2. 5. MİLLÎ MÜCADELE’DE BATI CEPHESİ
2. 5. MİLLÎ MÜCADELE’DE BATI CEPHESİ
2. 5. 1. Düzenli Ordunun Kurulması
Mondros Ateşkes Anlaşması sonrası yurdun çeşitli bölgeleri İtilaf Devletleri tarafından işgal edildi. Devletin bu işgallere sessiz kalması karşısında halk kendiliğinden harekete geçerek direniş mücadeleleri başlattı. Kuvay-ı Millîye (Millî Güçler) adı verilen silahlı direniş birlikleri kuruldu. Bu güçler, isyanların bastırılmasında ve özellikle Ege Bölgesi’nde Yunan ilerleyişinin yavaşlatılmasında büyük yararlılıklar gösterdi. Fakat bu güçlerin, subayların emir ve komutasında hareket eden düzenli ordular karşısında kesin sonuç elde etmesi mümkün değildi. Bundan başka, Kuvay-ı Millîye birlikleri ihtiyaçlarını karşılamak için bölge halkından zorla silah, yiyecek ve para topluyorlar, keyfi biçimde halka cezalar vererek yargı gücünü dahi kullanıyorlardı. Bu davranışlar halkın bir kısmının Kuvay-ı Millîye’ye bakışında olumsuzluklar yaratıyor ve İstanbul Hükûmeti’nin kötüleme propagandalarına da araç oluyordu.
Mustafa Kemal düzensiz halk güçlerinden oluşan bu birliklerin organize edilerek, birlikte hareket etmelerini sağlamak istiyordu. Bu amaçla Sivas Kongresi’nde, Batı Anadolu Kuvay-ı Millîye Komutanlığı kurularak başına Ali Fuat Paşa atandı. Alınan bu önlemlerden de istenilen sonuç elde edilemedi. 14 Ekim 1920’de Yunan kuvvetlerine karşı yapılan Gediz saldırısı başarısızlıkla sonuçlandı. Kuvay-ı Seyyare Komutanı Ethem, bu başarısızlığın sorumluluğunu birlikte savaştığı Ali Fuat Paşa’nın komutasında oluşturulan birliklere yıkmaya çalıştı. Yaşanan bu gelişmeler üzerine BMM’de yapılan müzakereler sonucunda Kuvay-ı Millîye birliklerinin yerine düzenli ordu kurulması kararı alındı. 9 Kasım 1920’de Batı Cephesi ikiye bölündü. Güney bölümü Refet Bey’in, Batı bölümü ise İsmet Bey’in komutasına verildi.
Bilgi Notu Yeşil Ordu ve Yeni Dünya Gazetesi: Sovyet Rusya’da kurulan rejimden etkilenenlerin Anadolu’da da halk güçleriyle benzer bir düzen kurmak amacıyla oluşturdukları cemiyettir. Fikirlerini yaymak için Yeni Dünya gazetesini çıkardılar. Ethem’i de bu hareketin başına getirmek istediler.
|
Mustafa Kemal, “En kısa zamanda düzenli ordu ve büyük süvari gücü oluşturmak gerektiğini” belirtti. Düzenli ordu birliklerine katılmak istemeyen Ethem ve kardeşleri ile Demirci Mehmet Efe isyan etti. Üzerlerine gönderilen düzenli ordu birlikleri tarafından isyan bastırıldı. Demirci Mehmet Efe teslim oldu. Ethem ve kardeşleri ise o zamana kadar savaştıkları Yunan ordusuna sığındılar. Böylece düzenli ordu kurulmasının önündeki en büyük engel ortadan kaldırılmış oldu.
2. 5. 2. I. İnönü Muharebesi (6-10 Ocak 1921)
Kasım 1920’de BMM, düzenli ordu kurulmasına karar verdi. Fakat elde ettiği serbestliği, askerî ve siyasi gücünü kaybedeceği için düzenli orduya katılmak istemeyen Ethem, isyan etti. Bu durumdan yararlanmak isteyen Yunan ordusu, harekete geçerek Eskişehir üzerine yürüdü. Amaçları Eskişehir’e giden demiryolunu ele geçirmek ve Ankara’ya doğru ilerleyerek millî hareketi ortadan kaldırmaktı. 6 Ocak 1921’de Yunan kuvvetleri Bozöyük üzerinden saldırıya geçerek İnönü yakınlarına kadar geldi. Bu gelişme üzerine İsmet Bey, Ethem’in üzerine yolladığı kuvvetlerin büyük bölümünü geri çekti ve Yunanlıların üzerine gönderdi.
Bu muharebede karşılaşan Türk ve Yunan kuvvetlerinin sayısal durumu eşit değildi. Yunan kuvvetleri; 15.816 er, 12.500 tüfek, 120 makineli tüfek ve 72 topa sahipti. Buna karşılık Türk kuvvetleri ise 8.500 er, 5.500 tüfek, 47 makineli tüfek ve 28 topa sahipti.
Türk ordusu kendisinden sayıca üstün Yunan ordusunun ilerleyişini durdurmayı başararak onları geri çekilmek zorunda bıraktı. Böylece I. İnönü Muharebesi zaferle sonuçlandı. Bu başarının hemen ardından Ethem üzerine yürünerek isyancı kuvvetler dağıtıldı.
