Hz. Ali’nin şehit edilmesinden sonra oğlu Hz. Hasan halife olarak kısa bir süre İslam topraklarının bir kısmını yönetti. Ancak Muaviye’nin güçlü bir ordu kurup geniş topraklara hükmetmesi pek çok Müslüman’ın onun halifeliğini kabul etmesine neden oldu. Hz. Hasan gerek savaş yorgunu adamlarına güvenemediğinden gerekse Müslümanlar arasında daha fazla kargaşa olmasını istemediğinden 661 yılında Muaviye’nin halifeliğini kabul etti. Böylece halifelik, Emevi Hanedanlığı’na geçmiş oldu.
Muaviye, Kureyş kabilesinin Ümeyyeoğulları veya Emeviler |
Muaviye’nin halifelik makamına geçmesiyle İslam tarihinde yeni bir dönem başlamıştır. Akrabası Hz. Osman’ın katillerinin cezalandırılmadığını bahane eden Muaviye, ilk dört halifenin seçilme şekillerinden farklı olarak halifeliği kabilecilik anlayışı ve kılıç kuvvetiyle kazanmıştır. Dört Halife’nin seçiminde, danışma
yani istişare prensibi dikkate alınmışken Muaviye’nin siyasi mücadeleyle bu makama gelmesi, hilafet sisteminin özünde büyük değişikliklere neden olmuştur.
Bu değişiklikler Muaviye’nin, oğlu Yezid’i veliaht tayin etmesi ve halifeliğin el değiştirmesinde saltanat sisteminin ortaya çıkmasıyla yeni bir boyut kazanmıştır.
Muaviye, siyasi birliği sağladıktan sonra İslam fetihleri yeniden hız kazanmıştır. Bu dönemde yapılan fetihler üç ana başlık altında toplanabilir. Bunlardan birincisi Türkistan yönündeki fetihlerdir. Bu bölgeye yapılan seferler sonucunda Emevi orduları; Kâbil, Buhara, Sicistan, Nesef ve Baykent gibi yerleri ele geçirmiş ve büyük ganimetler elde etmiştir. Fetih hareketlerinin yoğunlaştığı ikinci bölge Anadolu’dur.
Muaviye; Bizans İmparatorluğu’na yapılan seferleri düzenli bir hâle getirmiş, İstanbul kuşatılmış ancak sonuç alınamamıştır. Meşhur sahabe Eyyup el Ensari bu kuşatmada hastalanarak vefat etmiştir. Muaviye zamanında deniz seferleri de yeniden başlamış, Rodos, Sakız gibi adalar alınmıştır. Kuzey Afrika yönündeki mücadeleler ise genelde Berberilerle bazen de Bizans’la yapılmıştır. Bu seferler sonucunda Berberilerin bir kısmı İslamiyet’i kabul etmiştir.
Emevilerde Muaviye zamanında, toplanan bir şûranın aldığı karar doğrultusunda oğlu Yezid, İslam tarihinde ilk defa veliaht tayin edilmiş babasının ölümünden sonra da halife olmuştur. Yezid’in halife olmasıyla gerek halifeliğin Hz. Ali’nin soyundan devam etmesi gerektiğini düşünenler gerekse Emevilerin
yönetiminden memnun olmayan diğer gruplar muhalif bir tutum sergilemiştir. Hz. Ali’nin oğlu Hz. Hüseyin de Yezid’e bağlılığını bildirmemiş ve Kerbela denilen yerde ailesi ve akrabalarıyla birlikte şehit edilmiştir. Bu acı olay Müslümanları
çok üzmüş ve Yezid ile Emevi hanedanlığına karşı toplumda bir tepki oluşmuştur. Bu olay, iki taraf arasındaki (Şia-Sünni) tarihî sınırın kesin çizgisi olmuştur.
