiye'yi bitirdi. Zorunlu hizmetini Ankara'da tamamladıktan sonra 1908'de iç hastalıkları uzmanlık öğrenimi için Paris'e gitti. 1910'da Türkiye'ye döndü ve İstanbul Tıp Fakültesi'nde göreve başladı. Bu yıllarda verdiği seri konferanslarda Türk hekimlerine kalp hastalıklarındaki yeni gelişmeleri anlattı. Bunları Emraz-ı Kalbiye Konferansları (1911) adıyla yayımladı. I. Dünya Savaşı'nda Filistin'e gönderilen yardım heyetine başkanlık etti. Savaşın son iki yılında 4. Ordu'da yedek tabip binbaşı rütbesiyle ordu sağlık başkanlığı yaptı. Suriye, Filistin, Hicaz ve Sina çöllerinde görülen hastalıkları inceledi. 1921'de iç hastalıkları kliniği müderrisliğine getirildi. Kurtuluş Savaşı sırasında Mustafa Kemal Atatürk'ün hekimliğini üstlendi ve bu görevini onun ölümüne değin sürdürdü.
1925'te Cerrahpaşa Hastanesi'nde açılan II. Dahiliye Seririyatı'nda görevlendirildi, bu bölüme kısa sürede bir kardiyoloji merkezi niteliği kazandırdı. Aynı yıl Tıp Fakültesi reisi (dekan), 1927'de de İstanbul Darülfünun (İstanbul Üniversitesi) emini (rektörü) seçildi. Antropoloji Enstitüsü'nü ve Antropoloji Dergisi'ni kurdu. 1933 Üniversite Reformu'nda ordinaryüs profesörlüğe yükseldi. İstanbul Üniversitesi'nin rektörü olduysa da sık sık görevine müdahale edildiği gerekçesiyle görevinden istifa etti. Cerrahpaşa Hastanesi I. Dahiliye Kliniği'ndeki görevini ölünceye değin sürdürdü. 1934'te İstanbul milletvekili seçilmesine karşın ikinci dönemde siyasetten vazgeçerek üniversiteye geri döndü.
ÖNEMLİ NOT;
ATATÜRK için Fransa'dan doktor getirtilmesi;
° Başbakan Celâl Bayar'ın tavsiyesi üzerine Paris Tıp Fakültesi'nden Prof. Dr. Noel Fissenger Ankara'ya davet edildi. Fransız doktor Atatürk'ü muayene etti ve diğer doktorların teşhis ve tavsiyeleriyle örtüşen bir tanı-tedavi ortaya koydu.. Fransız doktorun sözleri ve tavsiyeleri ve tavırları Atatürk'ü oldukça memnun eder cinstendi. İlk teşhisten sonra Fissinger Atatürk'e "Efendim, büyük savaşlar kazanmış olabilirsiniz ancak bu olayda vaka sizsiniz ve bende sizin komutanınızım, lütfen bu hususu unutmayınız" telkininde bulunmuş ve Atatürk de gerçekten doktorun tavsiyelerini ciddi şekilde uygulamıştır.
MİM KEMAL ÖKE (1884 - 1955), TÜRK HEKİM.
Askeri Rüştiye ve Tıbbiye İdadiyi bitirdi. Mektebi Tıbbiye-i Şahane'yi (Askeri Tıp Okulu) Hekim Yüzbaşı rütbesiyle ile 1919 yılında bitirdi. Gülhane Askeri Tıp Akademisi'nde stajını tamamladıktan sonra Cerrahi ihtisasına başladı.Trablusgarp Savaşı savaşında gönüllü olarak Derne Cephanesinde görev aldı. Dönüşünde Gümüşsuyu Asker hastanesinde operatör ve röntgen uzmanlığına atandı. Bir ara Çanakkale'de 5. Ordu Sağlık Başkanı yardımcısı ve menzil müfettişliği başhekimi oldu. I. Dünya Savaşı sırasında kurulan bulaşıcı hastalıklarla mücadele kuruluna başkanlık etti. Savaş sonunda Gülhane Askeri Tıp Akademisi'nde Prof. Dr. Weiting'in yerine cerrahi hocası oldu. Türk Kurtuluş Savaşı'nda Ankara Cebeci Merkez Hastanesi binasında görevini sürdürürken, Gülhane Askeri Tıp Akademisi 1. hariciye kliniğini yönetti. Sakarya Meydan Muharebesi sırasında Isparta'da ağır yaralılar için Kızılay Hastanesini kurdu. Mustafa Kemal Atatürk'ün ölümüne kadar onun sağlığı ile yakından ilgilenmiştir. Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locasında Büyük Üstat olarak görev yaptı. TBMM VIII. Dönem (Ara Seçim) İstanbul Milletvekilliği yapmıştır.
