Oğuzlar kimdir? |
X. yüzyıl başlarında Oğuzların elinde Yeni-kent, Huvare ve Cend gibi şehirlerin yanı sıra Karlukların idaresindeki bazı yerlerde Müslüman gruplar yaşamıştır. Bu gruplar, bulundukları bölgelerdeki Türkler ile iyi münasebetler kurmuştur.
Oğuzlar, medeni seviyesi yüksek olan bu Müslümanlardan İslam dininin esaslarını öğrenmiştir. Dolayısıyla X. yüzyılın ikinci yarısında, Oğuzlar arasında İslamiyet’in yayılmaya başladığı söylenebilir. Samanoğulları şehzadesi Ebu İbrahim (Muntasır), Maveraünnehir’i Karahanlıların elinden almak için Oğuz yabgusu ile bir antlaşma yapmış ve bir süre sonra yabgu, Müslüman olmuştur.
Oğuzlar arasında İslamiyet ancak XI. yüzyılda hâkim bir din hâline gelebilmiştir. Oğuz boylarından Müslümanlığı kabul edenleri, etmeyenlerden ayırmak için onlara Türkmen adı verilmiştir. XIII. yüzyıl başlarından itibaren artık Türkmen
tabiri her yerde Oğuz’un yerini almıştır. Oğuzlar, Tuğrul Bey önderliğinde yeni bir Müslüman Türk devleti olan Selçuklu Devleti’ni kurmuştur. Selçuklu Devleti’nin kurulmasından birkaç yıl sonra on bin çadırlık bir Türk topluluğu Müslüman olmuştur. 1040 Dandanakan Savaşı’nı kazanarak İran’da tek siyasi güç hâline gelen Tuğrul Bey, Şii Büveyhilerin baskı altında tuttukları Abbasi halifesini bu baskıdan kurtararak bozulan İslam birliğini yeniden sağlamıştır. Selçukluların Anadolu’ya hâkim olmaya başlaması ve burayı İslamlaştırması üzerine papa önderliğindeki Batı dünyası, Türk İslam dünyası üzerine Haçlı Seferleri düzenlemiştir .
Bu dönemde Büyük Selçuklu Devleti’nin parçalanması üzerine Türkiye Selçuklu Devleti, Anadolu’da bağımsızlığını kazanmıştır. Türkiye Selçukluları, Suriye ve Filistin’deki diğer Türk emirlikleriyle birlikte Haçlı Seferleri’ne karşı İslam dünyasını başarılı bir şekilde korumuştur. Ayrıca Türkiye Selçukluları, yaptıkları imar faaliyetleri ile Anadolu’yu bayındır hâle getirdi.
Selçuklularla kısmen sağlanan İslam birliği XIII ve XIV. yüzyıllarda tekrar bozulmaya başlamıştır. Doğudan gelen Moğol İstilası, Türkiye Selçuklu Devleti’nin parçalanmasına neden olmuş ve Anadolu’da birçok beylik ortaya çıkmıştır. Bu beyliklerden birisi olan Osmanlı Beyliği süratle gelişerek bir cihan devleti hâline gelmiştir. Osmanlı Devleti, İslam dünyasının lideri olarak Avrupa’da İslam kültürünün yayılmasını sağlamıştır. Türklerin İslam’a hizmetleri yalnız siyasi, askerî ve idari sahalarda olmamıştır. Türklerin, İslam medeniyetinin gelişmesine önemli katkıları olmuştur. Örneğin eski Yunan felsefesinin İslam fikir hayatında
ilk gerçek temsilcisi sayılan Farabi, Oğuzların yaşadığı Farab şehrinde doğmuştur.
Ayrıca Selçuklular Dönemi, eğitim ve öğretim kurumları açısından çağının bir dönüm noktası olmuştur. Daha önce dağınık ve özel olarak yapılan öğretim, ilk defa Alp Arslan zamanında bir programa bağlanarak devlet himayesine alınmıştır. Devrin ilim ve fikir adamları ülkedeki eğitim kurumlarına davet edilmişler ve orada maaşlı müderrisler olarak hizmet vermişlerdir. Öğrencilere de maaş bağlanmış, onların istifade etmeleri için zengin kütüphaneler kurulmuştur. Bu dönemde, siyasete, coğrafyaya ve İslam hukukuna ait bir çok eser yazılmıştır.