I. İnönü Muharebesi, BMM’nin kurduğu düzenli ordunun Batı Cephesi’nde kazandığı ilk askerî zaferdir. Bu zaferin ardından Büyük Millet Meclisi’ne ve Türk ordusuna halkın güveni arttı. İsmet Bey’in rütbesi generalliğe yükseltildi. Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nun (1921 Anayasası) ve İstiklal Marşı’nın kabulü I. İnönü Zaferi’nin iç politikadaki etkileridir. Londra Konferansı’nın toplanması, Türk-Afgan Dostluk Antlaşması ve Moskova Antlaşması’nın imzalanması I. İnönü Zaferi’nin dış politikadaki önemli sonuçlarıdır.
Teşkilat-ı Esasiye Kanunu [1921 Anayasası (20 Ocak 1921)] BMM açıldığı günden itibaren kendisine meşruiyet kazandırma çabası içerisindeydi.
I. İnönü Muarebesi’nin kazanılmasının getirdiği güvenle, Türkiye’nin ilk anayasası olan Teşkilat-ı Esasiye Kanunu kabul edildi. Anayasa 23 madde ve bir ek maddeden oluşuyordu. Ulusal egemenlik ve yönetim esaslarıyla ilgili maddeler içeren bu anayasada; kişi hak ve özgürlükleriyle ilgili maddelerde Osmanlı anayasasının (Kanun-i Esasi) hükümleri geçerli olacaktı.
Bu anayasanın önemli maddeleri şunlardır:
1. Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir.
2. Yürütme ve yasama yetkisi BMM’nindir.
3. Türkiye Devleti, Büyük Millet Meclisi tarafından yönetilir ve hükûmet BMM Hükûmeti adını alır.
4. Din buyruklarının yerine getirilmesi, kanun konması, barış yapılması, savaş kararı verilmesi gibi esas haklar BMM’ye aittir.
İstiklal Marşı’nın Kabulü (12 Mart 1921)
I. İnönü Muharebesi’nin kazanılması sonrasında Türk milletinin duygularını coşturacak, millî birliği pekiştirecek bir bağımsızlık marşı yazılmasına karar verildi. Açılan yarışmaya 724 şiir gönderildi. Bu şiirler, bir millî marş olarak istenilen duyguları yaratmadığı gerekçesiyle beğenilmedi. Yarışmanın 500 lira para ödülü olduğu için, Mehmet Akif Ersoy bu yarışmaya katılmamıştı.
Millî Eğitim Bakanı Hamdullah Suphi Bey’in ricası ve 500 liralık ödülün istediği yardım kuruluşlarına bağışlanacağını söylemesi üzerine ikna oldu. Mehmet Akif’in “Kahraman Ordumuza” ithafı ile yazdığı şiir, millî marşımız olarak Meclis’te kabul edildi (12 Mart 1921). İstiklal Marşı okunurken bütün milletvekilleri ayakta dinlediler. Böylece Türk milleti, bağımsız yaşama arzusunu dile getiren bir millî marşa kavuşmuş oldu. İstiklal Marşı’nın günümüzde kullanılan bestesi, 1930 yılında Osman Zeki Üngör tarafından yapıldı.
Londra Konferansı (21 Şubat-12 Mart 1921)
I. İnönü Muharebesi’nde Yunanlıların yenilmesi, BMM’nin dikkate alınması gerektiğini İtilaf Devletleri’ne gösterdi. BMM’yi yok sayarak Sevr Antlaşması’nı uygulamanın mümkün olmayacağı anlaşıldı. Sevr Antlaşması üzerinde küçük değişiklikler yaparak antlaşmayı Türklere kabul ettirmek amacıyla İtilaf Devletleri Yunanistan’ın da katılımıyla Londra’da bir konferans düzenleme kararı aldılar. Fakat konferansa Türkleri temsilen sadece İstanbul Hükûmeti çağrıldı. BMM bu duruma itiraz edince İtalya, BMM’nin de katılmasını istemiş ve böylece bir ulusu temsilen iki hükûmet konferansa davet edilmişti. Londra Konferansı’nda İstanbul Hükûmeti’ni Tevfik Paşa, BMM Hükûmeti’ni ise Bekir Sami (Kunduh) Bey temsil etti. İtilaf Devletleri, bu tutumlarıyla iki hükûmet arasındaki görüş ayrılıklarından yararlanmayı amaçlamışlardı. Konferansta, Türk tarafı adına Tevfik Paşa’ya söz verildiğinde o, “Milletin gerçek temsilcileri BMM Hükûmeti temsilcileridir.” diyerek sözü Bekir Sami Bey’e bıraktı. Bekir Sami Bey, Türk Devleti’nin amaçlarını ve barışın koşullarını açıklayarak Misak-ı Millî’yi tüm dünyaya duyurdu. Fakat İtilaf Devletleri’nin amacı Sevr Antlaşması’nın şartlarında küçük değişikler yaparak bunları Türk tarafına kabul ettirmekti. Bu nedenle Misak-ı Millî’yi dikkate almadılar ve bir sonuç alınamadan konferans dağıldı. Bekir Sami Bey; İngiliz, Fransız ve İtalyan temsilcilerle ayrı ayrı görüştü. Askerî, iktisadî ve idarî hükümler içeren ikili antlaşmalar imzalanmış ise de bunlar devletlerin eşitliği ilkesine ve bağımsızlığa aykırı görülerek, BMM tarafından onaylanmamıştır. Londra Konferansı’nın her şeye rağmen çok önemli siyasal sonuçları oldu. BMM, İtilaf Devletleri’ne varlığını hukuken ve resmen tanıtmış oldu. Misak-ı Millî’yi ve Türk milletinin haklı davasını dünya kamuoyuna duyurdu. Türklerin barış yanlısı olmadığı propagandaları da çürütülmüş oldu. Türk tarafına Sevr’i kabul ettiremeyen İtilaf Devletleri, Yunanistan’ı yeniden harekete geçirdiler. Bu durum II. İnönü Muharebesi’ne yol açmıştır.