KARAYILAN ( 1888 - 24 MAYIS 1920 )
Asıl adı Mehmet olan Karayılan; Gaziantep’in 40 km. kuzeyinde Kahramanmaraş ili Pazarcık ilçesi Höcüklü köyü Elifler mezrasında 1888 yılında doğmuştur. Karayılan, hayvan sürüleri bulunan ve çevresine göre zengin sayılan bir köylü ailesine mensuptu. Karayılan’ın babası 1904 yılında Ermeni eşkıyaları tarafından obasına yapılan baskın sırasında şehit edilmiştir. Bu tarihte Karayılan 16 yaşındaydı. Genç yaşta yalnız kalan Karayılan, kendi kendine okuma-yazmayı öğrenmiş, bir süre köy imamlığı yapmıştır.Birinci Dünya Savaşı’nda Rus Cephesinde savaşmış, çeşitli yararlıklar göstermiş ve çavuşluğa terfi ettirilmiştir. Bu savaşta ayağından yaralanarak Malatya Hastanesi’nde tedavi edilen Karayılan, daha sonra köyüne dönmüştür. Hükümet kuvvetleriyle birlikte eşkıya Bozan Ağa’yı vurmuş, avanesini dağıtmıştır.Antep savaşı şiddetlenince çetesiyle Karabıyıklı’da düşmana ilk ve kesin darbeyi indiren Karayılan, Kuvâ-yi Milliye safına katılmıştır. Daha sonra Dülük köyüne gelerek şehri kuşatan Fransız çemberini yarmış ve Antep’e girmiştir. Karargah olarak önce Bekirbey sonra Karagöz camisini kullanmıştır. Şehir içi ve şehir dışı savaşlarına katılmıştır. Kendisine Şıhın Dağı’ndaki ( Sarımsak Tepe ) Fransızları püskürtmesi emri verilen Karayılan, bu çarpışmada ( 24 Mayıs 1920 tarihinde ) şehit düşmüştür. Bu olayla birlikte Karayılan ismi, Antep Halkını temsil eden kahramanlardan biri olmuştur.
SELİM SIRRI TARCAN
Selim Sırrı Tarcan (1874; Yenişehir, Tesalya - 2 Mart 1957, İstanbul), Türkiye Milli Olimpiyat Komitesinin kurulmasına önderlik ederek Türkiye'nin Olimpiyatlar'da temsil edilmesini sağlayan eden spor yöneticisi, eğitmen ve sporcu. Ülkenin ilk beden eğitimi öğretmenlerini yetiştiren Selim Sırrı Tarcan, Türkiye’de ve voleybol sporlarının kurucusudur. Tarcan, Türkiye'de voleybol sporunun altyapısını okullarda kurarak başlatan ilk isimdir; ayrıca Türkiye'de boks sporunun da kurucusudur. Boksu Galatasaray Lisesi Edebiyat öğretmenlerinden Mösyö Goury'den almış (1904), kendisi de ilk Türk boksörlerinden Sabri Mahir gibi boksörler yetişmiştir.
İPSİZ RECEP
1862 yılında Rize'de doğmuştur. Yelkenlisiyle Zonguldak üzerinden kömür taşımacılığı yaparken işlerinin bozulmasıyla eşkiyalığa başlamış, Kandıra civarında Müslüman halka zulmeden Rum çetelerine karşı Kuvayı Milliye saflarında başarıyla karşı koymuştur. Bir Fransız gemisini kaçırmayı başarınca Ankara hükümeti'nce milis yüzbaşı olarak onurlandırılan İpsiz Recep, düzenli kuvvetlere katılarak Yunan ordusuna karşı savaşmıştır. Ona layık görülen istiklal madalyasını geri çevirerek "Ben madalya için değil milletim içim savaştım" demiştir. Erhan Afyoncu'nun editörlüğünü yaptığı Yeditepe Yayınları arasında neşredilen ve Mümin Yıldıztaş tarafından hazırlanan İpsiz Recep/ emice isimli çalışma osmanlı arşivi belgelerine dayanılarak hazırlanmış bilimsel nitelikli bir yapıttır. Bilindiği gibi TRT 1'de yayınlanan aynı isimli dizinin danışmanlığı da yine Mümin Yıldıztaş tarafından yapılmıştı.
ZENCİ MUSA
“Son dönem tarihimizde pek çok efsanevi şahsiyet vardır; İslami zihniyetle dizayn edilen Osmanlı Devleti’ni ayakta tutabilmek için katlanmadıkları fedakârlık, göze almadıkları tehlike yoktur. Hepsinin amacı “Biz ölebiliriz, fakat bu ümmet yaşasın” idi. Hayatlarının baharlarından itibaren belki bir gün kendileri için yaşamadılar; pek çoğu canını, kimisi gençliğini gelecek nesillere verdiler.” Bu cümleler Mehmet Niyazi’nin Zenci Musa’yı anlattığı bir yazısının ilk cümleleri. Zenci Musa ve arkadaşları, fedakârlık dolu hayatları ve feragat timsali kişilikleriyle adeta bu toplumun vicdanı oldular. Mehmet Akif Ersoy’un “Eşref Bey’in emireri Zenci Musa, Omuzundan arşa yükseldi nebi İsa.” diyerek Safahat’ına dâhil ettiği Zenci Musa sadece Safahat’ta değil hepimizin gönlünde başköşede ağırlanmaya layık bir kahramandır. Aslen Sudanlı olan Zenci Musa Girit’te dünya ’ya geliyor. Kahire’de yaşayan ve tam bir Osmanlı hayranı olan dedesi Zenci Musa’yı, İslam’ı iyi öğrenmesi ve Osmanlı’yı yakından tanıması için yanına alıyor ve büyük ihtimam gösteriyor. Türk mahallesinde büyüyen Zenci Musa Türkçeyi çok iyi öğreniyor. Trablusgarp’ta Türk subaylar ve Şeyh Sunusi’nin önderliğinde İtalyanlara karşı verilen mücadele bütün İslam dünyasında yankı bulmuştu. Zenci Musa bu savaşa katılmak için Kahire’den Libya’ya gitti ve buradan sonra artık Osmanlı Devleti için nerede tehlike baş gösterdiyse bütün heybetiyle orada biten kahraman bir asker oldu. İşte o Zenci Musa gündüz Galata gümrüğünde hamallık yapıp gece Milli Mücadele için Anadolu’ya silah kaçırdığı İstanbul’da Özbekler Tekkesinde veremden vefat ediyor. 300 bin altını Yemen’de Tevfik Paşa’ya teslim etmeyi başaran Zenci Musa öldüğünde, bavulundan bir Osmanlı haritası, Eşref Bey’in resmi ve kefen çıkıyor.
