PAROLAMIZ YA İSTİKLAL YA ÖLÜM

Abdullah ŞAHİN

MENÜ
10.SINIF TARİH DERSİ
12.SINIF İNKILAP TARİHİ DERSİ
T.C İNKILAP TARİHİ VE ATATÜRKÇÜLÜK
ÇAĞDAŞ TÜRK VE DÜNYA TARİHİ
YNT TV

4.2. OSMANLI DEVLETİ’NDE ASKERÎ SINIF

4.2. OSMANLI DEVLETİ’NDE ASKERÎ SINIF

“Bilgilinin sözü toprak için su gibidir, su verilince yerden nimet çıkar.

TARTIŞALIM

Bilgisiz insanın gönlü kumsal gibidir, nehir aksa dolmaz, orada ot ve yem bitmez.

Bilginin kıymetini ancak bilgili bilir, akıla hürmet ise bilgiden dolayıdır"

Yusuf Has Hacip


Kutadgu Bilig’e göre bilgi insana neler kazandırır ve insanın itibarına etkileri nelerdir?


Osmanlı Devleti’nde toplum, sosyal hayatın sağlıklı bir biçimde sürdürülebilmesi için iki büyük sınıfa ayrılmıştır. Bunlardan birincisi saltanat beratı ile padişahın dinî ya da idari yetki tanıdığı kişilerden oluşan yönetenler yani askerî sınıftır. Diğeri ise, idareye katılmayan muhtelif din ve soylara mensup zümrelerden oluşan yönetilenler yani reayadır. Reayanın görevi, üretim yapmak ve vergi vermek suretiyle askerî sınıfı desteklemektir. Padişah başta olmak üzere askerî sınıfın görevi ise Osmanlı hukukunu uygulayarak ülkede adaletin hüküm sürmesini ve halkın refahını sağlamaktır. Osmanlı toplumunda yönetenler sınıfı kendi arasında seyfiye, kalemiye ve ilmiye olmak üzere üç sınıfa ayrılırdı.


Osmanlı devlet sisteminin temeli, seyfiye, kalemiye ve ilmiye sınıflarının birlikteliğine dayanır. Bu birlikteliğe dayanan yapı içinde görev ve yetkileri kanunnameler ile ortaya konan umera, ulema ve kalem erbabı merkez ve taşra teşkilatının işlemesinde katkı sağlamıştır. Örneğin Osmanlı Devleti’nde taşra teşkilatının çekirdeğini, merkezden atanan bir kadı ile güvenlik ve adaletten sorumlu bir subaşı oluşturmuştur. Taşra idarecilerinin çoğu merkez tarafından atanmıştır. Sadaret kethüdası tarafından tayin listesi yapılmış ve sadrazam tarafından atamalar gerçekleştirilmiştir.

Kalemiye sınıfı, merkez teşkilatında Osmanlı bürokratik geleneklerinin oluşmasında, resmî yazışma usullerinin ortaya çıkmasında önemli rolü olmuştur. İlmiye sınıfı denilince sadece ilim adamları ve eğitim kavramları anlaşılmamalıdır. Bu sınıf devletin yargı, yönetim ve şehir hizmetleri de dâhil olmak üzere birçok alanında hizmet veren bir teşkilattır. Bunun yanı sıra askerî ve idari sınıfın da ilmiye teşkilatınca yetiştirildiği düşünüldüğünde, Osmanlı Devleti'nin asırlarca ayakta kalmasında ilmiye sınıfının büyük rolü olduğu görülmektedir.