Türk-Afgan Dostluk Antlaşması (1 Mart 1921)
TBMM Hükûmeti, I. İnönü Muharebesi’nden sonra Sovyet Rusya ile ilişkileri geliştirmek amacıyla Moskova’ya bir heyet gönderdi. Bu sırada Moskova’da bulunan Afgan heyeti ile Türk heyeti arasında 1 Mart 1921’de bir dostluk antlaşması imzalandı. Buna göre:
1. Her iki devlet birbirinin bağımsızlığını tanıyacaktır.
2. Emperyalist devletlerin, her iki taraftan birine saldırması durumunda birlikte mücadele edilecektir.
3. Türkiye, Afganistan’a kültürel yönden yardımda bulunacak, öğretmen ve subay gönderecektir.
Bu antlaşmadan sonra Afganistan Hükûmeti, Ankara’ya elçi göndererek TBMM Hükûmeti’nin yanında olduğunu göstermiştir. Afganistan TBMM’yi tanıyan ilk Müslüman devlettir.
Moskova Antlaşması (16 Mart 1921)
1917’de Rusya’da, Çarlık rejimi yıkılmış, yerine Sovyet yönetimi kurulmuştu. Sosyalizmin yayılmasını istemeyen Batılı gelişmiş devletler; Sovyet Rusya sınırları içindeki Çarlık yanlılarını desteklemiş ve ayaklanmaları kışkırtmışlardı. İtilaf Devletleri’nin Sevr Antlaşması’na dayanarak İstanbul ve Çanakkale Boğazlarıyla birlikte Anadolu’nun çeşitli yerlerini işgal etmeleri, Sovyetler Birliği’nin geleceğini ve güney sınırlarının güvenliğini tehlikeye düşürmüştü. Bu nedenlerden dolayı Sovyetler Birliği, TBMM Hükûmeti ile iyi ilişkiler kurarak, İtilaf Devletleri’ne karşı mücadele eden TBMM Hükûmeti’ni siyasi ve ekonomik açıdan destekleme kararı aldı. TBMM adına; Ali Fuat Paşa, Yusuf Kemal ve Dr. Rıza Nur Beyler tarafından imzalanan antlaşmanın önemli maddeleri şunlardır:
1. Her iki taraftan birinin tanımadığı devletler arası bir antlaşmayı diğeri de tanımayacaktır.
2. Sovyet Rusya, Misak-ı Millî’yi tanıyacaktır.
3. Sovyet Rusya kapitülasyonlardan vazgeçmiştir.
4. Boğazların geleceğine Karadeniz’e kıyısı olan ülkelerin katılacağı konferansta karar verilecektir.
5. Batum, Gürcistan’a bırakılacaktır.
6. Osmanlı Devleti ile Çarlık Rusyası arasında yapılmış olan antlaşmalar geçersiz sayılacaktır.
Bu antlaşmayla Sovyet Rusya, Sevr Antlaşması’nı reddederek Misak-ı Millî’yi tanımış oldu. Batum’un Gürcistan’a bırakılmasıyla Misak-ı Millî’den ilk ödün verilmiş oldu.
Mecliste bir kahraman Diyap Ağa; Yaşamı boyunca, Meclis’teki ilk yemin töreninden başka, bir şey için kürsüye çıkmayan, özel toplantılarda bile kırk yılda bir ağzını açan Dersim Milletvekili Diyap Ağa söz istedi.
Diyap Ağa; 60 yaşlarında, uzun boylu, beyaz tenli, makas değmemiş gür bıyıklı, uzun sakallıydı. Başında el örmesi renkli bir külah, külahın üstünde kulaklarına dek uzanan kat kat sarılmış sarı işlemeli bezden bir sarık, çuhadan bir şalvar vardı. İri adımlarla kürsüye çıktı, salonu bir baştan bir başa süzdükten sonra:
-“Efendiler! Biz buraya kaçmaya mı geldik, yoksa dövüşerek ölmeye mi geldik?” dedi. Başkaca bir söz söylemeden kürsüden indi. Ağır adımlarla yerine gitti. Diyap Ağa’nın birkaç sözcüğe sığdırdığı konuşması, Meclis’teki coşkunluğu arttırdı. Alptekin Müderrisoğlu, s. 204.
|
2. 5. 3. II. İnönü Muharebesi (23 Mart-1 Nisan 1921)
Londra Konferansı’ndaki barış önerilerinin TBMM Hükûmeti tarafından kabul edilmemesi üzerine İngiltere, Yunan ordusundan yeni bir saldırı için hazırlık yapmasını istedi. Yunan ordusu hem I. İnönü yenilgisinin olumsuz etkilerini gidermek, hem de Eskişehir ve Kütahya’yı alarak demiryolu ulaşımını ele geçirmek, oradan da Ankara’ya ilerleyip TBMM’ye Sevr Antlaşması’nı kabul ettirmek amacındaydı. Bu sıralarda TBMM’nin Koçgiri Ayaklanması ve Pontus çeteleriyle uğraşmasını fırsat bilen Yunan kuvvetleri, kuzeyden Eskişehir, güneyden Afyon üzerinden ilerleyerek İnönü önlerine geldiler. II. İnönü Muharebesi’nde Türk ve Yunan kuvvetlerinin sayısal durumu ise şöyleydi: Yunan kuvvetleri; 41.550 er, 720 makineli tüfek ve 220 topa sahipti. Buna karşılık Türk kuvvetleri ise 34.175 er, 235 makineli tüfek ve 104 topa sahipti.