Kerbela Olayı |
Emeviler Dönemi’nde siyasi çekişmeler neredeyse hiç bitmemiştir. Ancak sekizinci Emevi halifesi olan Ömer bin Abdülaziz Dönemi farklıdır. Bu dönemde mevalilerden alınan cizye vergisi kaldırılarak ayrımcılığa son verilmiş ve toplumun her kesimini kucaklayan bir yönetim sergilenmiştir. Bu yüzden Ömer bin Abdülaziz’e ilk dört halifenin yönetim anlayışına benzer bir yönetim sergilediği için beşinci halife denmiştir. I. Velid’in halifeliği döneminde Horasan Valisi Kuteybe bin Müslim, Maveraünnehir Bölgesi’nde pek çok şehri fethetmiştir.
Buhara, Semerkand ve Harezm gibi önemli Türk şehirleri onun zamanında Emevi hâkimiyetine girmiştir.
Fakat Emevilerin uyguladığı politikalar nedeniyle bu dönemde İslamiyet Türkler arasında yayılmamıştır. Kuzey Afrika genel valiliğine getirilen Musa bin Nusayr, Berberileri egemenlik altına aldıktan sonra yönünü İspanya’ya dönmüştür. İspanya’ya gönderilen Tarık bin Ziyad, Gotları mağlup etmiş ve belirli aralıklarla yapılan seferlerle bütün İspanya fethedilmiştir. Emevilerin, Avrupa kıtasındaki ilerlemeleri 732 yılında Franklarla yapılan Puvatya (Poitiers veya Puvatiye) Savaşı’nda İslam ordusunun yenilmesiyle Prene Dağları’nda son bulmuştur.
Zamanla hanedan üyeleri arasındaki iktidar mücadeleleri ve uygulanan politikalardan memnun olmayan halkın isyanlarıyla Emevi Devleti zayıflamış ve Abbasilerin isyanıyla da yıkılmıştır. Son dönemdeki halifelerin kötü yönetimi, hanedan üyeleri arasındaki mücadeleler, toplumdaki kabilecilik anlayışı, Kerbela
Olayı’ndan ötürü halkın bir kısmında Emevi ailesine karşı oluşan nefret ve Arap olmayan unsurların dışlandığı mevali politikası, Emevilerin yıkılma nedenleri olarak sıralanabilir. Azad edilmiş köle anlamına gelen mevali tabiri; ilk İslam
fetihlerinden sonra kendi arzularıyla Müslüman olan ve çoğunluğunu Türkler, İranlılar, Berberiler ve Kıptiler’in oluşturduğu Arap olmayan Müslümanlar için de kullanılır. Emeviler Dönemi’nde mevalilerden fazla vergi alınmıştır. Bu yüzden
Emeviler Dönemi’nde topraklar çok genişlese de İslam’ın diğer milletlerce kabulü aynı oranda olmamıştır.
YORUMLAYALIM Mevali Siyaseti Emeviler Dönemi’nde İslamiyet’in ilkelerini yeterince algılayamamış ve Arap ırkçılığının tesirinde kalmış bazı çevrelerde mevaliyi hakir gören bir anlayış ortaya çıkmıştır. Nitekim bazı kaynaklarda bu anlayışa sahip olan Arapların yolda mevali ile aynı hizada yürümedikleri, onlarla aynı sofraya oturmadıkları, camilerini ayırdıkları, onların mesleklerine aşağılayıcı bir gözle baktıkları, kızlarını mevalinin erkeklerine vermekten kaçındıkları ve arkalarında namaza durmaktan çekindiklerine dair rivayetler nakledilmiştir. Bunun