PAROLAMIZ YA İSTİKLAL YA ÖLÜM

Abdullah ŞAHİN

MENÜ
10.SINIF TARİH DERSİ
12.SINIF İNKILAP TARİHİ DERSİ
T.C İNKILAP TARİHİ VE ATATÜRKÇÜLÜK
ÇAĞDAŞ TÜRK VE DÜNYA TARİHİ
YNT TV

4.4. FETİHLE GELEN DÖNÜŞÜM

4.4. FETİHLE GELEN DÖNÜŞÜM

TARTIŞALIM


Osmanlıların, fethettikleri bölgelerde yaptıkları imar faaliyetlerinin amaçları neler olabilir?

Geleneksel anlamda konar-göçer bir yaşam tarzına sahip olmasına rağmen Osmanlılar, kuruluştan itibaren yerleşik hayatı daha fazla benimseyen bir siyasi teşekkül olarak ortaya çıkmıştır. Kurulduğu bölgedeki kadim şehir, kasaba ve köyler ile buralarda yaşayanları yadırgamadan kabullenen Osmanlılar; cami, medrese, mescit, han ve hamam gibi yapılarla buraları imar etmiştir. Ayrıca fethedilen şehirlerdeki çarşı ve pazarlar geliştirilmiş ya da yeniden inşa edilmiştir.

Osmanlı Şehrinin Yapısı
Bütün geleneksel şehirlerde olduğu gibi Osmanlı şehrinin merkezinde de bir mabet (cami), merkezî devlet ofisi (başkentte saray, eyaletlerde sancak beyi konağı) ve nihayet Avrupa şehirlerinde de bulunan lonca binası ve depo gibi bir bedesten vardır. Bunlar genellikle abidevi binalardır. Bu yapılar, şehrin merkezdeki büyük meydanın üzerinde yer alır. Bu çekirdek bölgenin hemen etrafında zanaatçıların ve esnafın bulunduğu çarşı vardır (Görsel 4.18). Her sokağın bütünü veya belirli kesimi belli dalda çalışan esnaf tarafından işgal edilmiştir. Bu sokaklar, bezzazlar, saraçlar, kavaflar, sahaflar, yemeniciler, bakırcılar çarşıları gibi isimler alır. Saman pazarı, hayvan pazarı gibi yerler şehrin çevre kesimine varsa limana yakındır. Bu iş bölgelerinden sonra konut bölgesi yani mahalleler yer alır. Osmanlı kentinde mahalle, sosyal sınıflaşmaya göre değil etnik ve dinî farklılığa göre biçimlenmiştir. Yani Müslim ve gayrimüslim aynı mahallede oturmaz (Ortaylı, 2016, s.280-281'den düzenlenmiştir).
YORUMLAYALIM
Günümüz şehirleri ile Osmanlı şehirleri arasındaki benzer yönler nelerdir?

Yeni bir şehrin kurulup gelişmesi, coğrafi şartlarının elverişliliğine ve uzun bir sürece bağlıdır. Orta Çağ'ın teknoloji düzeyi düşünüldüğünde yeni bir şehir kurmaya cesaret edecek veya ihtiyaç duyacak devlet bulunmuyordu. Bu nedenle Türkler de fethettikleri şehirlere yerleşerek onları imar etmeye devam etti. Osmanlı Devleti'nin fethettiği şehirlerde Türkler, şehrin gayrimüslim mahalleleri dışında kendi mahallelerini kurdu.

Orhan Bey'in İznik'te kendi vakfı olarak kurduğu imaretiyle birlikte yeni bir şehir merkezi modeli ortaya çıkmıştır. Bu model en mükemmel hâlini İstanbul'da, Türk şehir modeliyle almıştır. Buna göre şehir merkezine cami, aşevi, hamam, şifahane gibi kurumlar yapılmış, yerleşme ise daha dış mahallelere kaydırılmıştır. Osmanlılar, şehirleşmeye getirdikleri bu yeni mimari anlayışla dağınık şekilde bulunan sosyal kurumları bir site içinde toplamıştır. Ayrıca şehir merkezlerinde pek çok işyeri inşa edilmiş, sosyal kurumların giderlerini karşılamak için vakıf olarak kiraya verilmiş ve böylece şehirlerin sosyo-ekonomik canlılığı sağlanmıştır.