İsmet Paşa komutasındaki Türk ordusu, Yunanlıları ikinci kez İnönü mevkisinde
durdurmayı başardı. Yunan kuvvetleri 31 Mart’ı 1 Nisan’a bağlayan gece ve sabahında çekilmeye başladılar.
Bu zafer büyük bir sevinç yaratarak halkın TBMM’ye olan güvenini artırdı. İtilaf Devletleri arasında Yunanlılara duyulan güven azaldı ve İtilaf Devletleri arasındaki görüş ayrılıkları arttı. Fransa, TBMM ile anlaşma zemini aramaya başlarken İtalyanlar da Anadolu’da işgal ettikleri bazı yerleri boşaltmaya başladı.
İsmet Paşa’nın telgrafı: “Saat 18.30’da Metris Tepe’den gördüğüm durum: Gündüzbey kuzeyinde sabahtan beri dayanan ve artçı olması muhtemel olan bir düşman müfrezesi, düzensiz olarak çekiliyor. Yakından takip ediliyor. Hamidiye yönünde karşılaşma ve faaliyet yok. Bozöyük yanıyor. Düşman, binlerce ölüsüyle doldurduğu savaş meydanını silahlarımıza terk etmiştir. TBMM Başkanı Mustafa Kemal de İsmet Paşa’ya çektiği cevabî kutlama telgrafında: “…siz orada yalnız düşmanı değil milletin kötü giden talihini de yendiniz.” demiştir. Gençler İçin Fotoğraflara Nutuk, s. 394. (Kısaltılmıştır.)
|
2. 5. 4. Kütahya-Eskişehir Muharebeleri (10-24 Temmuz 1921)
İnönü Muharebeleri’nde yenilen Yunanlılar, Türk direnişini kırmak için daha büyük çaplı bir hazırlığa giriştiler. Yunanistan’dan yeni askerî birlikler getirdiler. Anadolu’nun yerli Rumlarından da asker topladılar. Yunan Kralı da 13 Haziran 1921’de İzmir’e geldi. Büyük Ankara Seferi adını verdikleri plana göre sadece İnönü mevzilerine saldırılmayacak ve geniş bir kuşatma hareketi yapılacaktı. Bu harekâtı yapacak Yunan kuvvetleri; 131.533 er, 1.285 makineli tüfek, 460 top ve 2 uçak taburuna sahipti. Buna karşılık Türk kuvvetleri ise 122.186 er, 645 makineli tüfek, 159 top ve sadece 4 uçağa sahipti. Bu muharebede bir Yunan kolu, İnönü yönünden saldırırken, daha güçlü bir Yunan kolu Afyon üzerinden Eskişehir’in doğusuna varacak ve Ankara yolunu kesecekti. Bu geniş kuşatma hareketiyle Türk ordusu ya toptan yok edilecek, ya da tutsak alınacaktı. Yunan ordusu 10 Temmuz 1921’de saldırıya geçti. Sayıca ve sahip olduğu askerî donanımlarca çok üstün durumda olan Yunanlılar, Eskişehir’i, Afyon’u ve Kütahya’yı işgal ettiler. Cepheden gelen endişe verici haberler üzerine Mustafa Kemal, Karacahisar’da bulunan Batı Cephesi Karargâhı’na giderek durum değerlendirmesi yaptı. Ordunun Sakarya Irmağı’nın doğusuna çekilmesi kararı alındı.
25 Ağustos 1921’de Türk ordusu Sakarya’nın doğusuna çekilmiş bulunuyordu. Böylece yeni oluşturulan ordu büsbütün yıpratılmamış oldu. Yunan birlikleri Anadolu’nun 100 kilometre daha içlerine çekilmiş ve hareket üslerinden uzaklaşmış oldu. Bu durum Türk ordusuna yeni bir savaşa hazırlanmak için az da olsa zaman kazandırdı.Bu yenilgi sonrası geri çekiliş askerliğin gerektirdiği şartlarla yapılmış olsa da, iç ve dış politikada önemli gelişmelere yol açtı. İtalya, Anadolu’dan askerlerini çekmeyi durdurdu. Fransa da TBMM ile yaptığı ikili barış arayışı görüşmelerine ara verdi.
Bekir Sami KUNDUH Dağıstan beylerinden Faik Musa Paşa’nın oğludur. Musa Paşa 1866’da Türkiye’ye gelerek korgeneral rütbesine yükselmiştir. Bekir Sami Bey, Galatasaray Lisesi ve Paris Siyasal Bilimler Fakültesinden diploma almıştır. Dış görevlerde, Meşrutiyetten sonra valiliklerde bulunmuştur. Fahri Belen, Türk Kurtuluş Savaşı, s. 303-337.