Osmanlıda İlim ve İlmiye Sınıfı

Osmanlı Devleti, askerî ve idari konularda olduğu gibi ilmî alanda da sağlam ve tutarlı bir yol takip etmiştir. Osman Bey'den itibaren fethedilen bölgelere kadı tayin edilerek buralarda adaletin zamanında teminine çalışılmıştır. Ayrıca Orhan Bey, medrese kurarak ilim adamlarının yetişmesi ve ilmin yaygınlaşmasını sağlamıştır. Böylece yargı ve eğitim gibi toplumun iki önemli ihtiyacının düzenli bir şekilde karşılanmasına zemin hazırlanmıştır. Bunun yanında Kuruluş Dönemi'nden itibaren ulemanın bilgi ve tecrübesinden de geniş ölçüde faydalanılmıştır. Vezirlik, defterdarlık gibi önemli görevlere tayin edilen ulemadan, bu yolla devlet müesseselerinin kurumsallaşmasında da yararlanılmıştır.


BİLİYOR MUSUNUZ?


Osmanlı Devleti'nde bilinen ilk medrese Orhan Gazi tarafından 1330'da İznik'te yaptırılmıştır. Bu medreseye atanan ilk müderris Türk âlim ve mütefekkir Şerefüddin Davud-i Kayseri'dir. Fatih Sultan Mehmet Dönemi'ne kadar Bursa'da yirmi beş, Edirne'de on üç ve İznik'te dört olmak üzere toplam kırk iki medrese kurulmuştur. Aynı dönemde daha küçük şehirlerde ise kırk medrese bulunmaktadır. Osmanlı Devleti'nin henüz Kuruluş Dönemi'nde seksen iki medrese tesis edilmiş olması, eğitim ve bilim ortamının Osmanlılarda çok hızlı bir şekilde geliştiğini göstermektedir.

Osmanlılarda ilmiye sınıfının başlıca üç görevi vardır: Eğitim-öğretimin sürdürülmesi, idari ve adli hizmetlerin görülmesi ve sosyal, idari ve askerî konularda dinî görüşün açıklanmasıdır.

Bu görevleri sırasıyla müderris, kadı ve müftü gibi kişiler gerçekleştirmiştir.

İlmiye sınıfı içerisinde eğitim ve öğretim görevini üstlenen ulema, derecelerine uygun medreselerde müderrislik yapmış ve mesleki başarı gösterenler ülkenin önemli medreselerine atanmıştır.

CEVAPLAYALIM

Osmanlı Devleti'nde ilmiye sınıfının görevleri nelerdir?

Müderris Olmak


Müderris, medresede ders veren demektir. Bugünkü üniversite profesörleri ile kıyaslanabilir. İslam dünyasında genel olarak ilim tahsilinde kitaplardan çok müderrise önem verilirdi. İlim tahsil etmek isteyenler, her şeyden evvel iyi bir müderrise talebe olmayı tercih ederdi. Medreselerde eğitim gören öğrencilere genel olarak talebe denilse de bu öğrenciler için danişmend, suhte gibi isimler de kullanılmıştır. Müderris olmak isteyen talebeler önce bir müderrisin yanında yardımcı olarak görev yapar ve müderrisin dersini tekrar ederek diğer talebelerin disiplini ile meşgul olurdu. Daha sonra icazetname alarak medreseyi bitiren müderris adayları, isimlerini MAnadolu ve Rumeli kazaskerlik dairelerinde bulunan ruzname adlı defterlere kaydettirir ve müderrislik için sıraya girerlerdi. Bu bekleme süresine mülazemet adı verilirdi. İlk dönemlerde belli bir süre olmadan mülazemete geçilirken Ebu’s-Suud Efendi’den sonra bu süre yedi yıl olarak belirlenmiştir. Ruznamede yazılı olmayan ve belli bir süre mülazemet etmeyen kişilerin müderris olmaları mümkün değildi. Mülazemetini tamamlayan müderris, ilk olarak yirmi akçe ödenen bir medreseye tayin olur ve beşer akçe terakki ile üst derecedeki medreselere doğru yükselirdi. Müderris günlük otuz, kırk ve elli akçe ödenen medreselere doğru ilerler daha sonra Sahn-ı Seman ve Sahn-ı Süleymaniye gibi altmış akçe yevmiyeli medreselere kadar terfi edebilirdi (Ünal, 1998, s.87; Gündüz, 2013, s.290-291’den düzenlenmiştir).