yanında Emevi Hanedanı’nın son yıllarına kadar annesi Arap olmayan aile fertlerinin halifeliğine olumlu bakılmamıştır. İktidarda bulunan Emevi yöneticilerinin çoğu, Müslümanların eşitliği ilkesini bir yana bırakarak mevali ile Araplar arasında ayırım yaptığı, mevaliye Kur’an ve Sünnet’te yeri olmayan bazı vergiler yüklediği ve fetihlere katıldıkları hâlde bazı bölgelerde onları askerî maaş divanına kaydetmediği bilinmektedir. Hatta Abdülmelik b. Mervan Devri’nden itibaren ihtida hareketleri hızlanınca cizye ve haraç gelirinin azaldığını gören Haccac, İslam’a girenlerden kaldırılması gereken cizye vergisini mevaliden almaya devam etmiş, bu uygulama Ömer b. Abdülaziz Dönemi’ne kadar sürdürülmüştür (Yiğit, 2004a, s.424-426’dan düzenlenmiştir). |
Avrupa’da İslamiyet’in Yayılması
Emevilerden sonra Abbasi Devleti, Endülüs topraklarını merkezden gönderdiği valilerince yönetmeye başlamıştır. Ancak 756 yılında Emevi ailesine mensup Abdurrahman bin Muaviye Kurtuba’ya gelmiş ve yönetimi devralmıştır. Böylece 1031 yılına kadar varlığını sürdürecek olan Endülüs Emevi Devleti kurulmuştur. Endülüs Emevileri günümüzdeki bütün İspanya ve Portekiz topraklarına hâkim olmuştur. Bu dönemde gerek İspanya’ya göç eden Müslüman Berberiler ve Araplarla gerekse sonradan Müslüman olan bölge halkıyla Avrupa kıtasında Müslüman nüfus hızla artmıştır. Endülüs Emevi Devleti’nin iç sıkıntılar yaşadığı dönemlerde Hristiyan İspanyol krallıklarının saldırılarıyla devlet topraklarının bir
kısmını kaybetmiş ve daha sonra yıkılmıştır.
Endülüs Emevi Devleti’nin yıkılmasından sonra
İspanya’da; Bağımsız Emirlikler Dönemi (1031-1091), Murâbıtlar Dönemi (1091-1147), Muvahhidler Dönemi (1147-1229) ve en sonunda Beni Ahmer Devleti Dönemi (1238-1492) yaşanmıştır.
1469’da Kastilya Kraliçesi Isabella (İsabela) ile Aragon Kralı Ferdinand (Ferdinan) evlenmiş ve 10 yıl sonra bu iki krallık birleşmiştir. Güçlenen krallıklar, bölgedeki Müslüman varlığına son vermek için harekete geçmiş ve 1492 yılında Beni Ahmer
Devleti’ni yıkmıştır. Bu tarihten sonra bölgedeki Müslümanlar büyük sıkıntı yaşamaya başladı. İslam medeniyetinin yüzyıllar boyu ürettiği binlerce kitap bu dönemde yakılarak yok edilmiştir. Bölgedeki Müslümanlar zorla Hristiyanlaştırılmaya çalışılmıştır. Hristiyanlığı kabul etmeyen halk, 1492 yılından
itibaren başta Kuzey Afrika olmak üzere değişik coğrafyalara göç etmek zorunda kalmıştır. Bu göçler esnasında buradaki Müslüman ve Yahudilere, Osmanlı Devleti’nin büyük yardımları olmuştur.
Endülüs Emevileri ve İspanya’da kurulan diğer Müslüman devletler, Avrupa toplumlarını İslam’la tanıştırmış ve bölgede İslamiyet’i yaymıştır.