|
Geri çekilişin iç politikada ise yankıları daha büyük oldu. Büyük bir toprak parçasının düşmanın eline geçmesi, halkta büyük bir üzüntüye yol açtı. TBMM’de: “Ordu nereye gidiyor; Millet nereye götürülüyor? Bu gidişin sorumluları nerededir? Onu göremiyoruz. Bugünkü acıklı ve korkunç durumun asıl sorumlusunu ordunun başında görmek isterdik.” gibi sözler edilerek Mustafa Kemal’e muhalefet şiddetlendi. Bu arada Kafkasya’da bulunan Enver Paşa ve yanlıları da Anadolu’ya girmek için fırsat bekliyorlardı. Fevzi Paşa’nın “İlerleyen Yunan ordusu mezarına yaklaşıyor.”, Mustafa Kemal’in “Düşman Anadolu’nun harim-i ismetinde boğulacaktır.” demesi de bu muhalefeti yatıştırmadı. Meclisin, Kayseri’ye taşınması tartışmaları başladı. Yapılan sert tartışmaların sonucunda verilen karar şuydu: Ankara savaşmadan Yunanlılara bırakılmayacaktı. Meclisin 4 Ağustos’taki gizli oturumunda, bir milletvekili kürsüden,“Mustafa Kemal Paşa ordunun başına geçsin.” dedi. Bunun üzerine farklı nedenlerle de olsa Mustafa Kemal Paşa’yı sevenler ve sevmeyenlerin bu noktada birleştikleri görüldü. Sonunda, 5 Ağustos 1921’de, TBMM’de bütün yetki ve sorumluluğu tek elde toplamak amacıyla “Başkomutanlık Yasası” oy birliği ile kabul edildi. Bu yasayla TBMM, üç ay müddetle, bütün yetkilerini Başkomutan olarak seçtiği Mustafa Kemal’e devretti. Üç ay süreyle Başkomutan olan ve Meclis’in askerî yetkilerini kendi üzerinde toplayan Mustafa Kemal Paşa, bu sayede çabuk karar verme ve uygulama imkânına kavuştu.
Franklin Bouillon: “Bu savaşı kazanacaksınız, çünkü…” Dışişleri Bakanı Yusuf Kemal Tengirşek, Fransız Parlamentosu Dışişleri Komitesi Başkanı Franklin Bouillon’la birlikte İnebolu’dan Ankara’ya gelmektedir. “Yollarda köylüler erkek, kadın hatta bazısı çocuklarıyla beraber kağnı arabalarıyla cephane taşıyorlardı. Fransız milletvekili ve subayı, arabalarından bunları seyrediyorlardı. Bir köylü oturmuş kaval çalıyor, birkaçı yaktıkları ateşin etrafına toplanmışlar bir şeyler pişiriyorlardı. Bir kadın bir kenara çekilmiş çocuğunu emziriyordu. Arabamızı durdurarak biraz bunları seyrettik… Mösyö Franklin: - Rica ederim, artık boş konuşmaları bırakalım, ciddi konuşmaya başlayalım. Evvela size şunu haber vereyim. Siz bu savaşta mutlaka başarılı olacaksınız, dedi. - Neden? dedim. - Her ne zaman bir millet böyle genci, ihtiyarı, çoluğu çocuğu ile bir işe sarılırsa onu mutlaka başarır. Geçtiğim yerlerde gördüklerim bunu anlatıyor, dedi. Zeki Sarıhan, s. 247. (Kısaltılmıştır.)
|
Maarif (Eğitim) Kongresi (16-21 Temmuz 1921)
TBMM kurulduktan kısa bir süre sonra Maarif Nezareti (Eğitim Bakanlığı)
öğretmenlere bir genelge gönderdi. Bu genelgede, dış düşmanların vatanı
içerden bölüp parçalamak için isyanlar çıkarttığı vurgulandı. Bu sebeple öğretmenlerin halkı uyarıp aydınlatmaları istendi.
Mustafa Kemal ve Kazım Karabekir başta olmak üzere Millî Mücadele önderleri,
millî kurtuluşun azim ve heyecanının öğrenciler tarafından da özümsenmesi
için sık sık okulları ziyaret ettiler. Bu amaçlar doğrultusunda Ankara’da
bir Maarif Kongresi düzenlenmesine karar verildi. Yurdun çeşitli yerlerinden
gelen 250 kadar öğretmenin bir araya geldiği Maarif Kongresi’ne Mustafa
Kemal cepheden gelerek katıldı ve kongrenin açılış konuşmasını yaptı. Mustafa
Kemal kongredeki konuşmasında Türkiye’de millî bir eğitimin kurulması
gerektiğini belirtti.
Savaş nedeniyle kongre çalışmalarında amaçlanan sonuçlara ulaşılamadı. Ancak
Yunan ordusunun Ankara’ya çok yaklaştığı buhranlı bir dönemde Maarif
Kongresi’nin toplanması eğitime verilen önemin somut bir örneğidir. Maarif
Kongresi’nin toplanması, Millî Mücadele’nin yalnızca savaş meydanlarında
değil eğitim alanında da yapıldığının göstergesidir.
Tekâlif-i Millîye (Millî Yükümlülükler) Emirleri
Başkomutanlık görevini üstlenen Mustafa Kemal, ordunun ihtiyaçlarını karşılamak
için 7-8 Ağustos 1921’de, Tekâlif-i Millîye Emirleri’ni yayınladı.
Tekâlif-i Millîye Emirleri’nden bazıları şunlardır:
1. Oluşturulacak komisyonlar halkın ve tüccarın elinde bulunan, askerin ihtiyaçlarına
yarayacak malların yüzde kırkına, bedeli sonradan ödenmek
üzere el koyacaktır.
2. Taşıt sahipleri, ayda bir defa olmak üzere, 100 kilometrelik mesafeye ücretsiz
askerî malzeme taşıyacaktır.
3. Her çeşit araba ve hayvanın yüzde yirmisi alınacaktır.
4. Ülkenin bütün sahipsiz mallarına el konulacaktır.