KUŞÇUBAŞI EŞREF
Eşref Sencer Kuşçubaşı (d. 1873, İstanbul - ö. 1964, İzmir) Kuşçubaşı Eşref adıyla da anılır. Çerkez boylarından Ubıhlara mensup istihbaratçı ve gerilla savaşçısıdır. Arabistan’da 2. Abdülhamit'e karşı giriştiği isyan hareketi sırasında tüm Arabistan'ı dolaşmış, yerel şeyhlerle dostluk kurmuştur. Her an her yerde ortaya çıkabildiği için kendisine şeyh-it tuyyur -uçan şeyh- denilmiştir. Dünya Savaşı'nın çıkmasıyla birlikte 1914-1915 yılları arasında Teşkilat-ı Mahsusa'nın Arap Yarımadasından sorumlu başkanı olarak görev yapmış, Süleyman Askeri Bey'in ölümünü takiben Teşkilat-ı Mahsusa başkanı olmuştur (1915-1918).Dünya Savaşı sırasında İngilizlere karşı girişilen Süveyş Kanal Harekâtı’nda (1916) öncü birliklere komutanlık etmiş, Hayber'de Faysal'ın (sonradan Irak Kralı olacaktır) 20 bin kişilik birliğine karşı 40 kişilik Teşkilat-ı Mahsusa birliği ile beş saatten fazla savaştıktan sonra yaralı olarak ele geçirilmiştir (1918). Bir savaş gemisi ve bir denizaltı eşliğinde Malta'ya sürgüne gönderilmiş, sürgünlüğü sırasında Arabistan'daki macerasını, yakalanışının ve sürgün hayatının ayrıntılarını anlatan bir eser yazmıştır. Yakalandıktan sonra Lawrence'a şöyle dediği iddia edilmektedir: "Lawrence, kazandığını sanıyorsun. Fakat henüz hiçbir şey bitmedi. Hükümetinin başına öyle musibetler salacağım ki, iki asır uğraşsanız bitiremeyeceksiniz." Kuşçubaşının bu sözünün arkasında Teşkilat-ı Mahsusa'nın IRA (İrlanda Cumhuriyet Ordusu) yapılanmasını örgütlemiş ve desteklemiş olmasına inanılmaktadır. İngilizlerle imzalanan esir değiş-tokuş anlaşması gereği serbest bırakılmış, deniz yoluyla Anadolu'ya dönmüştür. Malta dönüşü hemen milli mücadeleye katılmış, kendi yetiştirdiği Çerkez Ethem'le beraber Kuvayı Seyyare'de Yunan işgaline karşı savaşmıştır (1920).
KAZIM KARABEKİR (1882–1948)
İstanbul’da doğdu. 1902 yılın da Harp Okulu’nu bitirdi. Balkan, I. Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı’nda görev aldı. 15. Kolordu Komutanı olarak Erzurum Kongresi’nin toplanması ve Atatürk’ün desteklenmesinde aktif yer aldı. Ermenilerle savaş yaptı. Gümrü Antlaşması’nda heyetin başkanıydı. Mecliste milletvekilliği yaptı. Terakkiperver Cumhuriyet Partisi’nin kurucusu ve genel başkanıdır. Atatürk’ün ölümünden sonra Cumhuriyet Halk Partisi’nden tekrar milletvekili oldu ve Meclis Başkanlığı yaptı. İzmir iktisat kongresi başkanlığını yapmıştır.
Eserleri ; İstiklal Harbimiz 1-5 , Paşaların Hesaplaşması , Cehennem Değirmeni 1-2 , İzmir Suikastı , İstiklal Harbimizin Esasları , İktisat Esaslarımız
RIFAT BÖREKÇİ (1860 - 1941)
Mehmet Rıfat Börekçi, Sivas Kongresi ile birlikte Anadolu’daki mücadeleye katıldı. 29 Ekim 1919 tarihinde, Ankara Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin kurulmasına öncülük yapanlardandı. Müftü Mehmet Rifat Efendi’nin Milli Mücadele lehindeki çalışmaları özellikle Ankara Fetvası’nı hazırlaması Damat Ferit ve Hükümetini çileden çıkardı. Bu nedenle ilk önce 24 Nisan 1920’de Padişah iradesiyle işten el çektirildiyse de Milli Hükümet tarafından Müftülük görevinde alıkonuldu. Daha sonra “Kuva-yı Milliye adı altında çıkarılan fitne ve fesadın hazırlayıcısı ve teşvikçilerinden olduğu” iddiasıyla I. Örf-i Divan-ı Harbi’nce ölüme mahkûm edildi. 31 Mart 1924’te de yeni kurulan Diyanet reisliği’nin ilk başkanı oldu. Börekçe 5 Mart 1941’deki ölümüne kadar bu görevini sürdürdü.
YUNUS NADİ (1880 – 1945):
1880 yılında Fethiye'de doğdu. Rodos Adası’ndaki Süleymaniye Medresesi’nde, İstanbul'daki Ga-latasaray Sultanisi’nde ve Hukuk Mektebi’nde öğrenim gördü. 1900'da Malumat gazetesinde çalışmaya başlayan Abalıoğlu, 1910 yılında İttihat ve Terakki Cemiyeti’nce yayımlanan Rumeli gazetesinin başyazarı oldu. 1911'de Meclis-i Mebusan'a Aydın milletvekili olarak katıldı. 1918'de İs-tanbul'da Yenigün gazetesini kurdu. I. TBMM’ne Muğla Milletvekili olarak katıldı. 1924'te İstanbul'da Cumhuriyet gazetesini kurdu ve öldüğü 1945 yılına kadar bu gazetenin başyazarlığını yaptı.