Endülüs, Müslümanlar idaresinde yüksek ve parlak bir medeniyetin
doğuşuna beşiklik etmiştir. Aynı dönemde Batı’da akli faaliyetlerin yasaklanması nedeniyle karanlık bir dönem yaşamış ve Batılılar, Müslümanların kültürel gelişmesini fark edememiştir. Hristiyanlar ancak Haçlı Seferleri’yle birlikte İslam
medeniyetini yakından tanıma fırsatı bulmuştur. Batılılar, Arapça eserleri kendi dillerine tercüme etmeye başlamıştır. Bunun sonucunda Sicilya ve İspanya; Arapça yazılmış ilmî ve felsefi eserlerin Latinceye tercüme edildiği merkezler
hâline gelmiştir. Endülüs topraklarını tekrar ele geçirmeye başlayan Hristiyanlar, Endülüs medeniyetine duydukları hayranlık sebebiyle Arapça eserlerin tercüme işini teşvik etmiştir. Bu sebeple İspanya, Avrupalı öğrenciler için bir cazibe merkezi olmaya devam etmiştir. İslam medeniyetinin birikimlerinin Batı'ya aktarılmasını sağlayan tercüme faaliyetlerinin sistemli bir hâle gelmesi; XII. yüzyılın başlarında Tuleytula başpiskoposunun Bağdat'taki Beytü’l-hikme’ye benzer bir müessese kurmasıyla olmuştur. Arap dili ve edebiyatının da öğretildiği bu müessesede çalışan Müslüman, Hristiyan ve Yahudi mütercimler felsefe, astronomi, matematik, tıp, kimya, tarih, coğrafya ve edebiyat gibi ilimlerle ilgili pek çok Arapça eseri Latinceye çevirmiştir. XIII. yüzyılda diğer şehirlerde de
tercüme okulları açılmaya devam etmiştir. Orta Çağ Avrupası bu sayede eski Yunan felsefesini ve özellikle Aristo’yu tanıma imkânını bulmuştur. Müslüman filozofların, din ile aklı uzlaştırma yönündeki fikirleri büyük bir yankı uyandırmış ve Avrupa’da bir zihin inkılabı meydana gelmiştir. İbn-i Rüşd, Aristo üzerine yazdığı şerhlerden başka “Tehafütü Tehafüti'l-felâsife” adlı eseriyle Avrupa'da itibar edilen bir filozof hâline gelmiştir. Eserleri, Paris Üniversitesinde ve öteki akademik kurumlarda okutulan kitaplar arasına girmiştir.
Yahudi ve Hristiyan ilahiyat çevrelerine etki eden Musa b. Meymun ve İbn-i Bacce; Albert Magnus (Albırt Megnıs), Spinoza (Sipinoza) ve hatta lmmanual Kant (İmanuel Kant) gibi Avrupalı bilim insanlarını etkilemiştir. Tıp alanında yapılan tercümeler sayesinde, XII. yüzyıla kadar Avrupa’da hâkim olan batıl anlayış, yerini modern anlamda tedavi usullerine bırakmıştır. Matematik ve astronomi alanındaki Arapça kökenli terimler de İslam kültürünün Avrupa medeniyetine tesirini açıkça göstermiştir.
Endülüs’te Sanat |
Kültür hayatının dışında tarım ve mimari alanlarında da Endülüs, Avrupa'yı önemli ölçüde etkilemiştir. Pirinç, şeker kamışı ve pamuğu İspanya'ya ve dolayısıyla öteki Avrupa ülkelerine ilk tanıtanlar Endülüs Müslümanlarıdır. Suyun buharlaşarak azalmasını önlemek için yer altından kanallarla naklini İspanya'da ilk defa Müslümanlar uygulamıştır. Avrupa'ya kâğıt üretimi için palamut ve hurma
ağaçlarından katran elde edilmesini öğretenler de yine Endülüslü Müslümanlar
olmuştur. İslam fetihlerinin Arabistan dışına taşınmasıyla İslam mimarisi fethedilen yerleri etkilemiş ve buradaki mimariden de etkilenmiştir. Endülüs Emevi Devleti’yle birlikte İslam mimarisi yeni bir boyut kazanmıştır. Kurtuba Camisi, Endülüs Emevi Devleti’nden günümüze kalan önemli mimari eserlerdendir. XII. yüzyıldan itibaren bazı İspanyol ve Portekiz krallarının
yaptırdıkları saraylar, Kurtuba'daki sarayların adeta birer kopyasıdır. Kitabeleri
bile Arapça yazılmış olan bu saraylara, Sevilla Alkazar'ı en güzel örnektir. Endülüs mimarisinin tesirleri, İspanya ile sınırlı kalmayıp Kuzey Afrika'ya, Doğu'ya ve hatta Amerika kıtasına ulaşmıştır.