YORUMLAYALIM

Bir öğrencinin Sahn-ı Seman Medreselerinde müderris olabilmesi için pek çok aşamadan geçirilmesinin amaçları neler olabilir?


Osmanlı Devleti’nde medreseyi bitirenlerden kadılığı isteyenler, mülazemetten sonra bir kasaba kadısı olabilirdi. İlmiye sınıfından olan kadı, idare ve yargı görevini yerine getirirdi. Padişah tarafından atanan kadılar, atandığı yerde padişah adına adaleti tesis ederdi. Osmanlı devlet teşkilatında kadıların adli görevi yanında idari, beledi, askerî, mali ve noterlik alanlarında da görev ve yetkileri bulunmaktaydı. Vakıfların denetçisi de olan kadılar; asayiş kuvvetlerinin, belediye hizmetlilerinin ve zabıta görevlilerinin de amiriydi. Ayrıca kadılar evlenme, boşanma, veraset meselelerinde; merkezden gelen emirlerin tasdiki ve mahkeme kayıtlarının tutulmasında, her türlü akdin kaydedilmesinde, divanın emirlerinin halka bildirilmesinde ve sefer esnasında idaresinde bulunduğu yerde ordunun ihtiyaçlarının görülmesinde sorumlu ve yetkiliydi.

BİLİYOR MUSUNUZ?

Kadı tayini, ilk defa Osman Gazi tarafından yapılmıştır. Osman Gazi bu göreve, kayınpederi Şeyh Edebali’nin talebesi Dursun Fakih’i uygun görmüş ve Karacahisar’a kadı olarak atamıştır.

Müftüler ve şeyhülislamlar toplumun inanç ve ibadetleriyle ilgili sorunların çözülmesi ve devlette şeriatın uygulanmasından sorumludur. Müftüler, belirli davalarda kadıların veya özel kişilerin sorularına dair İslami kaynaklara dayanarak fetvalar hazırlamıştır. Kanuni Dönemi'nde müftüler de kadılar gibi teşkilatlandırılmış ve şeyhülislamlık makamı ortaya çıkmıştır. İstanbul müftüsü, Osmanlı Devleti'nin başmüftüsü yani şeyhülislamı olmuştur. Şeyhülislam, dinî hükümleri yorumlamada en yetkili kişidir. Mütevazı bir makam olarak ortaya çıkan şeyhülislamlık kurumu, XVI. yüzyılda Zenbilli Ali Efendi, İbn-i Kemal ve Ebu's-Suud Efendi dönemlerinde daha fazla önem kazanmış ve ilmiye teşkilatının en yüksek makamı hâline gelmiştir. Ebu's-Suud Efendi’den itibaren Rumeli kazaskerliği yapanlar şeyhülislamlık makamına atanmıştır.

Şeyhülislamlar, dinî konular dışında zamanla örf, âdet ve geleneklerle ilgili hususlarda da fikir beyan etmeye başlamış hatta kiliselerdeki seçim ihtilaflarını halletme konusunda bile fetvalar vermişlerdir. Bununla birlikte mühim devlet işlerinde de şeyhülislamın fikir ve düşüncelerinden istifade edilmiş; savaş ilanında, barış yapılmasında, ıslahatların uygulanmasında bile şeyhülislamdan fetva alınmıştır.

Osmanlı sultanları, merkezî otoriteyi güçlendirmek için idari işlerde sarayda eğitim görmüş kişilere görev vermiş ve ulemayı da kendi hizmetine alarak devlet teşkilatlanmasını sağlam temellere oturtmuştur. Hem şeriatı hem de doğrudan doğruya sultan tarafından çıkarılan kanunları ve nizamları uygulayan kadıya, bir yöneticinin emir verme yetkisi yoktur. Diğer taraftan, şeriatla ilgili konular üzerinde fetva veren şeyhülislamın, devlet işlerine müdahale etme hakkı olmayıp sadece devlet işlerinin dine uygunluğu konusunda görüşü alınmıştır.

CEVAPLAYALIM

Şeyhülislam ve müftülerin devlet idaresindeki rolü nedir?