FALİH RIFKI (1884 – 1971):
1894 yılında İstanbul'da doğdu. Hüseyin Cahit'in Yalçın’ın müdürlük yaptığı Mercan İdadisi'nden mezun oldu. Ardından Darülfünun’un Edebiyat bölümünü bitirdi. 1991-1912 yıl-larında Servet-i Fünun dergisinin genç yazarlara ayrılan ek sayfaları ile Tecelli ve Kadın dergilerinde şiir, Tanin gazetesinde de düz yazı yazmaya başladı. 1913-1914 yıllarında Sadaret ve Dahiliye Nazırlığı kalemlerinde çalıştı. I. Dünya Savaşında yedek subay olarak Suriye'de görev yaptı. 1917’de döndüğünde Bahriye Nazırlığı Özel Kalem Müdürlüğüne getirildi. 1918’de yayımlanmaya başlayan Akşam gazetesinin kurucuları arasında yer aldı. Kurtuluş Savaşını destekleyen yazılarından ötürü idam istemiyle Divan-ı Harp’te yargılanmışsa da İnönü savaşının kazanılması üzerine Mahkeme kurulu tutum değiştirdiği için idamdan kurtuldu. Kurtuluş Sa-vaşı’ndan sonra Atatürk'ün isteği üzerine İkinci Büyük Millet Meclisi'ne Bolu milletvekili olarak katıldı. Bu görevini sonraları uzun yıllar Ankara Milletvekili olarak sürdürdü. Hakimiyet-i Milliye, Milliyet ve Ulus gazete-lerinin başyazarlığını yaptı. Yeni Türk Alfabesinin hazırlanması ve uygu-lanması sırasında Dil Encümeninde görev aldı. Demokrat Parti'nin 1950'de iktidar olmasının ardından, 1952 yılında Dünya Gazetesi’ni kura-rak, hükümete karşı muhalif bir tutum içersine girdi. Atay deneme, söyleşi, gezi ve anı türlerinde çok sayıda eser verdi.
CELAL BAYAR (1883 – 1986):
Bursa’nın Gemlik ilçesine bağlı Umurbey Köyü’nde doğdu. Gençlik yıllarında bankacılık mesleğini seçti. Üyesi olduğu İttihat ve Terakki Partisi’nde İzmir sorumlu sekreterliğine kadar yükseldi. Son Osmanlı parlamentosuna Manisa milletvekili olarak katıldı. İstanbul’un işgalinden sonra Mustafa Kemal’e katılarak İş Bankası Genel Müdürlüğü, İktisat, Dışişleri ve Bayındırlık Bakanlığı gibi görevlerde bulundu ve 1937’de Başbakanlığa kadar yükseldi. Atatürk’ün ölümün-den sonra, İsmet Paşa döneminde CHP’den istifa ederek muhaliflerle birlikte Demokrat Parti’nin kurucuları arasında yer aldı. 1950’deki seçim zaferiyle birlikte Menderes Başbakanlığa uzanırken, o da Türkiye’nin üçün-cü ve ilk sivil kökenli Cumhurbaşkanı olarak Çankaya’ya çıktı. 1960’taki askeri müdahalenin ardından o da Yassıada sanıkları arasında yerini aldı ve idam cezasına çarptırıldı. Ancak cezası Millik Birlik Komitesi tarafından onaylanmayınca, 1964 yılına kadar hapis cezasına çarptırıldı. Özgürlüğüne yeniden kavuştuktan sonra ise, aktif siyasete dönmemeyi tercih etti.
REFET BELE (1881 – 1963 ):
1881 yılında İstanbul'da doğdu. 1899 yı-lında Harp Okulu, 1912'de de Harp Akademisi'nden mezun oldu. I: Dünya Savaşı'nda Filistin Cephesi'nde başarılı görevler yaptı. Mustafa Kemal ile birlikte Samsun’a çıkan kafilede yer aldı. Samsun’a çıkışın ardından, Si-vas'ta bulunan ve Mustafa Kemal'in müfettiş olarak görevlendirildiği 3. Ordu'ya bağlı, 3. Kolordu Komutanlığı’na atandı. Erzurum ve Sivas kong-relerinde üye olarak yer aldı. Önce Aydın ve çevresi, daha sonra Çerkez Ethem Ayaklanması'nı bastırdı. Bu başarıları üzerine Generallik rütbesine yükseltildi ve Dahiliye vekilliği ile Batı Cephesi Komutanlığına atandı. 1922'de Doğu Trakya'yı geri almakla görevlendirilen Bele; 1924’te Terak-kiperver Cumhuriyet Fırkası'nın kurucuları arasında yer aldı. 1926 yılında İzmir suikastı dolayısıyla yapılan yargılamaların ardından, siyasetten bir süre çekildi. Sonraları 1935-1939 ve 1946-1950 yılları arasında iki dönem İstanbul milletvekilliği görevlerinde bulundu.
SALİH BOZOK (1881 – 1941):
1881'de Selanik'te doğdu. Mustafa Kemal ile önce mahalle daha sonra da Harp Okulu’nda okul arkadaşı oldu. Harp Okulu’ndan sonra Mustafa Kemal Harp Akademisi’ne devam eder-ken Bozok jandarma sınıfına seçildi. I. Dünya Savaşı’nın sonlarına doğru, Suriye Cephesi'nde Mustafa Kemal’in başyaveri oldu. Atatürk ile burada başlayan birlikteliği emeklilik dönemini de kapsayacak biçimde kesintisiz devam etti. Bu süre içinde Mustafa Kemal’in gerek TBMM Başkanlığı ge-rekse de Cumhurbaşkanlığı dönemlerinde sürekli başyaverliğini üstlendi. Yarbay rütbesinde iken askerlikten istifa etti ve o günkü adı Bozok olan Yozgat'tan milletvekili seçilerek Meclis’e girdi. İş Bankası’nın da kurucula-rı arasında yer alan Bozok, 1939 seçimleri dahil milletvekilliği görevini hep sürdürdü. Atatürk’ün ölümüyle büyük bir yıkım yaşayan Bozok, mil-letvekilliği sürerken; sağlık gerekçesiyle çekildiği Yalova’da 1941 yılında öldü.