Osmanlı'da mahalle, birbirini tanıyan bir ölçüde birbirinin davranışlarından sorumlu, sosyal dayanışma içinde olan kişilerden oluşmuştur. Bir başka ifade ile mahalle; aynı mescitte ibadet eden cemaatin, aileleri ile birlikte ikamet ettikleri şehrin bölümüdür.

BİLİYOR MUSUNUZ?
Fatih, İstanbul'un Fethi'nden sonra şehre gelen yolları ve köprüleri tamir ettirdi. 1455 kışında meşhur Kapalıçarşı'nın çekirdeği büyük bedestenin yapılmasını emretti. Keza o yıl, şehre bol su getirmek için suyollarının onarı-mını emretti. Fatih, şehirde yaptırmakta olduğu inşaatı bizzat teftiş ederdi. Şehrin göbeğinde yaptırdığı ilk sarayı (Eski Saray) daha sonra uygun bulmayan Fatih, Sarayburnu'nda Yeni Saray'ı (Topkapı Sarayı) inşa ettirdi.
Balkanlarda bulunan bugünkü yol ve şehir ağının ana hatları da Osmanlı Dönemi'nde ortaya çıkmıştır. Filibe, Sofya, Belgrad, Üsküp, Manastır, Köstence ve Rusçuk birer küçük kasaba veya köy iken Osmanlı Dönemi'nde büyük şehirler hâline gelmiştir. Bunun yanında Osmanlı egemenliği ile beraber Edirne, Selanik, Niğbolu, Silistre gibi şehirler de büyük gelişme göstermiştir. Osmanlı Dönemi'nde büyüyen ve gelişen bu şehirler, başlangıçta idari-askerî merkezlerken zamanla dokumacılık, boyacılık, dericilik gibi el sanatlarının gelişmesi ve esnafın buralara yerleşmesiyle ticari merkezler hâline gelmiştir.

CEVAPLAYALIM
Türk şehir modelinin genel özellikleri nelerdir?

Osmanlılarda El Sanatları

Bosna'dan Yemen’e, Kafkasya'dan Kırım'a kadar çok farklı coğrafyalara hükmeden Osmanlı Devleti, insanların yeteneklerini kullanabilmelerini sağlamak amacıyla güvenli bir ortam oluşturmuştur. Bu güvenli ortamda şehirler; mimarisiyle, zanaat, sanat ve kültür faaliyetleriyle birer yaşam merkezi hâline gelmiştir. Özellikle kuruluş devrinden itibaren İznik, Bursa, Edirne ve İstanbul, Osmanlı sanat ve mimarisinin beşiği olmuştur. Günümüze kadar ulaşan müzeleri, sarayları, koleksiyonları, kütüphaneleri ve camileri dolduran tezhip, çini, minyatür, halı, kilim, kumaşlar ve binlerce cilt yazma eser vardır. Bu eserler, Anadolu ve çevresinde gelişen Türk el sanatlarına ait zengin bir hazinedir.

Bir milletin kültürel kişiliğinin en canlı ve anlamlı belgeleri niteliğinde olan el sanatları, Osmanlı Devleti'nde büyük gelişme göstermiştir. Özellikle ahşap ve taş işlemeciliği, dokumacılık, çinicilik ve hat sanatları yeni bir ifade ve anlatım zenginliği kazanmıştır. Bu dalların her biri kendi içinde ustalık alanları, kullanılan gereç veya üretilen üründen adını alan gruplara ayrılmıştır. Nakkaşlar, kuyumcular, kâtipler, ciltçiler, çiniciler, kumaş dokuyucuları, maden işi yapan kazgancılar, ahşap işleriyle uğraşan kündekârlardan oluşan bu sanat ve zanaat grupları, kendi içlerinde birer eğitim kurumu gibi çalışmıştır. Bu meslek gruplarının ustaları, Ahilik teşkilatına bağlı olarak loncalar oluşturmuş ve “esnaf şeyhleri” tarafından yönetilmiştir. Ahi terbiyesiyle yetişen Osmanlı sanatkârlarının hile ve aldatmaca bilmediği, bu yola başvuranların ise şiddetle cezalandırıldığı bilinmektedir.