Osmanlı Devleti'nde idare ile ulema arasındaki ilişkiler, her dönemde önemini korumuş ve bu durum özellikle müderris atamalarına yansımıştır. İlmiye teşkilatı hiyerarşik bir yapıya sahip olsa da son karar mercii padişahtır. Padişahlar, ilmiye sınıfına ayrıca özen göstermiştir. Örneğin Fatih Sultan Mehmet, Rumeli'den İstanbul'a dönerken rastladığı Kazasker Manisazâde'ye Arapça bir beyit sormuş, Manisazâde’nin düşünmek için süre istemesi üzerine âlimi kazaskerlikten azletmiş ve Sahn-ı Seman Medreselerinden birine eğitim için göndermiştir.

Medreseler ve Tekkeler

Osmanlı Devleti'nde medreseler, İslami ilimleri üst düzeyde öğreterek insanların yararına sunmayı amaçlamıştır. Medreselerde tefsir, hadis, kelam ve fıkıh gibi temel İslami ilimlerin yanında matematik, astronomi, fizik, mantık ve felsefe gibi akli ilimler de okutulmuştur.

Osmanlı müderrisleri akli ilimlerden özellikle mantık ve matematiğe önem vermiştir. Osmanlılarda iyi kadı olmanın yolu matematik ve astronomi gibi bilimleri de bilmekten geçmiştir.

Medreseler; Osmanlı Devleti'nde âlimlerin yetiştirildiği, bilginin üretildiği yerdir. Orhan Bey'den itibaren diğer padişahlar da Bursa ve Edirne'de çeşitli medreseler yaptırmıştır. Medreseler, müderrislerinin yevmiyelerine göre 20'li, 40'lı, 60'lı medreseler şeklinde derecelendirilmiştir. Medresenin derecesi yükseldikçe müderrisin geliri de artış göstermiştir. En yüksek dereceli medrese Fatih'in yaptırdığı Sahn-ı Seman Medreseleriydi. Daha sonra Kanuni Sultan Süleyman, Sahn-ı Seman Medreseleri ile aynı dereceye sahip Süleymaniye Medreselerini yaptırmıştır. Fatih ve Kanuni Dönemi'nde medreseler geliştirilerek alt bölümler oluşturulmuş ve hadis araştırmaları için Darülhadis, tıp eğitimi için Darüttıp, Kur'an'ın okunması ve ezberlenmesi için Darülkurra gibi ihtisas medreseleri kurulmuştur.

BİLİYOR MUSUNUZ?
Sahn-ı Seman Medreseleri, Fatih Camisi'nin etrafında sekiz yüksek medrese ve bu medreselerin arkasında “Tetimme” adıyla bilinen sekiz küçük medreseden oluşmaktaydı. Fatih Camisi'nin etrafındaki bu on altı medresenin yanında bir de Sıbyan Mektebi kurulmuştur. Medreseler, talebelerin eğitim ve öğretimi yanında yeme-içme ve barınma ihtiyaçlarının da karşılandığı, vakıflar tarafından desteklenen yatılı bir okul şeklinde hizmet vermiştir.

Osmanlı Devleti'nde cami ve kütüphanelerde de medrese eğitimine benzer bir eğitim verilmiştir. Medrese eğitiminden farklı olarak daha çok halkın din eğitimini ve mensuplarının nefs terbiyesini esas alan tekke ve zaviyeler, eğitim ve bilgi üretiminin yapıldığı diğer kurumlardır. Osmanlı sultanları tasavvuf mensuplarına karşı oldukça müsamahakâr davranmıştır. Öyle ki tekkedeki derviş ve arifler, ilmiye sınıfından kabul edilmiş ve bunlara da yevmiye ödenmiştir. Devletin tekke ve zaviyelere olumlu yaklaşımı tek taraflı olmamıştır. Dervişler ve arifler de nüfuzlarını devletin ilerlemesi yönünde kullanmıştır.

ÖRNEK METİN
Medreselerde Eğitim Nasıldı?

Osmanlı medreselerinin en büyüklerinde bile talebe sayısı 20'ye ulaşmazdı. Eğitim faaliyetleri seviyeye göre yürütülür ve kitap geçme esas alınırdı. Öğretim süresi öğrencinin ders ve imtihanları verme durumuna bağlıydı. Bugünkü gibi sınıf geçmeye göre düzenlenmemişti. Dersler sık sık tekrarlanır ve karşılıklı münakaşalarla işlenir, yöntemin esası ezberciliğe dayanırdı. Belirtilen dersleri alan ve sınavları başarı ile veren öğrencilere icazetname denilen diploma verilirdi (Ünal, 1998, s.100'den düzenlenmiştir).

Fatih, ilmiye sınıfında hem teşkilat ve eğitim hem de anlayış açısından önemli değişiklikler yapmıştır. Bu dönemde müspet ilimler ve felsefi yaklaşımlar ön plana çıkmıştır. Birçok Latince eser Türkçe'ye çevrilmiş özellikle tıp, matematik ve astronomi alanlarında yeni eserler yazılmıştır. Dinî ve felsefi konulara ilgi duyan Fatih, ulema ile yakın ilişkiler kurmuş, birçok ilmî konunun tartışılmasını teşvik etmiştir. Bunun sonucu olarak Türk dünyasının önemli bilim insanları ya da onların yetiştirdiği kişilerden Akşemseddin ve Ali Kuşçu gibi alimler Fatih'in yanında yer almıştır.

Akşemseddin (?-1459)

Asıl adı Şemseddin Mehmet olan Akşemseddin (Görsel 4.11), Şam'da doğmuştur. Teni beyaz olduğundan Akşemseddin olarak meşhur olmuştur. Akşemseddin Türk siyasi ve ilim tarihinde önemli bir yere sahiptir. II. Mehmet'in İstanbul'u kuşatması sırasında, padişahın ve ordunun manevi gücünün yükseltilmesine yardımcı olan Akşemseddin, fetihten sonra Ayasofya'da kılınan ilk cuma namazında hutbeyi okumuştur. Akşemseddin, Sahn-ı Seman medreseleri yapılıncaya kadar medrese olarak kullanılan Zeyrek Camisi'nde ders vermiştir.

Hastalıkların nedenlerini açıklayan Akşemseddin'e göre hastalıklar, kalıtımsal olan ve mikrop yoluyla geçen şeklinde ikiye ayrılmıştır. Böylece Akşemseddin, mikroptan haber vermesi bakımından Louis Pasteur (Pastör) ve Robert Koch (Rabırt Koh) gibi bilginlerin öncüsü olmuştur.


Ali Kuşçu (?-1474)

Ünlü Türk sultanı ve bilim adamı Uluğ Bey'in “Doğancı Başısı” olduğu için ailesi “Kuşçu” lakabıyla tanınıyordu. Küçük yaştan itibaren matematik ve gök bilimine ilgi duyan Ali Kuşçu, Semer-kand'da devrin en büyük bilim adamları olan Kadızâde-i Rumî, Gıyâseddin Cemşîd el Kâşî ve Uluğ Bey'den matematik ve gök bilimi dersleri aldı.

Ali Kuşçu'yla beraber İstanbul medreselerinde, özellikle gök bilimi ve matematik alanında büyük gelişmeler başlamıştır. Onun etkisiyle Fatih, medreselerin vakfiyelerinde değişiklik yapmış ve müderrislere naklî ilimlerin yanında akli ilimlerde de uzman olma zorunluluğu getirmiştir. İstanbul'un ünlü bilim insanları da Ali Kuşçu'nun matematik ve gök bilimi derslerini izlemiştir. Ali Kuşçu, Osmanlı Devleti'nde Hoca Sinan Paşa, Molla Lütfi ve Mehmet (Mirim) Çelebi gibi kıymetli gök bilimcilerinin yetişmesini sağlamıştır.

XIV ve XVI. yüzyıllar arasında Türk dünyasında yetişmiş olan bilim insanlarını ve çalışmalarını araştırarak sınıfta paylaşınız.

ARAŞTIRALIM

Ali Kuşçu, İstanbul'un enlem ve boylamını belirlemek için de çalışmalar yapmış ve günümüzde kabul edilen değerlere yaklaşık bir değer bulmuştur.

Ali Kuşçu’nun Fatih Sultan Mehmet’le Karşılaşması
Fatih Sultan Mehmet'in bilginlere büyük saygı gösterdiğini bilen Uzun Hasan, Ali Kuşçu'yu, bir barış antlaşması için elçi olarak İstanbul'a gönderdi. Ali Kuşçu'nun Semerkand'daki çalışmalarından haberdar olan Fatih, ona büyük iltifat gösterdi ve İstanbul medreselerinde gençleri yetiştirmesini teklif etti. Dürüst bir ilim adamı olan Ali Kuşçu ise bu iltifata, “Hünkârım izin verirlerse önce Tebriz’e döneyim. Elçiye zeval olmaz. Burada bulunuş sebebim, Akkoyunlu hükümdarının elçisi olmamdır. Gerektir ki hünkârımın lütufkâr davetini kabul etmeden önce vazifemi iyi bir sonuca ulaştırdığımı, beni gönderen bana güvenmiş olan insana bildireyim.” sözleriyle karşılık verdi (Görsel 4.12). Fatih, Ali Kuşçu'nun bu özrünü beğenerek, bilgin olduğu kadar mert ve ahlaklı da olan bu insana izin verdi. Sözünü tutan Ali Kuşçu, iki yıl sonra ailesi ve öğrencileriyle Tebriz'den İstanbul'a hareket etti. Fatih, Kuşçu'nun sınırda karşılanarak yolculuğunun her günü için 1000 akçe yolluk verilmesini ve İstanbul sınırında törenle karşılanmasını emretmişti. Ali Kuşçu, 200 akçe maaşla Ayasofya Medresesi'ne müderris olarak atanmıştı (Dayday-Altın, 2010, s.133-135'ten düzenlenmiştir).
YORUMLAYALIM

Bilim insanlarının önemli özellikleri neler olabilir?

Uluğ Bey (1394-1449)


Asıl adı Muhammed Tarağay olan Uluğ Bey Timur'un torunudur ve devlet adamlığından ziyade, bilimsel çalışmalarıyla tanınmıştır. Özellikle matematik ve gök bilimine ilgi gösteren Uluğ Bey, Semerkand Medresesi'ni kurmuş; devrin en büyük rasathanesi olan Semerkand Gözlemevi'ni de yaptırmıştır. Gök bilim kataloglarının en mükemmeli olan “Zîc-i Uluğ Bey”, günümüze kadar konumsal gök biliminin temel kitabı olarak kullanılmıştır. Zîc; VIII ve XVI. yüzyıllar arasında İslam gök bilimcilerinin hazırladığı; yıldızların, gök cisimlerinin gerçek ve görünür konumları ile hareketlerinin çizimine verilen addır. XVII. yüzyılda, İngiltere'de Greenwich Gözlemevi'ni kuran John Flamsteed (Con Fileymstid) “Britanya Gök Tarihi” adlı eserini hazırlarken, Zîc-i Uluğ Bey'den yararlanmıştır. 1836'da yayınlanan 4 ciltlik Ay haritasındaki kraterlerden birine Uluğ Bey ismi verilmiştir.
Yorumlar - Yorum Yaz
Anket
"PAROLAMIZ YA İSTİKLAL YA ÖLÜM" KİTABIMIZI OKUDUNUZ MU?
TÜRK İSLAM DEVLETLERİ TARİHİ
OSMANLI DEVLETİ TARİHİ
abdullahhoca

SİTEMİZE GÖSTERMİŞ OLDUĞUNUZ İLGİYE TEŞEKKÜRLER...
TARİH BİZDEN ÖĞRENİLİR.
Site Haritası