ALİ FUAT (1882 – 1968):
1882’de İstanbul'da doğdu. Harp Okulu yıllarında Mustafa Kemal’in sınıf arkadaşı oldu. Beyrut'ta başlayan kıta hizmeti, 1908'deki Roma Askeri Ataşeliği’nin ardından Trablusgarp, Balkan Savaşları ve I. Dünya Savaşı’nda devam etti. Kongre-ler döneminde Mustafa Kemal’e verdiği yoğun destek nedeniyle Sivas Kongresi sonrasında Umum Kuvva-ı Milliye komutanı olarak görevlendi-rildi. Batı cephesinin yeniden yapılandırılması sırasında, Çerkez Ethem taraftarlığıyla suçlanması üzerine Moskova Büyükelçiliğine atandı. Bu görevinden 10 Mayıs 1921’de Ankara’ya döndükten sonra; önce Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti başkanlığını ardından 1925 yılında Terakkiperver Cum-huriyet Fırkası’nın kuruculuğu görevlerinde bulundu. 1926 yılında Atatürk’e yönelik suikast girişimiyle ilgili davalarda yargılandı ve beraat etti. Bu olaydan sonra siyasetten bir süre çekilen Cebesoy, İsmet İnönü'nün Cumhurbaşkanlığı yıllarında yeniden siyasete döndü. 1939-1943 yılları arasında Bayındırlık Bakanlığı, 1947-1950 yılları arasında da TBMM Başkanlığı görevlerinde bulunan Cebesoy 1968 yılında öldü.
FEVZİ ÇAKMAK (1856 – 1950):
1856 yılında İstanbul'da doğdu. 1898 yılında kurmay yüzbaşı olarak Akademi'den mezun oldu ve Arnavut-luk ve Rumeli vilayetleriyle ile ilgili ıslahat kararlarını uygulamakla görev-li heyette yer alarak Arnavutluk'ta göreve başladı. I. Dünya Savaşı’nda Di-yarbakır'da tümen komutanlığı ve Filistin'de de 7. Ordu komutanlığı gö-revlerinde bulundu. Savaş sonlarında Genelkurmay Başkanlığı’nda görev yapmaya başladı ve Mustafa Kemal'in Anadolu’ya hareketinden bir gün önce 1. Ordu müfettişliğine getirildi. 1919’da Harbiye Nazırı olan Çakmak, Kozan milletvekili olarak I. TBMM’ne katıldı. Meclisin birinci döneminde sırasıyla Milli Savunma Bakanı, İcra Vekilleri Heyeti Reisi ve Genelkur-may Başkanlığı görevlerinde bulundu. Sakarya Zaferi sonrasında kendisi-ne Meclis tarafından mareşallik rütbesi verildi. 1925 yılında siyasetten çe-kilerek askerlik mesleğinde kalmaya karar verdi ve emekli olduğu 1944 yı-lına kadar Genelkurmay Başkanlığı görevini yürüttü. Görev süresi boyunca, ordunun siyaset dışı konumunu korumak konusunda büyük başarı sağladı. Sonraları, emekliye ayrılışının sorumlusu olarak gördüğü İsmet İnönü'ye tepki olarak, DP listelerinden İstanbul milletvekili seçildi ve ye-niden Meclis’e girdi. Tevfik Rüştü Aras ile birlikte sol eğilimli İnsan Hak-ları Derneği’ni kuran Çakmak 1950de öldü.
CEVAT ABBAS (1887 – 1943):
1887’de Niş'te doğdu. 1908 yılında Harp Okulu’ndan mezun oldu. Trablusgarp, Balkan Savaşları ve I. Dünya Savaşı’nda görev aldı. Çanakkale Savaşında Üsteğmen rütbesiyle Mustafa Kemal’in emir subayı oldu. 16 Mayıs 1919’da Samsun’a hareket eden Bandırma Vapuru’nda 9. Ordu Müfettişliği başyaveri sıfatıyla yer al-dı. Kongreler sürecinde Mustafa Kemal’in yazışma işlerini yöneten Abbas, Bolu milletvekili olarak son Osmanlı Meclis-i Mebusanı’na katıldı. Ancak bu Meclisin dağıtılması üzerine Ankara'ya döndü ve yine Bolu milletvekili olarak TBMM’de siyasal çalışmalarını sürdürdü. Aynı yıl yüzbaşı rütbesiy-le Kurtuluş Savaşı’nda da görev aldı ve Yozgat Ayaklanması’nın bastırıl-masında gösterdiği başarı nedeniyle İstiklal Madalyası ile ödüllendirildi.
Atatürk’ün işaretiyle Türk Tayyare Cemiyeti’ni kurdu (Türk Hava Kurumu) ve cemiyetin başkanlığını bir yıl süreyle üstlendi. 1926’da görevini Fuat Bulca’ya devretti. İsteği üzerine 27 Şubat 1927'de ordudan emekliye ayrıldı. İş Bankası’nın kurucularından olan Cevat Abbas Gürer, Atatürk'ün emriyle kurulan Ateş Güneş Spor Kulübü'nün de kurucu başkanıydı. Cevat Abbas Gürer 4 Temmuz 1943'de Yalova'da vefat etmiştir. Anıları "Atatürk’ün Yaveri Cevat Abbas Gürer, Cepheden Meclise Büyük Önder ile 24 yıl" Başlıklı kitapta toplanmıştır.