Dokumacılık, Osmanlı Devleti'nde gerek artan nüfusun gerekse sarayın ve ordunun ihtiyaçlarına cevap verebilmek için hızlı bir şekilde gelişmiştir. Dokuma sanayinin geliştiği Bursa'da; yünlü kumaşların, ipekli dibaların ve her cins kadifenin dokunduğu bilinmektedir. Dokumacılıkta oldukça ileri gitmiş olan Çin bile Bursa'dan kumaş satın almıştır. Yine bu dönemde Macaristan, İtalya, Polonya ve Balkan ülkelerinin pazarlarında Bursa kumaşları satılmıştır. Bursa kumaşlarının üstünlüğü, malzemesinin zenginliği ve desenlerinin güzelliğinden kaynaklanmıştır. Osmanlı şehirlerine, yabancı ülkelerden boyanmak için kumaşlar gönderilmiştir. Ayrıca Türk alı ve çini mavisi gibi renklerin usullerini öğrenmek için Osmanlı şehirlerine Fransa'dan heyetler gelmiştir.
Ahşap işlemeciliği, Osmanlılar Devri'nde daha ziyade geometrik yıldız motifleri ile fildişi ve sedef kaplamalı olarak yapılmıştır. Süslemelerde yazı hemen hemen hiç görülmeyecek şekildedir.
I.Ahmet'in sedef kaplamalı firuze, yakut ve zümrüt taşlarıyla süslü tahtı başta olmak üzere Kur'an mahfazaları, rahleler ve minberler gibi nadide eserler dünya müzelerinin en kıymetli koleksiyonları arasında yer alır.
Çini sanatında Selçuklu Dönemi'nin ardından, Osmanlıların İznik'te bir çini merkezi kurmasına kadar duraklama yaşanmıştır. Osmanlı Dönemi'nde İznik ve Kütahya'dan sonra Bursa, Edirne ve İstanbul da önemli çini merkezleri olmuştur. XV ve XVI. yüzyıllarda mimari ile kaynaşan çini süslemelerinin en güzel örnekleri; İznik Yeşil Camii, Topkapı Sarayı Çinili Köşk, Bursa Yeşil Camii ve Yeşil Türbe'dir. Osmanlı Dönemi'ndeki çinilerde, Selçuklulara nazaran renklerde de artış olmuştur. Bu dönemde yeşil, mavi ve siyah ile beyaz, sarı ve fıstıki yeşil kullanılmaya başlamıştır. Rüstem Paşa Camii ve Türbesi'ndeki çinilerde kırk bir çeşit lale motifi kullanılmıştır. Günümüzde çini sanatı Kütahya'da yaşatılmaktadır.
Taş süsleme sanatı, XV. yüzyılda Osmanlı Devleti'nde hızla geliş me göstermiştir. İlk dönem Osmanlı mimarisinde taş işlemeciliği, daha çok yapıların dış kısmında uygulanmıştır. Bu uygulamaların ilk örnekleri Bursa Yeşil Camii yüzey süslemesinde ve Edirne Eski Camii minberinde görülmüştür. Mimari anıtlarda ve mezar taşlarında kullanılan ve yapıldığı yörenin özelliklerini gösteren motifler, gündelik eşyalarda da kullanılmıştır. Mezar taşlarında bir gelenek olarak kadın, çocuk, erkek ve meslek başlıkları yapılmış ve bu başlıklar ölenin sosyal durumu ile o dönemin kıyafetleri hakkında bilgi vermiştir.
Hat, yazıyı estetik ölçülere bağlı kalarak güzel bir şekilde yazma sanatıdır. İslamiyet'te dinî yapılarda resim bulunması uygun görülmediği için bunun yerini yazı sanatı olan hat almıştır. Hat sanatı, zamanla mimari dekorların başlıca zenginliği ve bütün dekoratif sanatların da önemli bir unsuru hâline gelmiştir. XV. yüzyılda Amasyalı Şeyh Hamdullah, “Hattatların Kıblesi” adını almış ve o zamanki İslam dünyasındaki bütün hattatların üstadı olmuştur. Sultan II. Bayezid, yazı yazarken onun hokkasını tutacak kadar Şeyh Hamdullah'a saygı göstermiştir. Şeyh Hamdullah'tan sonra Ali Bin Yahya Sofi, Karahisarlı Ahmet, Hafız Osman gibi hattatlar yetişmiştir.

Yorumlar - Yorum Yaz
Anket
"PAROLAMIZ YA İSTİKLAL YA ÖLÜM" KİTABIMIZI OKUDUNUZ MU?
TÜRK İSLAM DEVLETLERİ TARİHİ
OSMANLI DEVLETİ TARİHİ
abdullahhoca

SİTEMİZE GÖSTERMİŞ OLDUĞUNUZ İLGİYE TEŞEKKÜRLER...
TARİH BİZDEN ÖĞRENİLİR.
Site Haritası