Büyük Selçuklu Devleti (1040-1157)
Oğuz Yabgu Devleti’nde subaşı olan Selçuk Bey, yabgu ile anlaşmazlığa düşünce kendine bağlı kişilerle birlikte Cend şehrine gelmiştir. Burada Selçuk Bey, boyu ile birlikte İslamiyet’i kabul etmiş ve Samanoğulları, Karahanlılar, Gazneliler gibi üç güçlü Müslüman devlet arasında kalmıştır. Selçuk Bey, Horasan bölgesinde sayıları günden güne artan Türkmenlere yurt bulamaması ve mevcut devletlerin onun güçlenmesinden endişe duyması nedeniyle bölgede oldukça zorlanmıştır.
1015-1021 yılları arasında Çağrı Bey’in yaptığı keşif seferleri ile Anadolu hakkında yeterince bilgi sahibi olan Tuğrul Bey, çareyi Türkmen boylarına Anadolu’yu hedef göstermekte bulmuştur. Kuruluşa giden süreçte Selçuklular, Gaznelileri 1035’te Nesâ’da, 1038’de Serahs’ta mağlup etmiştir. Bu iki zaferden sonra Gazneliler’in bölgedeki siyasi ve askerî durumu ciddi şekilde sarsılmıştır. Bu nedenle Gazneli Mesud, sarsılan durumunu kuvvetlendirmek için ordusuyla Serahs’a yürümüştür. Tuğrul ve Çağrı beyler de Sultan Mesud’un bu hareketi üzerine savaş hazırlıklarına başlamıştır. Sonuçta iki ordu arasında 1040 Dandanakan Savaşı meydana gelmiştir.
Dandanakan Zaferi Selçuklular, 23 Mayıs 1040 Cuma günü Dandanakan Zaferi’ni kazanmakla yeni bir devlet kurduklarından emindiler. Bu sebeple Tuğrul Bey, Çağrı Bey ve İnanç Yabgu öğle üzeri, atlarından inerek secdeye vardılar ve bu büyük lütfundan dolayı Allah’a şükrettiler. Bütün Selçuk beyleri, kurultay kararı ile Tuğrul Bey’in sultanlığını ilan merasimi yapmıştır. Bu merasimle “Savaş sahasında derhal çadır ve taht kurup Tuğrul Bey’i üzerinde oturttular ve bütün beyler onu Horasan hükümdarı olarak selamladılar”. Ganimetlerin çoğunu askerlere dağıttılar. Bu büyük zaferi ilan etmek amacıyla Karahanlı hükümdarlarına, Buhara’da Alitekinoğullarına, Böri-Tegin’e ve bütün Türkistan büyüklerine fetihnameler gönderdiler (Turan, 2009, s.106’dan düzenlenmiştir). |
Dandanakan Savaşı sonucunda Tuğrul Bey, Sultan Mesud’un sarayında tahta oturarak “sultan” ilan edilmiştir. Bu amaçla 1043 yılında başkenti, Rey şehrine taşıyarak fetihlerin batı yönünde olacağını göstermiştir. Tuğrul Bey gerek hanedana mensup şehzadeleri gerekse komutanları Anadolu’nun fethi için görevlendirmiştir. Görevlendirilen şehzadeler arasında, Musa Yabgu’nun oğlu Şehzade Hasan, Çağrı Bey’in oğlu Yakuti de bulunmaktadır. Bu seferler sırasında Bizans ile ilk karşılaşma Büyük Zap Suyu civarında olmuştur. Bu savaşta pusuya düşürülen Selçuklu kuvvetleri büyük bir yenilgiye uğramıştır. Başta Şehzade Hasan olmak
üzere birçok asker şehit olmuştur. Mağlubiyetin ve Şehzade Hasan’ın şehadet haberini alan Tuğrul Bey çok üzülmüş, İbrahim Yinal ile Arslan Bey’in oğlu Kutalmış’ı Anadolu’nun fethi için görevlendirmiştir. İbrahim Yınal ve Kutalmış’ın komuta ettiği Büyük Selçuklu ordusu karşısına çıkamayan Bizans’ın Gürcistan ve Van valileri, imparatordan yardım istemiştir. Selçuklular, Liparitis komutasında birleşen Gürcü-Bizans kuvvetlerini 18 Eylül 1048'de Pasinler Ovası’nda kesin bir bozguna uğratmıştır. Bu mağlubiyet üzerine Bizans barış istemiştir.