5. Halk, elindeki silah ve cephaneyi üç gün içinde komisyonlara verecektir.
6. Her aile birer kat çamaşır, birer çift çorap ve çarık verecektir.
7. Demirci, marangoz, dökümcü, saraç ve araba yapan esnaf, ordu emrine
alınacak ve askerî malzeme üretiminde çalışacaktır.
Türk halkı her türlü yoksulluğa karşın, elinde bulunan her şeyini büyük bir
fedakârlıkla ordusuyla paylaşmış, büyük bir dayanışma örneği göstermiştir.
Ordu ihtiyaçlarının karşılanmasında başka ülkelerden sağlanan yardımlar da
önemli yer tutuyordu. Bu yardımların bir kısmı para olarak, önemli kısmı ise
silah ve cephane olarak yapılmıştı. İslam halifeliğinin merkezi olan İstanbul’un,
Hristiyan ordularınca işgal edilmesi ve Yunanlıların İzmir yöresinde
halka yaptıkları zulüm ve baskı, Müslüman dış dünyada tepkiler uyandırıyordu.
Türkiye’ye yardım edebilmek için dünya müslümanları arasında bir
eğilim oluşmuştu. Bu bağlamda en büyük girişim, İngiliz sömürüsü altında
yaşayan Hint Müslümanlarınca yapılmıştı. Toplanan bağışlar Kızılay (Hilal-i
Ahmer) yoluyla Türkiye’ye yollanmıştı.
Sovyet Rusya’dan hem parasal hem de silah ve cephane olarak sağlanan yardımlar, Karadeniz yoluyla ve Kafkasya üzerinden kara yoluyla Türkiye’ye
ulaştırıldı. İtalya, Anadolu’da işgal ettiği yerleri terk ederken bazı askerî malzemeyi bağış olarak bıraktı. Aynı zamanda TBMM Hükûmeti’ne satın almalar
yoluyla da askerî malzemeler verdi. Fransa da özellikle 20 Ekim 1921’de imzalanan Ankara Antlaşması’ndan sonra, Güneydoğu Anadolu’dan çekilirken
bazı araç ve gereçleri Türklere bıraktı. Ayrıca bu tarihten itibaren Fransa’dan
da askerî malzemeler satın almak mümkün oldu.
Kastamonu İstiklal Mahkemesi üyesi Mustafa Necati,
Ilgaz’dan Kastamonu’ya gelirken yollarda rastladıklarını şöyle anlatıyor: “Bir gün evvel yağan karların doldurduğu uzun yollardan gelen mahkememiz, Çerkeş önlerinde kağnılarla cephane taşıyan bir kadın kafilesine rast gelmiştik…
Biz soğuktan yamçılar altında bile titrerken, tek yorganını da arabaya örten bir ninenin çıplak ayaklarla yürüdüğünü görünce, içimden taktirle karışık bir merhamet sızladı; arkasına sardığı peştemalı içinde ara sıra hıçkıran bir çocuğun üzerine bile örtmeden, yorganını niçin arabaya serdiğini sormak fikrini duydum.
- Üşümez misin sen, nine? Bak çocuk donacak, yorganını örtsene! diye arabanın üstünü işaret ettim.
Bu sözü garip bir tarzda karşıladı. Sormaya değer bir şey saymıyordu galiba! Benim beklediğimi anlayınca mukaddes bir şeye yüzünü döndürür gibi kağnıya doğru konuştu:
- Kar sepeliyor, millet malıdır, nem kapmasın evladım, dedi ve yorganın uçlarını iyice gerdi. Kar sepelemeye başlamıştı. O zaman anladım ki, cephaneleri ıslatmamak için bu fedakârlığı yapıyor, o zaman deminki merhametimden utandım bile…
Aman Yarabbi! Fedakârlığını bildirmek bile istemiyor, bu âlicenaplık karşısında da secde etmeyen ruh ve aşk olur mu?
Tarihte böyle bir fedakârlığın bir eşini, meşhur vatansever Kartacalı kadınlar bile yaratamadılar, onlar saçlarından orduya halatlar örmüşlerdi, bunlar hayatlarından cephane veriyorlar…
Zeki Sarıhan, Kurtuluş Savaşı Kadınları, s. 228-229. (Kısaltılmıştır.)
|
2. 5. 5. Sakarya Meydan Muharebesi (23 Ağustos–13 Eylül 1921)
Kütahya-Eskişehir Muharebeleri’nden sonra Sakarya Irmağı’nın batısına yerleşen
Yunan ordusunun kuvvetleri: 120.000 er, 386 top, 2.768 makineli tüfek,
ve 18 uçaktan oluşmaktaydı. Sakarya Irmağı’nın doğusunda savunma düzeni
alan Türk ordusunun kuvvetleri: 96.326 er, 196 top, 825 makineli tüfek ve 2
uçaktan oluşmaktaydı.
Kral Konstantin, hazırlıklarını tamamlayan Yunan ordusuna “Ankara’ya!”
emrini verdi. 23 Ağustos 1921 sabahı Yunan ordusunun saldırısı ile Sakarya
Meydan Muharebesi başladı. Bütün cephe boyunca çok şiddetli savaşlar oldu.