1924'te kurulan İş Bankası’nın kurucuları arasında da yer alan Abbas, 1941 yılına kadar milletvekilliği yaptı ve bu süreçte “Ebedi Şef Kurtarıcı Atatürk'ün Zengin Tarihinden Birkaç Yaprak” (1939) adıyla anılarını ya-yımladı. Abbas, 1943 yılında Yalova'da öldü.
ORD. PROF. DR. HIFZI VELDET VELİDEDEOĞLU (1904-1992):
İstanbul’da doğmuştur. İlk ve ortaokulu Çorum ve Yozgat’ta okumuş, Haziran 1922’de Trabzon Lisesini bitirmiş- tir. Ankara’da 1925’te açılan Hukuk Fakültesinden 1928’de mezun olmuştur. Adalet Bakanlığınca açılan bir sınavı kazanarak 1929 başında hukuk doktorası yapmak üzere devlet bursuyla Avrupa’ya gitmiştir. Burada Batı’nın hukuk sistemini derinden inceleme fırsatı bulmuştur. İsviçre’deki Nuechatel (Nöşetel) Hukuk Fakültesinde 1933 Haziranı’nda doktora sınavını vererek “Hukuk Doktoru” unvanını Avrupa’dan döndükten sonra 31 Mayıs 1934’te İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Medeni Hukuk Doçentliğine atanmıştır. 1942’de profesörlüğe, 1948’de ordinaryüslüğe yükselmiştir. Beş ciltlik “Medeni Hukuk” kitabı, yetmişe yakın bilimsel inceleme, araştırma yazısı ile konferans bildirgesi, Almanca ve Frans ızcadan on beş kitap ve inceleme çevirisi yayımlamıştır. İlki 1946-1948, ikincisi 1952-1953 aralığında olmak üzere İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesinde iki kez dekanlık yapmıştır. Hükûmetin görevlendirilmesi üzerine, 1959’da Kat Mülkiyeti Kanunu ön tasarısını hazırlamıştır. Kendisinin başkanlığındaki bir komisyondan geçen bu tasarı 1965’te, hemen hemen olduğu gibi kanunlaşmıştır. Hukuk dilinin Türkçeleştirilmesi amacıyla çalışmalar yapmış, Medeni Kanun ve Borçlar Kanunu hükümlerini sade ve anlaşılabilir hâle getirmiştir. Emekli olduktan sonra da hukuk devleti ilkelerinin yerleşmesi için çaba harcamış, yazdığı çeşitli makalelerle kamuoyuna yol göster.
KILIÇ, ALİ (1888 – 1971):
Askeri okulu bitirdi. Kurtuluş Savaşında Antep ve Maraş yöresindeki direnişi örgütlendirmek ve bölgede çıkan çe-şitli ayaklanmaları bastırmak gibi askeri görevler üstlendi. Bu bölgedeki başarıları nedeniyle Antep kahramanı unvanı aldı. Savaş sırasında İstiklal Mahkemeleri'nde üyelik de yapan Kılıç Ali, TBMM’nde 1920’den 1938’e kadar Antep milletvekilli olarak bulundu. 1970'de Yeni Türkiye Partisi'nin kurucuları arasında yer alan ve anılarını "Atatürk'ün Hususiyetleri" (1955) ve "İstiklal Mahkemesi Hatıraları" (1955) gibi kitaplarda toplayan Kılıç Ali 1971de öldü.
ALİ FETHİ (1880 – 1943):
Pirlepe'de doğdu. İyi bir öğrenim gördükten sonra 1908’de Paris'te askeri ataşe olarak görev yaptı. 1911’de Trablusgarp Savaşı’na katılan Okyar, 1913'te İttihat ve Terakki Genel Merkezi üyesi ve Genel Sekreter oldu. Bu partinin egemen olduğu yıllarda Sofya elçiliği ve Dahiliye Nazırlığı görevlerinde bulundu. Damat Ferit Hü-kümeti döneminde tutuklanarak Malta’ya sürgüne gönderilmesine karşın; İngiliz esirlerle değiştirilerek 1921’de kurtarıldı ve TBMM’ne Dahiliye Nazırı olarak katıldı. Barış arayışları doğrultusunda bir süre Roma, Paris ve Londra'da girişimlerde bulunan Okyar; döndüğünde Rauf Orbay'ın Baş-bakanlıktan istifası üzerine 4 Ağustos 1923’te Başbakan seçildi. Cumhuri-yetin ilanından sonra ise TBMM Başkanı oldu. Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın kurulmasından sonra, Başbakanlıktan ayrılan İsmet İnö-nü'nün yerine tekrar başbakan olan Okyar, 1925 Şubatında başlayan Şeyh Sait İsyanı sırasında Başbakanlıktan ayrıldı. Ardından Büyükelçi olarak bir süre Paris'te görev yaptıktan sonra, 1930 yılında Mustafa Kemal’in is-tek ve ricası üzerine Serbest Cumhuriyet Fırkası'nı kurdu. Siyasal yaşamı-nı Atatürk’ün ölümünden sonra da sürdüren Okyar, 7 Mayıs 1943'de öldü.
RAUF ORBAY (1881 – 1946):
1881 yılında İstanbul'da doğdu. Bahriye Mektebi'ni bitirdi. Balkan Savaşı sırasındaki deniz savaşlarında büyük ba-şarılar göstererek "Hamidiye Kahramanı" unvanını kazandı. Osmanlı hü-kümetlerinde Bahriye nazırlığı yaptı ve savaş başarılarının yanı sıra; Mondros Bırakışması’nı imzalamak trajedisini yaşadı. Buna karşın Anado-lu'ya geçtiğinde henüz önemli bir ulusal kahraman konumundaydı. Malta sürgününden döndüğü 1921 yılında Nafıa Vekilliğine atandı. Bu görevin-den ayrıldığı yıl Meclis ikinci başkanlığına seçildi ve ardından 1922-1923 arasında bir kaç ay Başbakanlık yaptı. 1924'te kurulan muhalif Terakki-perver Cumhuriyet Fırkası’nın üyeleri arasında yer aldı. 1942-1944 yılları arasında Londra Büyükelçiliği görevini yürüten Orbay, 1964 yılında öldü.