İmparator, bu antlaşmayla Emeviler zamanında İstanbul’da inşa edilen cami ve medresenin tamir edilmesi, hutbenin Abbasi halifesi ve Büyük Selçuklu Sultanı adına okutulması, caminin mihrabına Sultan Tuğrul’a ait ok ve yay işaretlerinin
işlenmesi gibi şartları kabul etmiştir. Ancak Bizans, Abbasi halifesine ödenen verginin Selçuklulara ödenmesini kabul etmeyince iki devlet arasında antlaşma
yapılamamıştır.
Pasinler Savaşı’nın Bizans ve Büyük Selçuklu orduları arasında yapılan ilk önemli mücadele olduğu kabul edilir. Bu mağlubiyetle gücü kırılan Bizans, Malazgirt Savaşı’na kadar Büyük Selçukluların karşısına çıkamamıştır. Tuğrul Bey Dönemi’nde Mısır’da egemenliğini sürdüren Fâtımiler ve Bağdat’ta bulunan Şii Büveyhoğulları, Abbasilere yönelik yıkıcı faaliyetlerde bulunmuştur. Abbasi halifesi, Tuğrul Bey’e bir mektup yazarak halifeliğin Fâtımi ve Büveyhoğullarının
baskısından kurtarmasını istemiştir. Bunun üzerine harekete geçen Tuğrul Bey 1055 yılında Bağdat’a girerek Büveyhoğullarının varlığına son vermiştir. Bağdat camilerinde artık hutbeler Tuğrul Bey adına okunmaya başlanmıştır.
Tuğrul Bey’in bu başarısı üzerine, Abbasi halifesi sarayında Abbasi ve Büyük Selçuklu devleti yöneticilerinin de bulunduğu büyük bir tören gerçekleştirmiştir. Halife Kaimbiemrillah bu özel törende zulmü yıktığı, adaleti kurduğu ve İslamiyet’e yaptığı hizmetler için Tuğrul Bey’e memnuniyetini dile getirmiştir.
Halife Tuğrul Bey’e altın kılıç, sancaklar, hilatlar vermiş ve başına iki taç giydirmiştir. Tuğrul Bey’in başına giydirilen iki taç, onun “Şark ve Garpın Sultanı” olduğu anlamına gelmektedir. Halife tarafından ilan edilen fermanda Tuğrul Bey,
bütün Müslümanların yüksek hükümdarı unvanı ile anılmıştır. Böylece halifenin resmî onayı ile İslam âleminin lideri olan Tuğrul Bey, aynı zamanda bütün yeryüzünün dünyevi hükümdarı konumuna gelmiştir. Selçuklu hükümdarları bu olaydan sonra “Sultan-ı İslam” unvanını kullanmaya başlamıştır.
Tuğrul Bey’den sonra kardeşi Çağrı Bey’in oğlu Alp Arslan 1063’te Selçuklu tahtına geçmiştir. Amcası Tuğrul Bey’in batı siyasetini devam ettiren Alp Arslan, Gürcistan üzerine sefere çıkmış ve Anadolu’yu hedef almıştır. Bizans’ın doğudaki
en önemli merkezlerinden olan Ani Kalesi, uzun bir kuşatmanın ardından 1064’te fethedilmiştir. 1071 yılı, Anadolu’daki Türk varlığı için bir dönüm noktası olmuştur. Doğudaki Selçuklu sorununu tamamen ortadan kaldırmak isteyen Bizans İmparatoru Romanos Diogenes (Romen Diyojen), büyük bir ordu ile harekete geçmiştir. Halep önlerinde haberi alan Sultan Alp Arslan, Mısır Seferi’nden vazgeçerek hızla Ahlat’a ulaşmıştır.
Bizans ordusunda dinî ve etnik birliktelik olmadığı gibi ağır zırhlı ve hantal bir yapıda olması, Romanos Diogenes’in işini zorlaştırmıştır. Buna karşın Selçuklu ordusunun tamamı Müslüman Türklerden ve hareketli süvari birliklerden oluşmuştur. 26 Ağustos 1071 tarihinde Malazgirt-Ahlat arasında Rahve Ovası’nda meydana gelen savaşta Turan taktiğini başarıyla uygulayan Selçuklular, Bizans ordusundaki Türk asıllı askerlerin de Selçuklu saflarına geçmesiyle büyük bir zafer kazanmıştır. Bizans ordusunun büyük kısmı ortadan kaldırılmış hatta tarihte ilk defa bir Bizans imparatoru, bir Türk hükümdarına esir düşmüştür. Sultan, esir imparatora misafir gibi muamele ederek onu bir muhafız alayıyla İstanbul’a
göndermiştir.