100 kilometrelik bir cephe üzerinde süren savaşlar sırasında, Türk cephesi yer
yer kırılmış, cephenin yönü kuzey-güney doğrultusundan, doğu-batı yönüne
dönmüştü. Top sesleri Ankara’dan duyulur hâle geldiğindeYunan süvari öncü
birlikleri de Polatlı’ya kadar ilerlemişti. Bunun üzerine Başkomutan Mustafa
Kemal, orduya şu emri verdi: “Hattı müdafaa yokur, sathı müdafaa vardır. O
satıh, bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı vatandaşın kanıyla ıslanmadıkça,
terkedilemez…” (Görsel 2.23). Bu emir ve strateji gereği Türk mevzileri
birçok noktada kırıldığı halde, her alan ısrarla savunuldu. Kaybedilen her hattın
gerisinde yeni bir savunma hattı oluşturuldu. Düşmanın ilerleyişi yavaşladı
ve durdu. 22 gün ve 22 gece devam eden savaş, 13 Eylül 1921’de Türk ordusunun zaferi ile sonuçlandı.
Mustafa Kemal Paşa’nın “Sakarya Melhame-i Kübrası” olarak nitelediği bu savaşın kazanılmasında, en küçük rütbeden en üst rütbedeki askerlere; özellikle de Fevzi Paşa ve Başkomutan Mustafa Kemal’e kadar herkesin büyük bir payı vardır. Öyle ki; bu savaşta askerlerine cesaret vermek için ön saflarda vuruşan 350 subay şehit düşmüştür. Bu nedenle Sakarya Meydan Muharebesi’ne “Subay Savaşı” da denir.
Yunanlılar bu savaşın sonunda saldırı güçlerini kaybettiler ve savunmaya çekildiler. Böylece Türklerin 1683’te Viyana önlerinden başlayan geri çekiliş
dönemi de son buldu. 19 Eylül 1921’de TBMM tarafından Başkomutan Mustafa
Kemal’e, kanunla “Mareşal” rütbesi ve “Gazi” unvanı verildi. Sakarya
Zaferi’nin dış politikada da çok önemli sonuçları oldu. Kafkas Cumhuriyetleri
ile Kars Antlaşması yapılırken, Fransızlarla da Ankara Antlaşması imzalandı.
Kars Antlaşması (13 Ekim 1921)
Sakarya’da Yunanlıların yenilmesi dış politikada olumlu gelişmeler sağladı.
Sovyet Rusya’nın öncülüğünde, Sovyetler Birliği’ne bağlı Azerbaycan,
Gürcistan ve Ermenistan devletlerinin temsilcileri Kars’ta biraraya gelerek
konferans düzenlediler. TBMM Hükûmeti heyetinin başkanlığını Kazım Karabekir’in
yaptığı bu konferansın sonunda, 13 Ekim 1921’de Kars Antlaşması
imzalandı. Bu Antlaşma ile taraflar birbirlerinin varlığını tanırken, sınırlar
konusu son şeklini aldı. Böylece Türkiye’nin doğu sınırı kesinleşti. Doğu sınırları kesinleşiği için de bu bölgedeki askerî birlikler ve silahlar, Batı Cephesi’ne kaydırılabildi.
Ankara Antlaşması (20 Ekim 1921)
Sakarya Meydan Muharebesi’nin Türkler tarafından kazanılması üzerine, İtilaf
Devletleri arasındaki çatlak büyüdü. Fransızlar TBMM Hükûmeti ile temaslara
başladılar. 20 Ekim 1921’de Ankara Antlaşması imzalandı. Böylelikle
Fransa Türkiye’yi tanırken, Güney Cephesi de kapandı. Böylece TBMM’yi
tanıyan ilk işgalci devlet Fransa oldu. Yapılan antlaşmaya göre Fransa, Çukurova
ve Güneydoğu Anadolu’da işgal ettiği yerleri boşaltacak, Suriye’de
kalan “Süleyman Şah Mezarı”nın bulunduğu Caber Kalesi de Türk toprağı
sayılacaktı. İskenderun ve Antakya (Hatay) yöresi Fransız mandasındaki Suriye sınırları içinde kalacak, fakat burada özel bir yönetim kurulacak ve resmî dil Türkçe olacaktı.
İtilaf Devletleri’nin Ateşkes Önerileri ve İç Politika Gelişmeleri Yunan ordusunun başarısızlığı ve geri çekilişi sonrasında İtilaf Devletleri, Türk ve Yunan kuvvetleri arasında savaşı durduracak arabulucu rolü oynamaya başladılar. İzmir ve Trakya’yı içeren yeni barış projelerini 22-26 Mart 1921 tarihinde TBMM’ye sundular. Mustafa Kemal, İtilaf Devletleri’nin önerilerini Türk milletinin bağımsızlığına aykırı hükümler taşıdığı için reddetti.
Sakarya Meydan Muharebesi’nden sonra Yunanlılar, hâlâ işgal altında tuttukları
Batı Anadolu’da Yunanistan’a bağlı ve yerli Rumlardan oluşacak bir
İyonya Devleti kurmayı düşündüler. Bu amaçla İngilizlerin de yardımlarıyla
Batı Anadolu’da Türk ordusunun saldırılarına karşı güçlü bir savunma hattı
tertiplediler. Bu bölgedeki Yunan mevzilerini inceleyen bir İngiliz Kurmay
Subayı verdiği raporda: “Türkler bu mevzileri dört beş ayda ele geçirebilirlerse,
bir günde düşürdüklerini iddia edebilirler.” demekten kendini alamamıştı.