RUŞEN EŞREF ÜNAYDIN, (1892 – 1959):
1892 yılında İstanbul'da doğdu. Galatasaray Sultanisi ve Edebiyat Fakültesi’nden mezun oldu. As-keri Baytar Alisi'nde, Darülmuallimini Aliye’de, Türkçe ve Fransızca öğ-retmeni olarak çalıştı. 1914'te yazarlığa soyundu ve Yeni Gün ve Tasvir-i Efkar gibi gazetelerde söyleşi ve gezi türünde yazılar yayımladı. 1920'de Ankara'ya gitti ve Kurtuluş Savaşı’na katıldı. Lozan Barış Konferansı’nda Matbuat Müşaviri olarak görev aldı. II. Dönem TBMM’ne Afyonkarahisar milletvekili olarak katıldı. Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği; Tiran, Atina ve Budapeşte elçiliği ve Roma, Londra ve Atina Büyükelçiliği gibi görevlerde bulundu. Mustafa Kemal Paşa'yı Türk basınında ilk kez tanıtmasıyla ünlenen ve 1952'de emekliye ayrılan Ünaydın 1959’da öldü.
RIDVAN HOCA
11 Ekim 1919 gecesi, Ermenilerin ileri gelenlerinden Hırlakyan'ın evinde İşgalci komutan Browmond şerefine bir balo tertiplenir. Baloda komutan Hırlakyan'ın torununu dansa davet eder. Komutan'ın teklifini reddeden genç kız, "Sizinle dans etmekten mazurum. Çünkü kendimi hala esaret ve zillette yaşayan bir kadın olarak görüyorum. Kalede Türk Bayrağı dalgalandığı sürece sizinle dans edemem" der. Bunun üzerine askerlerine emir veren komutan, Kaledeki Türk bayrağını indirir. 28 Kasım 1919 Cuma günü Maraş'ın kara sabahıdır. Yatağından kalkan Maraşlılar, asırlardan beri Kale burcunda dalgalanan şanlı bayraklarını göremezler. Bu olay şehri infiale sürükler. Avukat Mehmet Ali Bey, "Alemi İslama Hitap" beyannamesini yazar ve şehrin muhtelif yerlerine dağıtır, halkı Bayrağın indirilmesine tepki göstermeye davet eder.
Cuma namazına çok büyük bir kalabalık toplanır. Ezan okunduktan sonra halk dışarıda "Bayraksız namaz kılınmaz" diye bağırır. O esnada İçerdeki imam efendi, "Hürriyet olmayan bir yerde namaz kılınmaz" diyerek beyannamenin doğru olduğunu ifade eder. Bunun üzerine halk topluca kaleye hücum ederek, indirilen Şanlı Bayrağını yeniden Kale burçlarına diker ve Cuma namazını orada eda eder. Bayrak olayından sonra şehir adım adım savaşa sürüklenir, Arslan Bey başkanlığında kurulan Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti, her mahallede teşkilatlanarak harekete geçer.
Z Ezan okunmuş, hoca efendi mimbere çıkmıştı.
«ey ehl-i islam!... İslamın kılıcı büyük millet!.. İlay-ı kelimetullah aşkına çırpınan büyük türk milleti!.. Cuma namazı kılmanın da şartları
Vardır. Dışarıda da fetva verenler oldu. Doğrudur ve malumdur ki...
Şer'an cuma namazı kılınmaz!..»
SÜTÇÜ İMAM
Sütçü İmam, (asıl adı İmam, süt satarak geçimini sağladığı için "Sütçü" lakabı verilmiştir) (d. 1871, Kahramanmaraş – ö. 25 Kasım 1922). Uzunoluk semtinde süt satarak geçimini sağlıyordu. 31 Ekim 1919 günü hamamdan çıkan 3 Türk kadına Fransız-Ermeni lejyonerleri “Burası artık Türk memleketi değildir. Fransız müstemlekesinde peçe ile gezilmez!” diyerek kadınların peçelerini zorla açmak istemişlerdir. Olaya ilk müdahale eden Çakmakçı Sait; “Gâvur oğulları! Dokunmayın bacılarıma!” diyerek Fransız-Ermeni Lejyonerlerinin üzerine yürüdü. Üzerinde silahı olmayan Çakmakçı Sait silahlarıyla karşılık veren işgalciler tarafından yaralanmıştır. Bunu gören Sütçü İmam yanındaki silahıyla ateş açmış ve bir Fransız-Ermeni Lejyoner askerini öldürmüş, bir diğerini de yaralamıştır. Çakmakçı Sait ile Ermeni askeri ölmüştü. 1 Kasım 1919 tarihinde ölen Ermeni için büyük bir cenaze töreni düzenlendi. Ermeni ve Fransız askerleri Sütçü İmam'ı aramaya başlayınca Sütçü İmam bir atla Ağabeyli köyüne gitti. Ermenilerin ve Fransızların bütün çabalarına rağmen Sütçü İmam bulunamadı. 31 Ekim 1919'da düşmana ilk kurşunu atan Sütçü İmam, Kahramanmaraş'taki Kurtuluş hareketini başlatmıştır.
ALİ SAİP BEY
Ali Saip Ursavaş (d. 1887, Kerkük - ö. 25 Eylül 1939, Ankara), Türk asker ve siyaset adamı. 1887'de Kerkük'te doğdu. Harbiye'yi bitirdi. Mondros Mütarekesi'nin ardından Anadolu'nun işgali başlayınca Güneydoğu Anadolu'da "Namık" takma adıyla Kuvayi Milliye'ye katıldı. Fransız işgali sırasında Mustafa Kemal'den aldığı emirle Urfa Jandarma Komutanı ile birlikte Urfa Savunması direnişini örgütledi. 23 Nisan 1920'de açılan TBMM'ye Urfa milletvekili olarak girdi. Aralık 1920'de Urfa Kuvayi Milliye Komutanı olarak bölgedeki aşiret reislerini Fransız işgaline karşı topladı. Aktif olarak savaştı. Konya İstiklal Mahkemesi reisliği yaptı. Daha sonra II. Dönem Kozan, III., IV., V. ve VI. Dönem Urfa Milletvekilliği yapmıştır. Atatürk'e karşı suikast girişimine adı karıştıysa da suçsuz bulundu. 25 Eylül 1939'da Ankara'da 52 yaşında hayatını kaybetti. Urfa kahramanı ve Atatürk'ün yakın silah arkadaşı olduğundan soyadı kanunu çıktığında, soyadı Ursavaş olarak Atatürk tarafından verildi. Evli ve dört çocuk babasıydı. "Çukurova Dramı ve Urfa'nın Kurtuluş Savaşları" adlı kitabın yazarı.
ŞAHİN BEY (1877 – 1920 GAZİANTEP)
Asıl adı Mehmed Said olan Şahin Bey 1877 yılında Antep'te doğdu. Kurtuluş Savaşı'nda Fransızlara karşı girişilen Antep direnişinde ünlendi. İköğrenimini Antep'de gördü. Rüştiye'yi yarıda bırakarak derici amcasını yanında çalıştı. I. Dünya Savaşı sırasında Yemen'de savaştı. Ali Said Paşa'nın yanında gösterdiği yararlıktan ötürü erlikten subaylığa yükseltildi. Mondros Mütarekesi sonrasında Antep'e döndü ve Kilis'te askerlik şubesinde görevlendirildi. Antep'in 5 Kasım 1918'da Fransızlarca işgalinden sonra oluşturulan direniş örgütlenmesi sırasında Kilis Kuvay-ı Milliye komutanlığına getirildi. Kilis-Antep Karayolu'nda oluşturduğu üç savunma hattıyla, uzun süre Fransız alayına karşı Kızıl burun ve Kertil tepelerini iki gün savundu sonunda Bostancık yakınlarına çekildi. Bir yarma harekatı düzenlemeye çalışırken 28 Mart 1920'de makineli tüfek ateşiyle öldürüldü. Adına ağıtlar yakılan Şahin Bey'in kahramanlıkları türkü ve uzun havalara da konu olmuştur.
YAHYA KAPTAN
Yahya Kaptan (d. bilinmiyor - ö. 8 Ocak 1920) , Karakol Cemiyeti üyesi, gizli teşkilatlanma konusunda uzman bir Kurtuluş mücadelesine katılan çeteci. Mondros Ateşkes Antlaşması'ndan sonraki dönemde İttihat ve Terakki'nin kuvvetlerinden olup, Mustafa Kemal Atatürk'ün Sivas Kongresi'ndeki tüm birliklerin tek çatı altında birleşmesi kararına uyarak kendi askerî kuvvetleriyle birlikte Kuva-yi Milliye'ye geçti. Bunun üzerine çok mutlu olan Atatürk, Yahya Kaptan'ı onurlandırdı ve onu halka tanıttı. O dönemde, bu olay Kuva-yi Milliye için büyük bir kazanım oldu. Bu sırada durumdan memnun olmayan İttihatçılar kendi saflarındaki bu çözülmenin önüne geçmek için İstanbul'daki dönemin gazetelerinde, "Kuva-yi Milliye'de böyle bir eşkıyanın var olmasının yanlış olduğu; bu durumun Kuva-yi Milliye için bir kara leke olduğu" gibi karalayıcı yazılar çıkardı. Bu haberlerden bir süre sonra da Yahya Kaptan, İttihatçılar tarafından ele geçirildi ve ensesinden yediği kurşunla 8 Ocak 1920'de öldürüldü. Fakat bu durum çarpıtıldı; Yahya Kaptan kaçarken kahramanca onu kovaladıkları ve onun bu sırada çıkan çatışmada öldüğü yalanı öne sürüldü.Bu olaydan haberdar olan Atatürk, duyunca çok öfkelendi ve Cumhuriyet'in ilanından sonra da bu olayın peşini bırakmayarak bu işten kimlerin sorumlu olduğunu ve kimin bu işte parmağının olduğunun bulunmasını istedi. Ayrıca bu olayla ilgili olarak diğer bir anekdot ise, o dönemde halkın Atatürk'e olan sevgisini temsil eden heykelleri yaptırılıyordu. Bu dönemde Yahya Kaptan'ın katledildiği bölgenin dönemin belediye başkanı "bir heykel yaptıracaklarını ve böylece Atatürk'ün o bölgeyi de ziyaret edeceğini" duyurdu. Bunun üzerine Atatürk, yapmış olduğu açıklamada bölgenin insanlarına bir sitem olarak "siz daha Yahya Kaptan'a dahi sahip çıkamadınız. Şimdi kalkmış benim heykelimi yapmaktan söz ediyorsunuz; siz öncelikle Yahya Kaptan'ın heykelini yaptırın." dedi. Atatürk yazmış olduğu eseri Nutuk'ta Yahya Kaptan'a 12-20 sayfa ayırdı; en çok yer sahibi olan kişi de dolayısıyla Yahya Kaptan oldu.