Malazgirt sonrası imparator serbest kalmak için Sultan Alp Arslan’ın şartlarını kabul etmiş ve bir barış antlaşması imzalanmıştır. Fakat savaşın kaybedildiği haberi imparatordan önce İstanbul’a ulaşınca Bizans tahtında değişiklik yaşanmış ve Romanos Diogenes, yolda yakalanarak gözlerine mil çekilmiş ardından da bir manastıra kapatılmıştır. Bu olay nedeniyle yapılan antlaşma yürürlüğe girmemiştir. Başta Abbasi halifesi olmak üzere diğer İslam ülkelerine fetihnamelerle kazanılan zafer duyurulmuştur. Abbasi halifesi, Sultan Alp Arslan’a hediyeler göndermiş ve ona “İslam Ülkelerinin Sultanı” unvanını vermiştir. Bu zafer Avrupa’nın Bizans’a yardım etmek amacıyla harekete geçmesine ve
Haçlı Seferleri için hazırlık yapmasına neden olmuştur. Ayrıca Anadolu’nun kapıları Türklere açılmış ve böylece Anadolu’nun fetih süreci hızlanmıştır.
Sultan Alp Arslan, Malazgirt Zaferi’nden sonra İsfahan’a dönerek burada, kendisine bağlı emir ve hükümdarların tebriklerini kabul etmiştir. Daha sonra Karahanlılar üzerine sefere çıkan Sultan, Maveraünnehir sınırındaki Barzam Kalesi’nde direnişle karşılaşmıştır. Kale Komutanı Yusuf el-Harezmî teslim
olduktan sonra sultanın huzuruna çıkarıldığı sırada üzerinde sakladığı hançerle Alp Arslan’ı yaralamıştır. Dört gün sonra şehit olan Sultan Alp Arslan’ın cenazesi Merv’e getirilerek babası Çağrı Bey’in yanına defnedilmiştir.
Sultan Alp Arslan öldükten sonra daha önce veliaht tayin ettiği oğlu Melikşah, Büyük Selçuklu hükümdarı olmuştur. Alp Arslan’ın kardeşi Kavurd, Melikşah’ın sultanlığını tanımamıştır. İki taraf arasında meydana gelen mücadeleyi Melikşah kazanmıştır. Sultan Alp Arslan’ın ölümünü fırsat bilerek Selçuklu sınırlarına saldıran Gazneliler ve Karahanlılar üzerine yürüyen Melikşah, her iki devleti de anlaşmaya zorlamıştır. Ardından devlet merkezini İsfahan’a taşımıştır.
Sultan Melikşah Dönemi’nde Selçuklu ülkesinin sınırları batıda ve doğuda genişledi. Batı ve Doğu Karahanlı Devletleri hâkimiyet altına alındı. Gürcistan, Kudüs, Suriye, Yemen ve Aden fethedildi. Ayrıca Malazgirt Savaşı’ndan sonra Alp
Arslan’ın emri ile Anadolu’ya yapılan akınlar bu dönemde de devam etti ve Türk komutanları İzmit’e kadar Anadolu’nun büyük bölümünü fethettiler.
Sultan Melikşah Dönemi’nin önemli sorunlarından birisi de Selçuklu Devleti içinde Bâtıni faaliyet merkezlerinin ortaya çıkmasıydı. Hasan Sabbah’ın gizli olarak yürüttüğü faaliyetler neticesinde Bâtıniler, 1090’da Kazvin yakınındaki Elburz
Dağlarında Alamut Kalesi’ni ele geçirdi. Sultan Melikşah, Bâtınilere karşı mücadele etmesi için komutanlarını gönderse de 1092’de ölümüyle harekât durmuştur.