Dış politikada bu tür gelişmeler yaşanırken, içeride Yunan ordusuna son darbeyi
indirmek için hummalı bir çalışma başlamıştı. Başta İstanbul olmak üzere,
İtilaf Devletleri’nin kontrolünde bulunan birçok yerdeki silah depolarından
Anadolu’ya silah kaçırılıyordu. Kapanan Doğu ve Güney Cepheleri’nden
Batı Cephesi’ne asker ve silah naklediliyor; Rusya, İtalya ve Fransa’dan satın
alınan askerî malzemeler cepheye ulaştırılmaya çalışılıyordu. Fakat taşıtlar ve
yollar yetersiz olduğu için çalışmalar ağır ilerliyordu. Bu sırada Meclis’te muhalefet
şiddetlenmiş, Sakarya Zaferi’nden sonra aylar geçtiği halde, ordunun
saldırıya geçip düşmanı neden kovmadığı eleştirileri yapılıyordu. Mustafa
Kemal’in: “…Yarım hazırlıkla, yarım tedbirlerle yapılacak taarruz, hiç taarruz
etmemekten daha kötüdür.” açıklamalarına rağmen Meclis, süresi dolan
Başkomutanlık yetkisini ve süresini uzatmadı.
Mareşal FevziÇakmak
İstanbul’da doğdu. 1896’da Harp Okulu’nu, 1898’de Harp Akademisini bitirdi. Trablusgarp, Balkan ve I. Dünya savaşlarında görev aldı. 1918’de genelkurmay başkanı, 1920’de harbiye nazırı oldu. Millî Mücadele’ye katılmak üzere 1920 yılında Ankara’ya geldi.
Millî Savunma Bakanı oldu. 1921’de Genelkurmay Başkanı oldu. Aynı yıl orgeneralliğe, 1922’de de mareşalliğe terfi etti. 1924- 1944 yılları arasında genelkurmay başkanlığı yaptı. Yaş haddinden emekliyeayrıldı. TBMM’de 14 Ağustos 1923’e kadar Kozan milletvekili olarak görev yaptı. Daha sonra İstanbulmilletvekili seçildi. 31 Ekim 1924’te milletvekilliğinden istifa etti. 1946-1947 yılları arasında İstanbul bağımsız milletvekili olarak TBMM’de görev yaptı. İstanbul’da vefat etti. Atatürk ve Kurtuluş Savaşı Müzesi,T.C.
|
Bu gelişme üzerine Mustafa Kemal, 6 Mayıs 1922’de Meclis’e gelerek gizli
oturumda muhalefetin eleştirilerini yanıtlamış ve “Başkomutanlık iki gündür
belirsiz bulunuyor. Şu dakikada ordu komutansızdır. Eğer ben, orduya komuta
etmekte devam ediyorsam, yasa dışı komuta ediyorum. Mecliste çıkan oylama
sonuçlarına göre, hemen komutadan el çekmek isterdim. Başkomutanlığımın
sona erdiğini hükûmete bildirdim. Fakat telafisi olmayan bir felakete
meydan vermemek zorunluluğu karşısında kaldım. Düşman karşısında bulunan
ordumuz başsız bırakılamazdı. Bunun için, bırakmadım, bırakamam ve
bırakamayacağım.” demiştir. Bu konuşma sonrası yapılan oylamaya göre; 11
ret, 15 çekimsere karşı 177 oy ile Başkomutanlık Kanunu’nun süresi uzatıldı.
2. 5. 6. Büyük Taarruz ve Başkomutanlık Meydan Muharebesi
(26-30 Ağustos 1922)
Taarruz 26 Ağustos 1922 sabahı saat 05.30’da Türk topçularının ateşiyle başladı.
Mustafa Kemal savaşı Kocatepe’den yönetiyordu. Ani baskın şeklinde
gelişen bu taarruz karşısında şaşıran Yunanlılar geri çekilmeye başladı. 27
Ağustos’ta Türk ordusu Afyon’a girdi. “Bu mevzileri tutan Yunan askerlerini
Türkler dört beş ayda yerlerinden atarlarsa bir günde aldıklarını iddia edebilirler.”
diyen bir İngiliz kurmayını raporunun aksine, buraları ele geçirmek
Türk askerinin birkaç saatini almıştı. Yunan ordusu, Dumlupınar mevzilerine
çekildi.
30 Ağustos’ta 200 bin kişilik Yunan ordusu Dumlupınar’da kuşatıldı. Burada
yapılan meydan savaşının komutasını Başkomutan Mustafa Kemal bizzat üzerine alıp savaşı yönetti ve düşmanın büyük kısmı Türk ordusu tarafından imha edildi. Bu nedenle Dumlupınar’da yapılan bu savaşa “Başkomutanlık Meydan Muharebesi” adı verildi. Yenilen Yunan ordusunun arta kalanları İzmir’e doğru hızla çekilmeye başladı. Yunan ordusu kaçarken Türk köylerini ve kasabalarını yakıyor, insanları katlediliyordu. Mustafa Kemal, karargâhını kurduğu Çal köyünde ordu komutanlarıyla durumu değerlendirdi ve 1 Eylül’de tarihe geçen ünlü buyruğunu verdi: “Ordular! İlk hedefiniz Akdeniz’dir, İleri!” Türk askerleri 9 Eylül 1922 sabahı İzmir’e girdi. Dört yılın ardından yeniden Kadifekale’de Türk bayrağı dalgalanmaya başladı. 11 Eylül’de Bursa kurtarıldı. 18 Eylülde Batı Anadolu düşmandan tamamen temizlendi. Başkomutan Mustafa Kemal’in teklifi üzerine, üstün hizmetlerinden dolayı Fevzi Paşa’ya da Mareşallik rütbesi verildi.
Yorumlar -
Yorum Yaz