Büyük Selçuklu Devleti’nin Yıkılışı
Sultan Melikşah 38 yaşında öldüğünde geride Kaşgar’dan Marmara Denizi’ne, Kafkaslardan Yemen ve Aden’e kadar uzanan büyük bir imparatorluk bırakmıştı. Melikşah’ın ölümünden hemen sonra taht kavgaları başladı. Eşi Terken Hatun, halifenin onayını alarak 1092’de 4 yaşındaki oğlu adına Bağdat’ta hutbe okuttu. Nizâmülmülk taraftarlarının desteklediği Melikşah’ın diğer oğlu Berkyaruk, kardeşiyle girdiği taht mücadelesini kazanarak tahta çıktı. Ancak Terken Hatun, saltanatı ele geçirmek için önce Berkyaruk’un dayısı İsmail Yakuti’yi daha sonra da amcası Tutuş’u yönetime karşı isyan ettirdi. Ülkenin batısındaki bu taht mücadelelerini kazanan Berkyaruk, bu kez de devletin doğusunda isyan eden diğer amcası Arslan Argun’u bertaraf etti ve böylece hâkimiyetini pekiştirdi.
Sultan Berkyaruk Dönemi’nin önemli olaylarından birisi de Haçlı Seferleri’nin
başlamasıdır. Türkleri Anadolu’dan atmak ve Kudüs’ü ele geçirmek amacıyla Avrupa’dan harekete geçen Haçlı ordusu Antakya’ya kadar ilerleyerek burayı kuşattı. Şehrin Valisi, Berkyaruk’tan yardım istedi. Berkyaruk, Musul emirini bu işle görevlendirdi. Ancak Musul emiri, Haçlılarla yapılan savaşı kaybetti. Böylece
Antakya’yı ele geçiren Haçlılar, Kudüs’e kadar ilerledi.
Sultan Berkyaruk’un ülkede iç düzeni sağlamasından sonra bu kez de kardeşi Mehmet Tapar 1099’da isyan etti. Kardeşler arasında meydana gelen savaşlar
sonucunda Azerbaycan sınır olmak üzere Büyük Selçuklu Devleti ikiye bölündü. Batı kısmına Mehmet Tapar, doğu kısmında ise Berkyaruk sultan oldu. Sultan Berkyaruk, on iki yıl süren saltanatı boyunca sürekli taht kavgaları ile uğraştı.
Sultan Berkyaruk 1104 yılında daha 25 yaşındayken ölmüştür. Sultan Berkyaruk’un ölümünden sonra Mehmet Tapar, Selçuklu tahtını 1105’te ele geçirdi. Ardından hanedan üyelerinin isyanlarını bastırdı. Bu dönemde Suriye ve civarındaki Haçlı devletleri ile mücadele edildi. Ayrıca Sultan Mehmet Tapar, gittikçe gelişen ve devlet için tehdit hâline gelen Bâtınî faaliyetlerine karşı ciddi tedbirler aldı ve Bâtınileri rahatsız edici seferler düzenlendi. Ancak Mehmet Tapar’ın 1118 yılında ölümü üzerine bu seferler sonuçsuz kaldı.
Mehmet Tapar öldükten sonra kardeşi Sencer tahtı ele geçirdi. Sultan Sencer, Selçuklu Devleti’ni yeniden düzenleyerek “Sultan-ı Azam” unvanını aldı. Bu dönemde Selçuklular, Gaznelilere ve Karahanlılara karşı yeniden hâkimiyet sağladı. Karahanlı Hükümdarı Mahmut ile idaresi altındaki Türk boylarından
olan Karluklar arasında anlaşmazlık çıktı. Hükümdar Mahmud, Sultan Sencer’den yardım isterken Karluklar da Karahitaylardan yardım istedi. Sonuçta Selçuklu ve Karahitay kuvvetleri arasında 9 Eylül 1141’de Katvan Savaşı meydana geldi.
Hayatındaki ilk yenilgisini burada alan Sultan Sencer’in ordusu, bu savaşta tamamıyla dağıldı ve Karahitaylar bütün Maveraünnehir’i istila etti. Bu mağlubiyet Selçuklu Devleti ve İslam dünyası için ağır bir yenilgi oldu ve Selçuklular yıkılma sürecine girdi.
Sultan Sencer, bu süreçte ülkesinde yaşayan Oğuzlar ile vergi ödeme konusunda bir anlaşmazlık yaşadı. Bu anlaşmazlık sonucunda iki taraf arasında Belh’te (1153) meydana gelen savaşı Sencer kaybetti ve Oğuzlara esir düştü. 1156’da
esaretten kurtulan Sencer’in 1157 yılında ölmesiyle Büyük Selçuklu İmparatorluğu tarih sahnesinden çekildi. Büyük Selçuklu Devleti’nin yıkılmasıyla ortaya çıkan devletler ve atabeylikler şöyledir: